“İyi kitaplar okumak, geçmiş yüzyılların en iyi insanlarıyla sohbet etmek gibidir.” der Descartes.
Bu bize zamanın dışına kendini atmış beyinlerin sözcükleri ve dünyaları ile kitabın sayfalarına bireysel temasın ne denli önemli olduğunu söyler.
Modern zamanın en popüler olmuş, novella tarzı üretkenliğini barındıran hüzünlü yazarımız Stefan Zweig bize dünyadan göçünün üzerinden henüz hatırı sayılır bir zaman geçmemesine rağmen bize kısacık eserlerindeki karakterlerinde insanların dile getirmeye korktuğu en karanlık duygu ve düşüncelerini usta kalemiyle en keskin haliyle yoğurur.
Eserlerindeki umutsuzluk haritası, sis farlarını açıp kendi hayat yollarında virajı alamadan yol kenarına savrulmuş insanların hüzünlü kalıntıları ile dolu. Bu kalıntıların izine en çok Amok Koşucusunda rastlıyoruz.
Nedir Amok?
“Amok (gözü kara, hiddetle saldıran ve öldüren) Güneydoğu Asya bölgesinde ve bu bölge kültüründe “cinnet” hâlini ifade etmek için kullanılan bir tanımdır. Kavram, Filipinler’de ise “juramentado” kelimesiyle bilinir.
Cinnet hâli, sonuçlarını hesap edemeden şiddet kullanma durumudur. Psikolojide “amok”, derin bir depresyon döneminin sonrasında ortaya çıkan şiddet ile sonuçlanan atakların görüldüğü disosiyatif bir ruh hâlidir.
“Amok” hâli, erkekler arasında daha yaygın gözlenmekte ve genellikle “bardağı taşıran son damla” niteliğindeki bir olayın ardından patlak verdiği gözlenmektedir. Cinnet hâlindeki kişi, kötülüğe uğradığına ya da uğrayacağına inanmaktadır.
Psikiyatride ender görülen kültüre özgü sendromlar arasında sayılan “amok” hâlinin, güneydoğu Asya bölgesine özgü olabileceği ve “kültüre özgü sendromlara” örnek gösterilebileceği de ifade edilmektedir. Bazı kaynaklar ise günümüz toplumu ile “amok” ya da cinnet hâlinin tarihsel ilişkisi irdelenerek modern endüstri toplumunda da benzer bir tablonun görülebileceğini ileri sürmektedir.
Bu özel durum altında olan, ister silahla, ister bir araçla suç işleyen, toplu öldürme ya da yaralamalarda bulunan kişiler “amok koşucusu” tâbiriyle tarif edilmektedir.”*(KAYNAK VİKİPEDİA)
Zweig Novellasındaki Amok Koşucusu bize neyi anlatır?
Bir doktor vicdanında vukuu bulan, insana yardım etme bilinci ile arka planda sıkışıp kalmış duygularının kaosunda rengini belli etmeye başlayan vahşi insan doğasına tanık oluruz.
Zweig’ın karakter mahkemesi olarak bir doktorun vicdan muhasebesini seçmesi mutlu bir rastlantı değildir;
Genel dünya görüşünde Hipokrat Yemini ile doktorluk meslek ahlakı ve doktor vicdanına adanmış evrensel, iyi ahlak kalıpları kırılarak, insani, karanlıkta kalmış düşünceleri ve duygularının depreşmesiyle Zweig evreninde tartışmaya açılmıştır. Bu açık arttırmalı tartışma, Hollanda Doğu Hint Adaları’nda görev yapan doktorun, kendi gibi beyaz bir kadının mecbur kalıp kendisinden istediği ‘yardımı’ geri çevirmesiyle başlar hikaye.
Kadının talep ettiği yardımın jelatinli bir üstten bakışı, mağrur ve buyurgan bir şekilde doktor nezdine sunulması sonu belli olan bir Amok Koşusu’nu başlatır.
Bu tavrın yaratmış olduğu büyük öfke, söz konusu bir insan hayatı üzerinde ne denli bir can pazarına sebep olacaktır?
Bir saplantının,
Sadece bir saplantının,
Delice bir hummanın peşine düşmekle Amok Koşusu’na katılan ama farkında olmayan binlerce, milyonlarca insanın hikayesinin bir kesitini anlatır.
Bu merceğin küçüklüğüne rağmen çok daha geniş bir durumu, arka planı bütün oklarıyla işaret etmesi bizi tek bir odağa götürür.
Amok Koşucusu
Siz,
Biz,
Ben,
Sen,
O
Biziz.
Kısaca Biziz.