2020 biterken ister istemez bir iç hesaplaşmaya giriyor insan. 2020’de ne oldu? Ne bizde olumlu ya da olumsuz derin izler bıraktı? Geriye dönüp baktığınızda 2020’de yaptığınız, 2021’de de tekrarlamaktan kaçınmak için kendinize söz verdiğiniz neler var? Keşkeleriniz, pişmanlıklarınız, âmâlarınız neler? Neler kazandınız, neler kaybettiniz? Olmak için kendi kendinize söz verdiğiniz o ideal insana ne kadar yakınsadınız ya da ondan ne kadar uzaklaştınız? Bu sorulara ortak yanıtlar bulmak mümkün müdür? Her insanın yaşam deneyimi farklı olsa da insanın kendini gerçekleştirme serüveninde genel geçer bazı durumlardan; hiçbir kültür ve sınırla kısıtlı olmayan, her zaman her yerde deneyimlenen, bir bilinç hali, bir ruhsallık ve maneviyattan söz edebilir miyiz? Ben bu soruya evet yanıtını verenlerdenim. Kanımca bu ruhsallık insanın “iyi olma” konusundaki yolculuğunu ifade eden genel geçer bir durumdur. Bu yolculukta insana rehberlik eden bazı erdemler, değerler silsilesi mevcuttur. Diğer insanlarla farklılıklarımızdansa; yaradılışımızdan kaynaklı aynılıklara yoğunlaştığımızda, insanın temel ihtiyacının ne olduğuna, yaşama sebebine dair bir bilgimiz olur. Bireyin kişisel hayatının gerçekliğine aktarabileceği ve kişisel hayatının içinde yaşatabileceği evrensel prensipler bulunur. Özde ruhsallık nasıl yaşayacağını bilmektir ve bu bilgi mutluluğu getirir. Mutluluk veya ondan yoksun olmak dış etkenlerden değil, içimizdekilerden kaynaklanır. Başka hiçbir kişi veya etken kalıcı olan bu durumu yaratamaz. Sonuçta hayat biz onunla ne yaparsak odur.
Düşüncelerimizin niteliği yaşamımızın niteliğini belirler. Düşünce hisleri ve davranışları yaratır, bunların bileşimine farkındalık denir. Bir düşünce tohum gibidir. Zihninize hangi nitelikte tohumlar ekerseniz, o cinste meyveler elde edersiniz. Doğal halinde bir zihin huzurludur ve huzurlu bir zihin ise berraktır. Zihnimiz, gereksiz ve yıpratıcı düşüncelerle yüklenmemelidir. Zihnin en büyük hastalığı özellikle başkaları hakkında; onların ne yaptıkları, ne yapmadıkları, ne dedikleri, neden dedikleri, neden demedikleri hakkında çok fazla düşünmektir. Bu zihni dinginliğinden yoksun bırakır. Sürekli olarak başkalarının sözlerinin ve fikirlerinin etkisi altında kalmak, onların düşüncelerine odaklanmak zihni yorar. Freni boşalmış bir kamyon gibi kontrol edilmeyen gergin; endişeli, baskılı, zihin pek çok zarara yol açar. Kendimizi kontrol edemezsek başka insanlar bizi kontrol eder. Bu tarz zarar verici düşünme biçiminden ve onun tarafından şekillenen hareketten önce; içimize doğru bir yolculuğa çıkmak, özümüzle barışmak, huzuru getirirken, bizi zamanla oluşan duygusal, düşünsel ve fiziksel düzensizlikten korur. Aksi halde bu huzursuzluk korkuyu getirir. Bir kısırdöngü gibi korkan ve kaygılanan zihin de doğru düşünemez. Kişilerle olan ilişkilerimizde boyun eğiş hali de korkudan kaynaklanır; kendimiz olmaktan, kendimizle yüzleşmekten, değişmek ve başka bir tarafa yönelmekten korkmaktan… Kendimize saygı bizi korkularımızdan kurtarır. Kendimize saygı bizi bağımlılıklarımızdan kurtarır. Böylelikle toplumsal görüşlere ve ilişkide olduğumuz kişilerin görüşlerine boyun eğmeyiz.
Yaşamda bir alma-verme dengesi vardır. Bu dengedeki bozukluk, kendini sevmeme ve değersiz hissetmeye neden olur. Aslolan paylaşımlardır; aynı hisse ortak olmak, yani karşılıklı bir akımdır. Sevgi verir, sevgi alırsınız. Bunun aksi bir durum kronik bir mutsuzluğa yol açacaktır. Aldığımızdan fazlasını veriyorsak, sonuçta yaşamın adil olmadığı sonucunu içselleştiririz. Oysa bu duruma neden olan, düşüncelerimizin ve davranışlarımızın ötekilerde farklı etkiler yaratmasını ummak ve karşılığında sevileceğine inanmaktır. Bu alma-verme dengesini muhafaza etmek insanın ruhsal sağlığı için elzemdir, çünkü almadan vermek tanrısal bir özelliktir.
Yunus Emre ünlü dizelerinde “ Beni bende demen, bende değilim / Bir ben vardır bende benden içeri” derken, Mevlana da benzer görüşü “Senin içinde bir can var, onu ara” şeklinde ifade etmiştir. Bu arayış yaşam boyu devam ederken; bu yolda ayakta kalabilmenin, sağlam durmanın yolu, hiçbir zaman kendimizden ümidi kesmememizdir. İnsanın kendini gerçekleştirme serüveninde; zihnine huzuru getirebilmek için içine doğru yolculuğa çıkması, “içindeki o canı araması” gerekir. Bu bilinci oluşturacak olan şey frenlenmeyen bir zihinde olmak değil, düşünmeyi bilmektir. Düşüncelerimiz ne ise bilincimiz de odur ve bilincimiz ne ise hayatımız da odur.
KAYNAKÇA:
Anthony Strano, Spiritüaliteyi Keşfetmek, Birinci Basım, İstanbul, Ekim 2000