Sevgili Elvan Hanım ile Koç Grubu mensubu aileler olduğumuz için uzun yıllar önce tanıştık. Ailelerimiz ile İstanbul, Ankara’da nice tatlı buluşmalar, sohbetler yaptık. Gerek konuşması, konuşma tonu, sadeliği, zarafeti ile kalbimdeki yeri özel. Hislerin karşılıklı olduğunu biliyorum.
Sevgili Elvan Hanım, babanız Fikret Otyam’ı baba kimliği ile bize aktarabilir misiniz?
Değerli Rengigül Hanım’ın dostları arasında yer almak benim için büyük gurur. Yıllarca İstanbul’daki evimiz olarak kabul ettiğimiz Elmadağ Divan Oteli’nde lobide uzaktan gördüğüm anda çok iyi anlaşabileceğimizi ve her konuda paylaşımlar yapacağımızı anlamıştım. Yıllar beni şaşırtmadı. Çok güzel sohbetlerimiz oldu. Her zaman yanından huzur içinde ayrıldım. Ayrıca bu sözleriniz için çok teşekkür ederim. Sizin tarafınızdan böyle anılmak ne güzel. Evet sevgili Rengigül Hanım. Hislerimiz karşılıklı. Günümüzde böyle dostluklar inanın çok kıymetli. Sizi ve ailenizi tanımak benim için de eşim Ali Baransel için de büyük bir kazanım.
Babama, tüm tanıdıkları, sevenleri, meslektaşları Otyam Baba diye hitap ederlerdi. Babam bana göre eğlenceli bir kişiliğe sahipti. Evde olduğu zaman peşinden ayrılmaz, sürekli yaptıklarını takip ederdim. Çalışma odasında Remington daktilosunun başında iki parmağı ile gayet armonik bir şekilde yazmasını müzik gibi dinlerdim. Saman kağıdına yazdığı yazıyı makinadan çıkar çıkmaz alır ve okurdum. Şimdi düşünüyorum da babamın kitaplarını basılı halde hiç “okumadım”. Çünkü onları yaşadım, taslak halindeyken bilgi sahibi oldum. Türkçe dilinin nasıl kullanılması gerektiğini okuldan önce ondan öğrendim. Babam çektiği fotoğrafları evde tabederdi. Annem bulaşıkları yıkadıktan sonra mutfağı karanlık odaya çeviren babama asistanlık yapmak en büyük zevkimdi. Mutfağın ampulünü “arap” diye tabir edilen negatif filmlerin yanmaması için kırmızı ampulle değiştirirdi. Agrandisör kurulur, dikdörtgen tepsilere ilaçlı sular konur, mutfağa ip gerilir, bembeyaz fotoğraf kağıtları bana verilirdi. Sırasıyla o kağıtları ilaçlı sulara koyar, dakikalarını sayar, sonra bir mucize gibi önce silik, sonra gittikçe koyulaşan gölgelerin kâğıt üzerinde fotoğrafa dönüşmesini izlerdim. Babamın çeşitli ödüller kazandığı fotoğraflarını ilk ben görür, sonra onları annemin renkli mandalları ile ipe asar ve kurumalarını beklerdim. Zaman içinde çevremdeki her şeyi fotoğraf olarak algılamayı sanırım bu sırada öğrendim. Babamla Ankara’nın Sakarya Caddesi’nde alışveriş yapmak ayrı bir zevkti. Çok güzel yemek yapar, daha doğrusu uydururdu. Sonra yine yapsana dediğimizde yapamazdı. Misafir ağırlamayı severdi. Birçok oyuncu, yazar, ressam, heykeltıraş, gazeteci dostuydu.
Okumayı, yazmayı, çizmeyi, iyi bir türkü dinleyicisi olmayı ben ve kardeşlerim bu güzel ortamda edindik. Dedem eczacı olduğu için babam çok sevdiği ve o zamanlar pek bulunmayan lavanta kolonyasını kendi yapardı. Büyük fıçılardaki alkolü ve lavanta tanelerini gerekli olduğu dönemlerde kardeşlerimle dönüşümlü olarak sallar, kolonya oluşumuna katkıda bulunur ve babamdan aferin almak için adeta yaraşırdık.
