Marks ve Engels kullandıkları kavramlar sayesinde düşünce hayatımız üzerinde kalıcı etkiler bırakmış, hala yazıldığı zamanki geçerliliği koruyan ve bizlere rehberlik eden düşünürlerdir. Bugün sizlerle Marks’ın kullandığı anlamda “Yabancılaşma” kavramı ve Engels’in “Anti Dühring” eserinde yer alan “Özgürlük zorunluluğun bilincine varmaktır” adlı deyişi üzerine okuduğum yazılardan çarpıcı bulduğum bölümleri paylaşmak istiyorum:
Yabancılaşan insan her şeyden elini eteğini çekmiş bir makine gibi sürekli çalışan mutsuz bir insan yapısı çizer. Ürettiği şeyin nesnesi haline dönüşmüştür. Günde bir tane araba üreten bu insan, örnek vermek gerekirse ömrü boyunca yapacağı çalışma ile bir araba almayı dahi başaramaz. Kendisi sistemin kölesi haline dönüşmüştür. Artık artı değer yani ihtiyaç duyulandan fazlasının üretilmesi ile insanın hayatı da anlamsızlaşır. Çalışmasını anlamlandıramaz, yaşamak için mi çalışıyordur yoksa çalışmak için mi yaşıyordur? Yaşamsal amaçlar anlamsızlaşırken, kapitalizmin çarkları ilk olarak onu öğütmeye başlamıştır. İnsan kendine yabancılaşmakla kalmaz, aynı zamanda içinde bulunduğu sosyal çevreye de yabancılaşmaya başlar. Artık ne kendisi ne de tercihleri için özgür değildir. Ancak zorunlu olduğu şeyleri yerine getirebildiği, bu üst bilince sahip olabildiği ölçüde sözde özgürlüğü söz konusudur. Şimdi bahsettiğimiz temel kavramların irdelenmesi üzerinden kapitalizmin doğası ve insan doğası üzerine sağlıklı bir bakış açısı geliştirebiliriz.
“Yabancılaşma Nedir?
Yabancılaşma, belli tarihsel koşullarda insan ve toplumun( emeğinin, paranın, zamanının, toplumsal ilişkilerinin, insana özel yeteneklerinin) bu etkinliklerden bağımsız ve bunlara egemen ya da özlerindeki değişikliktir. Genel tanımlama yapıldığı zaman kişiyi çevresinden ve kendinden uzaklaştıran, yabancı hale gelmesine neden olan gelişme olarak tanımlanabilir.
Kişinin kendine yabancılaşması aslında bir psikolojik durum olarak gözlenir. Kişinin ruh halinin bozulması ile birlikte toplumsal çözülmeler meydana gelir. Toplumsal yapının bozulmasıyla ekonomik durumda aksamalar meydana gelecektir.
Yani yabancılaşma toplumsal, felsefe, ekonomik gibi alanlarla da iç içe geçmiştir. Aslında bu şekilde düşünelim, yabancılaşma insanı ilgilendiriyorsa, insanla ilgili tüm alanlarla da iç içedir.
Yabancılaşma insanın kendine yabancılaşmasıyla birlikte artık kendini çevresinden de soyutlamaya başlamasıdır. Benliğinin özünden uzaklaşan insan artık hayatla bütün bağlantılarını keser. Yabancılaşma kavramını tanımlamaya çalıştık peki yabancılaşma kavramına neden olan etkenler nelerdir. İşte onu da Karl Marks yabancılaşma kavramını anlatırken iyi bir açıklama getirmiştir.
Karl Marks’ın Yabancılaşma Kavramı;
Yabancılaşma terimini ilk olarak Hegel kullanmıştır. Hegel’e göre insanların özünden yani gerçekliğinden uzaklaşmasının insana bağlı olduğunu düşünerek yabancılaşmış insanı tarihiyle uzaklaşmak ister şeklinde açıklamaya çalışmıştır. Yabancılaşma kavramı Marks ile birlikte tanınmaya başlanmıştır. Karl Marks’ın iki boyutlu yabancılaşma kavramı vardır.
Birinci yabancılaşma kavramı, kişinin doğayla olan yabancılaşmasıdır. İkinci yabancılaşma kavramı ise kapitalizmin etkisinde ortaya çıkan yabancılaşma kavramıdır. Şimdi Marks’ın yabancılaşma kavramlarına açıklık getirmeye çalışalım. Marks yabancılaşma kavramında ne demek istemiştir.
