Bir akışın içinde kendinizi nereye koyduğunuzu, nereye sığdırdığınızı düşünürsünüz hep. Alışılmışın verdiği tekdüze bir hayattan beklentilerinizi daha da azaltıp aslında mutsuzluğun kapısını açmış olursunuz kendinize oradan sızan ışığın ruhunuza yapışıp kalmasını izler bile bile teslim olursunuz.
Nasıl arınacağınızı düşünürken bir yasak elma seçersiniz kendinize yemekle yememek arasındaki o boşlukta sıradan yaşamınıza bir renk bir heyecan katma amacı güden bir istekle savaşmaya başlarsınız. Bu savaşın içinde “kendine kötü ” kendinize kötülük etmiş olduğunuzun farkına varamazsınız.
Çünkü beslemiş olduğunuz “ben ” merkezci tutumunuz renkli bir dart tablosunda hedefe odaklanmış hipnotize bir canavara dönüşmüştür artık. Oklarınızı tam on ikiden vurup yanılgılarla dolu bir başlangıç yapmış ve kanamaya başlayan bir yara açmış olursunuz her iki tarafa. Bu yara en çok da sizi acıtır.
Acıdıkça öfkelenir, öfkelendikçe kabalaşırsınız aslında özünüzde olana dönersiniz. Kibarlık kamuflajınız sizi örtmekte yetersiz kalır. Yaratmış olduğunuz hatanıza aslında suçlu aramakta gecikmez bir de karşınızdakini manipüle etmekten geri durmazsınız.
Şimdi soruyorum size, bir düşüncenin varlığa dönüşmesinde aldığınızı sandığınız kararlar gerçekten sizin kararlarınız mı yoksa karşınızdaki kişi sizin böyle bir karar almanızı sağlamış olamaz mı?
Kendinizi vazgeçilmez sanırken karşınızdaki kişiye bir etki yaratmış olduğunuzu düşünürken aslında tam tersi bir sonuçla karşılaşmamak için ve bununla yüzleşmemek için kaçmayı tercih ettiğiniz gerçeğini kimden saklayabilirsiniz ki? Üslubunuz ve tavrınız hedefe ulaşana kadar nazik ve kibar hedeften uzaklaşınca kabalaşıyorsa, aldığınız itiraflara yönelik sersem bir gurur içine girip kabaran koltuklarınızın altında ezildiğini düşündüğünüz kişiyi uzaktan seyrediyorsanız şurda yanılıyor olabilirsiniz?
Ezildiğini düşündüğünüz kişi için artık itici gücünüz çekici gücünüzü yenmiştir.
Kaybettiniz.