Bana “Baba nedir?” dendiğinde lavanta kokusu derim. Bahsettiğiniz gibi çeşitli konuşmalarımda da bu konuya değinmişimdir. Babamla ilgili konuşmalarımda, bazılarının sevdikleri bir yazarı, bazılarının kara gözlü kızların ve keçilerin ressamını, bazılarının dostlarını, kuzenlerimin amca ve dayılarını, çocuklarımızın dedelerini, bizlerin babalarını kaybettiğini söylemiştim. Ben ise hem babamı hem de meslektaşımı ve meslek büyüğümü kaybettiğimi dile getirmiştim. Evet, Otyam benim meslek büyüğümdü.
1972 yılında TED Ankara Koleji’nden mezun oldum. O yıl babam bana iki hediye seçeneği sundu. Ya bir kol saati alacak ya da Doğu ve Güney Doğu Anadolu turuna götürecekti. 17 yaşında bir genç olarak ibre kol saatine dönerken rahmeti tiyatro sanatçımız Kerim Afşar bizdeki bir yemekte ‘’Ben olsam Otyam’la geziye giderim. Bu büyük bir ayrıcalık. Saatin her zaman olacak’’ dedi. Bir hafta sonra babamla ilk durağımız olan Adana’ya gitmek üzere kendimi otobüste buldum. Babam kimselere elletmediği bir fotoğraf makinasını boynuma taktı. Kâğıt ve kalem verdi ve ‘’fotoğrafları çek, gördüklerini not et’’ dedi. Gaziantep, Şanlıurfa, Harran, Mardin, göçerler ve Diyarbakır’ı adım adım gezdik. Gerçekten de Otyam’ın önderliğinde buraları görmek büyük bir ayrıcalıkmış. Döndüğümde gördüklerimi yazdım. Fotoğraflarımı tab ettim ve babamın yanına gittim. ‘’hazır’’ dedim. ‘’Ben karışmam. Yeni Halkçı’ya Ahmet Arif amcana götür. O ne derse o olur’’ dedi. Yeni Halkçı o dönemde Ankara’da yayımlanan önemli bir yerel gazete idi. Ünlü şairimiz Ahmet Arif de orada görev yapıyordu. Ahmet amcama gittim, yazıyı okudu ve hiçbir satırına dokunmadı. İlk röportajım bir hafta süreyle ‘’Elvan Otyam’ın Kaleminden’’ diye yayımlandı. Babam mutlu oldu ve hep gazeteci olmamı istedi. Bense çok arzu ettiğim halde ülkenin içinde bulunduğu sorunlar nedeniyle babamın mezun olduğu Güzel Sanatlar Akademisi’ne gidemediğim için kısa yoldan hayata atılmak ve eve katkıda bulunmak üzere çalışma hayatına başladım.
Bir yıl Ziraat Bankası Genel Müdürlüğü Dış Muameleler Müdürlüğü’nde, yedi yıl uluslararası CENTO kuruluşunda görev yaptım. İran devriminden sonra CENTO lav edilince yüreğime gazetecilik ateşi düştü. Evet, artık babamla meslektaş olma zamanım gelmişti. Bir alaylı olarak 1979 yılında Anadolu Ajansı Dış Haberler Müdürlüğü’nde İngilizce Mütercim Gazeteci olarak göreve başladım. Babam nihayet mutlu olmuştu. 25 yıl görev yaptığım kurumun her kademesinde çalışarak ilk kadın Genel Müdür Yardımcısı oldum. Yaklaşık 12 yıllık bu görevin ardından emekliliğimi istedim. Atatürk tarafından kurulan Anadolu Ajansı’nda kadın olarak görev yapmaktan her zaman gurur duydum. Ne acıdır ki hem annemin hem de babamın gidişlerinin haberini yapmak da kısmetimde varmış. Babam torunları için de ilginç bir dedeydi. Onlara boş tenekelerden robot yapar, robotun ortasına koyduğu teyp için masal kaseti doldururdu. Yazdığı mektuplar şu anda torunların odalarında asılı. Mektup dediysem normal mektup düşünülmemeli. Kocaman bir resim kartonu, anlatılmak istenen konular pastel boyalarla çizilmiş tablo mektuplar.