İnsanın Doğaya Karşı Yabancılaşması;
İnsanlar ilkel zamanlarda doğa ile iç içeydi. Hatta insan doğanın ayrılmaz bir parçasıydı ve doğa ve insan adeta bir bütün halindeydiler. Ancak şu an korunakların, farklı iş alanlarının ortaya çıkması ile insanlar doğadan yani iç içe olduğu tabiattan uzaklaştırıldı ve doğaya karşı yabancılaştırıldı. Şimdi doğadan korkuyor ve doğadaki doğal şeylerden yararlanamıyor.
Kapitalizm Yabancılaşmanın Nedeni;
Kapitalizmle birlikte yani tüketim toplumuna geçilmekle birlikte yabancılaşma kavramının daha belirgin hale geldiği gittikçe daha da korkunç bir hal alacaktır. Marks yıllar önce günümüzdeki tüketim çılgınlıklarına değinmesi bu gün bu yabancılaşma düşüncesinin hala geçerli olduğunu gösteriyor. Marks yabancılaşmayı ekonomik bazda ele alarak incelemiştir. Marks’a göre toplumun temellerini ekonomi oluşturur, zaten bunun için her şeyin ekonomi ile bağlantılı olduğunu dile getirmiştir.
Yabancılaşma, bireyin emek vererek ortaya çıkardığı ürünün kapitalizmin mülkü olduğunu ve emekçinin hiçbir zaman ürettiği ürünlerden faydalanmadığını söyler. İnsanın ürettiği ürüne sahip olamaması insanın ürüne karşı yabancılaşmasına neden olur. Örneğin, İngiltere ile ilgili gezi haberi yapıyorsunuz, oradan buradan topladığınız bilgileri bir araya getirip yapıyorsunuz. Gitmediğiniz, yabancı kaldığınız yerleri kaleme dökmeniz size mutluluk vermeyecektir. Sizin yaptığınız haber sayesinde belki başkaları gidip dolaşacak sizin imkanınız olmadığı için ancak yazmaktan ileri gidemeyeceksiniz ya da bir çikolata fabrikasında çalışıyor, çikolataları yapıyor ama tadını bilmiyorsanız yapmış olduğunuz ürüne karşı yabancılaşmış oluyorsunuz. Yabancılaşan insan mutsuz olur, sürekli kendinden arınmak ister, toplumdan kaçar.” (https://www.neoldu.com/yabancilasma-nedir-marksin-yabancilasma-kavrami-6207h.htm
Özgürlük ve Zorunluluk
Engels, Anti-Dühring adlı yapıtının “Özgürlük ve Zorunluluk” bölümünde, “özgürlük, zorunlulukların bilincine varmaktır.” önermesine açıklık getirir.
“Özgürlük ve zorunluluk ilişkisini doğru olarak ilk düşünen Hegel oldu. Ona göre, özgürlük, zorunluluğun kavranmasıdır. ‘Zorunluluk ancak kavranılmadığı ölçüde kördür.’ Özgürlük, doğa yasaları karşısında düşlenmiş bir bağımsızlıkta değil, ama bu yasaların bilinmesinde ve bu bilme aracıyla bu yasaların belirli erekler için yöntemli bir biçimde kullanılma olanağındadır. Bu, dış doğa yasaları için olduğu kadar, insanın maddi ve manevi varlığını yöneten yasalar,-gerçekte değil, olsa olsa kafamızın içinde ayırabildiğimiz iki yasa sınıfı için de böyledir. (…)
Öyleyse özgürlük, kendimiz ve dış doğa üzerinde, doğal zorunlulukların bilgisi üzerine kurulu egemenliğe dayanır; böylece o, zorunlu olarak, tarihsel gelişmenin bir ürünüdür. Hayvanlar âleminden ayrılan ilk insanlar, her esas noktada, hayvanlar kadar az özgür idiler; ama uygarlığın her ilerlemesi, özgürlüğe doğru atılmış bir adımdı. (…)
Çünkü sürtünme ile ateş yakma, insana, doğanın bir gücü üzerinde ilk kez olarak egemenlik verdi ve böylece onu hayvanlar aleminden kesinlikle ayırdı.” (Engels, Anti-Dühring, s: 202-203)