Fikret Otyam’ın İstanbul Maltepe’deki sanat evinin açılışında birlikte idik. Pek de güzel bir konuşma yaptınız. O konuşmanızdan çarpıcı paragrafları bizimle paylaşır mısınız lütfen?
Babama kaybından yaklaşık iki yıl önce vakıf konusunu açtım. İlgisini çekti. Yakın bir dostumuzdan bu konuda uzman olduğu için yardım rica ettik. Babamla konuştu. Aklına yattı. Dostumuz ve eşim Ali’nin yoğun çabası sonucu Fikret Otyam Kültür, Sanat ve Eğitim Vakfı çok kısa bir sürede hayata geçirildi ve babamın 90’a bir kala adı altında yaptığımız doğum gününde imzaya açılarak kuruldu. Maltepe Belediye Başkanı Sayın Ali Kılıç Küçükyalı’daki bir binayı vakıfa tahsis etti. Belirttiğiniz gibi ne mutlu ki sizlerle de beraberdik açılışta. Bizi kırmayarak mutlu etmiştiniz. Anımsadığım kadarıyla bu açılışta babamızın bize kattığı değerlerden bahsetmiştim.
Babam bana ve kardeşlerime insanı insan yapan değerleri, vefayı, saygıyı, hoşgörüyü, mütevazı olmayı öğretti. Onun öğretilerini günümüze kadar bir emanet olarak taşıdık. Yine o konuşmada bize olduğumuz gibi görünmenin önemini öğütlediğini dile getirmiştim. Ayrıca bizim için çok önemli bir nasihati daha olmuştu. Bu hayatımızın her noktasında önemli bir yer teşkil etti. Hatırlarsanız bizlerin birer bağımsız birey olduğunu, hiçbir zaman soyadı ile toplumda yer edinilmeye çalışılmaması gerektiğini, birey olarak var olmanın daha önemli olduğunu söylediğini dile getirmiştim. Kardeşlerim de ben de bunu hiç unutmadık. Tabi ki gerek babamızın gerekse eşimizin soyadı ile gurur duyduk ama onların adlarını kullanarak bir yere gelmeye çalışmadık. Ne yaptıysak, belki ki de daha fazla çalışarak, bir yerlere kendi çabamızla geldik. Hâlâ da öyledir. Mensubu olmaktan gurur duyduğum Anadolu Ajansı’nda çoğu arkadaşım Otyam’ın kızı olduğumu yıllar sonra öğrendiler. Ne mutlu ki birey olmayı başarmışım.
İstanbul Fulya’da bir sergide yine sizlerle birlikte idik. O sergi ve sonrasındaki anma sergilerinin toplumdan size yansıyan etkilerini, yorumlarını sizden okuyabilir miyiz?
Kardeşlerimle bir karar aldık. Babamızı gittiği gün değil doğduğu günü, yani 19 Aralık’ta anacaktık. İlk sergimiz Ankara’da Çankaya Belediyesi Sanat Galerisi’nde yapıldı. Mardin Bienali kurucusu ve küratör olan küçük kardeşim Döne isim ‘’annesi’’ oldu. “Gide Gide Fikret Otyam’ın İzinden” adıyla çeşitli sergiler düzenlendi. Daha sonra Beşiktaş Belediyesi’nde bir sergi açıldı. Bursa Nilüfer Belediyesi Misi Sanat Köyü’nde bir başka sergi açılışı oldu ve çok güzel bir topluluğa babamı anlatmak fırsatını buldum. Son sergimiz İstanbul’da İfsak Sanat Merkezi’nde oldu. Maalesef daha sonra pandemi nedeniyle hem vakıftaki çalışmalarımızı hem de sergileri askıya almak zorunda kaldık. Bu sene Çankaya Belediye Başkanı Sayın Alper Taşdelen Eskişehir yolunda çok güzel bir galeri açtı. Fikret Otyam Sanat Galerisi Murat Germen sergisi ile sanat dünyasına güzel bir giriş yaptı. Tüm bu çalışmalarımız basında ve sosyal medyada geniş yer buldu. Çok olumlu ve güzel dönüşler aldık. Bu konuda huzurluyuz. Babamızın adını güzel şekilde yaşatmak zaten bizim görevimizdir.
Kıymetli Ali Baransel’in 50. Basın Hizmet Yılı’nda Burhan Felek Ödülleri kapsamında Babıali’deki törende birlikte idik. Sevgili gazeteci büyüğümüz Metin Özyıldırım da aynı törende ödülünü aldı. Can Kıraç Bey de o toplantıda aramızda idi. O özel geceyi ve hislerinizi, bir basın insanının eşi olmayı bize anlatır mısınız?
Gazeteciliğe başladığımda en büyük desteği eşim Ali Baransel’den gördüm. İlk dönemler nöbetlerim vardı. Ali işten döndüğü sırada ben gece nöbetine giderdim. Bazı dönemler sabah nöbetim olurdu. İlerleyen zamanlar aynı dönemde, ama ayrı ayrı yurtiçi ve yurtdışı görevlerimiz olur ve uzun süre görüşemezdik. Gece nöbetlerimde eğer işi olursa oğlanları ajansa götürürdüm. Tüm arkadaşlarım çok yardımcı olurlar, onları oyalarlar, ben de haber yapardım. İç Haberler’den sevgili arkadaşım Nuray, biberonla küçük oğlumu beslerken, haberleşmedeki erkek meslektaşlarım kâğıttan top yaparak büyük oğlumla oynarlardı. Daha sonra iki oğlumla da hayatın cilvesi meslektaş olduk. Anneciğim de basın mensubuydu. İlginç bir durum bakacak olursak. Ali’nin ödül alacağı yıl meslek büyüğümüz ve başkanımız, sevgili ağabeyim Tugay Olcayto aradı ve mesleğe ne zaman başladığımı, arkadaşlarının benim de ödül almam gerektiğini, ama kendisinin benim ‘’genç’’ olduğumu söylediğini iletti. Ben de ‘’ağabey aslında ben 50 yıldan fazla basın mensubuyum çoktan hak ettim ödülü’’ dedim ve anlattım. Annem çalışırken babam da Dünya Gazetesi’nde görev yapıyormuş. Beni bırakacakları kimseleri yokmuş. Arada şair Nevzat Üstün ve ortak arkadaşları Türk sinemasının ünlü isimlerinden Ayfer Feray’a bırakıyorlarmış. Bazen de Dünya Gazetesine götürülüyormuşum. Fotoğraflarım var. Çok büyük bir masa. Üzerine gazeteler serilmiş ve ‘’yatak’’ yapılmış. Gazeteler arasında yatıyorum. Dönemin kadın gazetecileri beni biberonla besliyorlarmış. Bedii Faik ve Falih Rıfkı Atay gazetede gürültü olunca herkesi çocuk uyuyor sessiz olun diye uyarırlarmış. Bunu anlattım ve dolayısıyla gazeteciliğim 50 yılı çoktan geçti dedim ve gülüştük. Tabi insanın eşinin böyle güzel bir meslekte 50 yılını doldurması gurur verici. Çok mutlu oldum. Eşimden de çok şey öğrendim. Özellikle konuşma metinlerinin yazılması ve kullanılması gereken dil konusunda bana çok faydası oldu. İdarecilik yıllarımda Ali’den öğrendiklerim çok işime yaradı. Kendisi iyi bir metin yazarıdır. Meslektaşımız Güneri Civaoğlu bir yazısında kendisini ‘’Söz Mühendisi’’ olarak nitelendirmiştir. O günün bizim için bir başka önemi de büyük dostluk göstererek yanımızda olmanızdı. Tabi saygıdeğer Can Kıraç Bey ile de bir arada olmak büyük mutluluktu.
Koç Ailesi ile uzun yıllardır hem iş hem dost çevresindeyiz sizlerle. Sizin kaleminizden Koç Ailesi’ni, yaşayan en büyük fertleri Semahat Arsel’i, Koç Holding’in ülkemizdeki önemini anlatır mısınız?
Türkiye’nin en büyük değerlerinden Sayın Vehbi Koç’u ve aile fertlerini tanımak büyük ayrıcalık ve onur. Gerek Ankara Pembe Köşk gerek Sarıyer gerekse Yeniköy’deki evlerinde sık sık Vehbi Bey’le beraber olduk. Yemek yedik, sohbet ettik, çocuklarımız masasını paylaştı. Onlar da o gün çekilen fotoğrafları özenle saklarlar. Çok az insana nasip olan bir olay tabi onlar için. Vehbi Bey’i size anlatmak mümkün mü? Sizin anılarınızı dinlemek güzel olur. Ama benim için de tabi önemli anılar var. Çok zarif bir insandı. İnsana değer verir, kendinizi değerli hissetmenizi sağlardı. Her zaman ‘’Ali Bey sen artık emeklisin. Şimdi günlük siyasi olayları taze bilgi olarak hanımdan dinleyelim’’ derdi. Tabi Vehbi Bey’in benim vereceğim bilgilere gereksinimi yoktu. Ama benim de sohbete katılmam için böyle bir bahane yaratırdı her seferinde. Her zaman asansöre kadar uğurlar, kapı kapanana kadar bekler el sallardı. Allah rahmet eylesin. Büyük kayıp. Semahat Hanım, benim için bir nezaket abidesidir. Giyimi, tavrı, yaklaşımı bir başkadır. Bütün aile çok saygıdeğer kişilerdir. Her ortamda hemen gelip hâl hatır sorarlar, nezaket gösterirler. Kendilerini tanımaktan her zaman onur duymuşumdur. Ayrıca Semahat Hanım’a sizinle dost olmamızı sağlayıcı köprü olduğu için de müteşekkirim. Benim için büyük kazanımsınız. Tabi tüm ailemiz için de. Koç Holding Türkiye’de çok önemli bir konuma sahip elbette. Birçok konuda öncelik yapmış ve gurur duymamızı sağlayan faaliyet içinde bulunmuştur. Özellikle sanat ve sanatçıya verdikleri değer unutulmaz.
Ankaralı bir ailesiniz. Eski Ankara’yı, güzelliklerini, Ankaralı olmayı nasıl betimlersiniz.
Ankara hakkında sıkıcı bir şehir olduğu yolunda yapılan yorumlar beni çok üzer. Eşimin İstanbul’da görev yaptığı zaman bile taşınmayı düşünmedik. Şimdiki Ankara bizim Ankara’mıza uzaktan yakından benzemese de yine ayrılamıyoruz. Yılların birikimi, okul arkadaşlarım, kardeşlerim, küçük oğlum Ankara’dayız. Ankara gerçekten çok güzel bir şehirdi. Herkes birbirini tanırdı, selam verirdi. Bindiğimiz dolmuş şoförleri abilik yapar, huzursuz olmayalım diye büyük dikkat gösterirlerdi. Kızılay’da yürüdüğümüzde Devlet Tiyatrosu’nun önemli sanatçıları ile karşılaşırdık. İki büyük sinema vardı. Ulus ve Büyük Sinema. Cumartesileri okulumuz yarım gündü. Günler önceden bilet alınır ve sonra annemle sinemaya giderdik. Halam tiyatroya çok önem verirdi. Tabi baleye de. Beni önemli eserlere götürdü. İlk gittiğim bale Kuğu Gölü idi. Hâlâ izlemekten bıkmam. Çok önemli tiyatroculardan, önemli eserleri izledim. Daha sonraları Ankara Sanat Tiyatrosu dönemi başladı. Aşağı yukarı haftada bir kere de orada olurduk. Ahmet Arif okuldan alır, beni gezdirir, bazen sinemaya o götürürdü. Kuzenlerimle güzel günlerimiz oldu. Gençlik Parkı’na gider sandala binerdik. Daha sonraları babam ve Cumhuriyet Gazetesi’ndeki arkadaşları ve aileleri ile akşamları Gençlik Parkı’nda yemeğe gider, daha sonra da Gazanfer Özcan tiyatrosunun oyunlarına girerdik. Gazanfer Özcan, Adile Naşit ve birçok sanatçıyla tanışma olanağını böyle gecelerde buldum. Tek başımıza dolaşabilirdik. Bir yerden bir yere çabucak ulaşırdık. Anne ve babamla Karpiç’e giderdik. Beyaz örtülü masada yemek yemekten büyük zevk alırdım. Trenle İstanbul’a giderken kolalı örtüler üzerinde, gümüş kaplı tabaklarda sunulan yemekler hâlâ belleğimde. Sonra mis gibi çarşaflarla kaplanmış yataklı vagonda kitabımı okuyarak uyumak gibisi var mıydı? Yıllarca CENTO binası olarak kullanılan 2. Meclis’te çalışmak, sonra karşımızdaki Ankara Palas’ta öğle yemeğine gitmek ne güzeldi. Ankara sanat şehriydi. Hakkını yemek istemem. Çok değişmesine rağmen hâlâ öyledir. Esnafla rahatlıkla dost olursunuz. İstediğiniz ustaya rahatlıkla ulaşır ve güvenebilirsiniz. Komşuluk eskisi gibi olmasa bile hâlâ devam eder. Pandemi döneminde binadaki gençler ellerinden geleni yapmak için uğraştılar. Uğrayıp ihtiyaçlarımızı sordular. Ev gezmeleri vardır. Şimdilerde birçok yer sadece belleklerimizde ve fotoğraflarda kaldı. Anılarımız yok oldu ne yazık ki. Ne kadar bozulursa bozulsun Ankara başkenttir. Atamızın yattığı yerdir. Başka söze gerek var mı?
ANADOLU AJANSI GENEL MUDUR YARDIMCISI ELVAN BARANSEL. (ANADOLU AJANSI – HIKMET SAATCI) (20051117)
Sizi etkileyen hocalarınız, büyükleriniz?
İlkokul biri Ayşe Abla’da okudum. Neriman Hızır butik bir okul açmıştı Kızılırmak Sokak’ta. Halam Sevim Otyam müdür yardımcısıydı. Ona rağmen ikinci sınıfta TED Ankara Koleji’nin, yani başka bir değimle bozkırda yeşil bir yuvanın, sınavlarına girdim. İlkokuldan sonra liseyi bitirene kadar TED Koleji’ndeydim. 72 yılında mezun oldum. Her zaman bu okulun mezunu olmak gurur verir. Çok güzel dostluklar edindim. 60 yıldır hiç kopmadan arkadaşlarımla dostluğumuzu sürdürüyoruz. Bu dostluğun temeli ilkokul hocamız Ragıba Kangal tarafından atıldı. O’nu unutmam mümkün mü? Resim merakım tabi babadan geçme ama resim hocalarım Tülay Börtecene ve Tülay Arıcı’nın da büyük katkıları vardır. Edebiyata tabi merakım vardı, doğal olarak. Ama Semiramis Hanım’ın dersleri bu merakımı daha da ileriye taşıdı. Divan edebiyatını sevdirdi. Hafta sonları verilen ödevlerimizi zevkle yapardık. Çünkü ödevimiz bir tiyatroya gitmek, izlenimlerimizi yazmak, yazarı hakkında bilgi toplamaktı. Elbette ödev kağıdımızın üzerine biletimizi iliştirmek şarttı. Rüksan Günaysu söyleşiler yaptırır, bazen ortaya bir konu atar, sınıfı ikiye böler münazaralar düzenlerdi. Ne kadar dikkatli hazırlanırdık. Tarih hocamız Nermin Gül yumuşak sesiyle konuları anlatır, sonra bazı ödevlerimizi kütüphanede hazırlamamızı isterdi. Babam beni TBMM Kütüphanesine götürürdü. Orada araştırmayı öğrenirdim. Hâlâ bıkmadan usanmadan en basit bir konuyu bile büyük merakla araştırır öğrenmeye çalışırım. Mütevazı olmanın önemini babamdan sonra bir de Türkan Mayatepek gösterdi. Kimya hocamızdı. Çok zarif giyinir ve güzel elmas broşlar takardı. Mezun olduktan yıllar sonra Enver Paşa’nın ve Naciye Sultan’ın kızı olduğunu öğrendim. TED Koleji ve hocaları sadece ders değil, hayat dersi de verdiler. Ne mutlu ki böyle hocalara sahiptik. Daha adını anamadığım birçok hocam hayatıma dokundu. Hepsi nurlar içinde yatsınlar. Eğer onlar ve öğretileri olmasaydı ben olmazdım. İşimde bu yere ulaşamazdım. Haklarını helal etmişlerdir umarım.
Tabi sadece hocalarım değil babamın çevresi ve arkadaşlarının da hayatımda önemli yeri vardır. Orhan Peker’in atölyesine giderdik hafta sonları. Hiç karışmazdı. Boyaların içine dalar her şeyi karıştırırdım. Sesini çıkarmaz, sürdüğüm renklere bakarak, ‘’ne kadar güzel olmuş. İyi seçmişsin’’ diyerek beni cesaretlendirirdi. Akşamları bize yemeğe geldiği zaman da ilginç hikâyeler anlatır, kardeşlerimle beni eğlendirirdi. Orhan Kemal ailemizin başka üyesiydi. Ankara’ya geldiğinde bizde kalır, biz de İstanbul’a gittiğimizde onlarda konaklardık. Kitaplarını okumaya bayılırdım. Okul dönüşü posta kutusunda sicimle bağlanmış paket kağıdını görünce heyecanlanır, hemen adıma imzalanmış ve kısaca konunun anlatıldığı notla birlikte yollanmış kitabı alarak koşarak eve girerdim. O gün o kitap bitmeliydi. Annem erken yatmamı isterdi. Yorganı üzerime çeker, babamın el feneri ile okumaya çalışırdım. Çünkü Orhan amcam başta olmak üzere, diğer yazar arkadaşları kitaplarını okumamı ve eleştirmemi isterlerdi. Hâlâ verilen görevi eksiksiz yerine getirme huyum vardır. Ben de hemen düşüncelerimi yazar ve yollardım. Ne büyük hadsizlikmiş düşünülecek olursa. 13-14 yaşında büyük yazarlara görüşlerimi bildiriyorum. Sonra anladım ki kitap okumaya alıştırıyorlar, kendime güvenmemi istiyorlar. Hâlâ kitap okumak benim için bir şölendir. Ama internetten okumaya alışamadım. O kitabı okşamalıyım, sayfaları çevirmeli ve kâğıdı koklamalıyım. Orhan Kemal’le sürekli röportaj yapardım. Daktiloya saman kağıdını takar, hazırladığım soruları sorardım. O da üşenmeden bana yanıt verirdi. Bir daha geldiğinde yine aynı sorular. Ben de bıkmadım, Orhan amca da bıkmadan yanıt verdi. Niye saklamamışım ki. Ne yazık! Gazelleri, uzun havaları, barak havalarını bizzat, Ali Ekber Çiçek, Feyzullah Çınar, Aşık Veysel, Neşet Ertaş, Aşık Mahsuni Şerif’ten dinledik. Ankara’da muhakkak bize gelirlerdi. Ruhi Su’yu yine evimizde dinleme ayrıcalığına eriştim.
Covid-19 ile değişen hayatlarımızda basın, sanat nasıl şekil alacak?
Covid olmadan da basın anlayışımız değişmeye başlamıştı. İnternet medyası diye yeni bir mecra açıldı ve hayatımıza girdi. Elinde telefon olan herkes ‘’gazeteci’’ oldu. Tabi bu bilgi kirliliğini de beraberinde getirdi. Artık neye inanıp inanmayacağımıza şaşırır olduk. Eskiden haberleri ertesi gün gazeteden öğrenir, radyodan akşamları dinlerdik. Şimdi artık her an haberler elimizde. Ama dediğim gibi ne kadarı güvenilir bilemiyoruz. Zaman içinde, umarım olmaz ama, basılı gazete kalmayacak. Haberlerin doğru olup olmadığına mantık çerçevesinde karar vermemiz gerekiyor. Tabi böyle bir karara varmak gazetecilik yapanlar için biraz daha kolay. Halkın da her okuduğuna inanmaması ve olaylara soğuk kanlı yaklaşması günümüzde gerçekten büyük önem taşıyor. Covid hepimizi anti-sosyal yaptı. İçimize kapandık. Yüz yüze gelmeden sosyalleşme olanaklarının yollarını bulduk. Alışverişimiz internet üzerinden. Bu hayat benim için, hatta hepimiz için güzel değil. Ben sevdiklerimle kahve eşliğinde paylaşım yapmayı arzu ederim. Divan Oteli’nde sizle yaptığımız sohbetler, paylaşımlar unutulur mu? Tabi çikolata ve kahve eşliğinde. İstanbul’a geldiğimde eski semtleri yürüyerek yaşardım. Her yıl merak sardığım cam altı sanatı çalışmaları için Mardin’e giderdim kardeşimle. Tüm bunları özledim. Sanat konusuna gelince. Gerçekten çok hızlı bir değişim içindeyiz. Takip edebildiğim kadarıyla sergiler online yapılıyor. Müzeleri yine online geziyoruz. Müzayede online. Bunlar benim için biraz fazla. Ben fiziksel olarak galeride, müzelerde olmak isterim. Umarım pandemi geçtikten sonra her şey eski haline döner. Benim aklıma gelenler bu kadar. İnşallah beğenirsiniz. İlk kez böyle bir söyleşi yapıyorum. Bu fırsatı sağladığınız için çok teşekkür ederim.
Sevgili Elvan Baransel Hanım ile röportajımız gelecek kuşaklara kaynak olacak nitelikte. Lavanta bahçesinde dolaşır gibi hissettim ben okurken de yazarken de. Ve bu lavanta bahçesinden öğrenecek, içselleşecek nice öğreti var. RE Books Arts’ın İnceleme- Araştırma ve Röportaj bölümüne kayıtlı kıymetli bir belge de olacak. Ben de kendisine tekrar teşekkür ediyorum.
Elvan Baransel
TED Ankara Koleji 72 mezunu. Ziraat Bankası Genel Müdürlüğü Cento ve Anadolu Ajansı’nda görev yaptı. Muhabir olarak başladı. Genel Müdür Yardımcısı olarak emekli oldu. Birçok uluslararası ajans kuruluşunda yöneticilik ve genel sekreterlik yaptı. Türkiye Gazeteciler Cemiyeti Ankara Gazeteciler Cemiyeti Parlamento Muhabirleri Derneği üyesi, Fikret Otyam Vakfı Başkanı. Özel ilgi alanları: Örgü, tığ, okumak ve amatörce cam altı resmi yapmak. Evli. 45 ve 40 yaşında iki erkek evlat annesi.