Bir süredir yazılarına ara veren yazarımız Duygu Şengül’den e-postamıza yeni bir yazı düşünce doğrusu heyecanlandım. Duygu, bazen seri şekilde yazar bazen de ara verir. Ama her ara verişinde ve geri dönüşünde öyle bir konuyla döner ki; ‘işte beklenilen yazı budur’ dedirtir insana.
Her yazısı bilimsel temellere dayanan Duygu Şengül’ün bu yazısı biliyorum ki, takipçileri tarafından yine çok beğenilecek, yorumlar yapılacak. İyi okumalar.
Einsten’ın “İzafiyet Teorisine” göre zaman algımız, tamamen bulunduğumuz yere ve nasıl hareket ediyor olduğumuza göre farklılık göstermekte. Yani “Zaman’ın” bizatihi kendisinin yaratıcısı insandır. Einstein’a “İzafiyet Teorisini” kısaca nasıl anlatırsınız diye sorduklarında “Elinizi bir dakikalığına sıcak bir fırının içine sokun, sanki bir saatmiş gibi gelir. Güzel bir kızla bir saat kadar geçirin, bir dakikaymış gibi gelir, izafiyet budur.” demiştir. Öyleyse zaman tamamen bizim algılayışımızla şekillenmektedir. Zamanın sürekliliği ilkesini sarsan bu durum, tarihin sürekli bir ilerleme halinde değil, ileriye ve geriye doğru sıçramalar halinde olması ile açıklanabilir. Bu bilimsel veriler ışığında, kendi hayatlarımıza baktığımızda, insanın ömrünün uzunluğu ya da kısalığının hayatta kalınan yıllarla değil, o yılları nasıl yaşadığımız ve zamanı nasıl algıladığımızla ilgili olduğunu söyleyebiliriz. Ömre bedel anları çoğalttığımızda yaşımız, sayılar, anlamını yitirir. Matematiksel olarak yaşamda ne kadar uzun kaldığımızla, kaldığımız o süreyi nasıl, ne kadar yoğun ve anlamlı yaşadığımız arasında ciddi bir fark vardır. O yüzden sayılara; yıllara, kaç yaşında olduğumuza takılmak yerine, her şeyi yoğunluğuyla yaşamak, kısacası “zamanın hakkını vermek” önem kazanır. “Zeitgeist- Zamanın Ruhu” kavramının yaratıcısı Alman şair ve filozof “ Johann Gottfried Herder” bu durumu insanın “zamanın ruhuna yön verebilmesi” ile açıklar. Zeitgeist ( Zamanın Ruhu) eski zamanların tecrübelerinden süzülüp gelen ve insana-topluma, gelecek zamanlar için yol gösteren bir manevi güçtür. Sıradan insan değil, ama aklı eren kişi zamanın ruhunun taşıdığı gücü kavrayabilir ve onu kullanabilir. J.G Herder bunu “Bilgenin itinalı emin eli doğru zamanlamayla zamanın ruhuna yön verebilir” şeklinde ifade etmiş ve “ama ilkesel olarak ona teslim olmamalıdır” diye eklemiştir.
İnsanın zamanın ruhu ile kendi ruhunu eşgüdümlü hareket ettirebilmesi, yaşadığı “göreceli zamanın” tabiri caiz ise “hakkını verebilmesiyle” mümkün olur. Bunun yolu da “anda olmaktan ve farkındalıktan” geçer. Geçmişin hayaletlerine; hatalarına, belki de size utanç veren anılara, keşkelere, amalara ısrarla tutunan insan, içinde bulunduğu biricik an’ı yaşayamaz. Yine gelecek kaygıları ve korkularıyla, acabalarla meşgul bir zihnin de an’nın farkında olması mümkün değildir. Aslında “An’da Olmak” insanın bilinçli iradesini kullanmasıyla, kendi elinde olan bir şeydir. Gün içinde aklımızdan sayısız düşünce geçer. Günlük yaşamın kaotik ortamında, zihnimiz o kadar kaybolur ki yaşadığımız an’nın farkında olamayız. Oysa zihnimizi telkin ederek, ona neye odaklanması yönünde yol göstererek, geçmiş ve gelecek takıntılarımızı zihnimizdem uzaklaştırıp, hükmedebileceğimiz tek zaman parçası olan “şimdiye” “yaşadığımız an’a” yoğunlaşabiliriz. Böylelikle şimdide; o anda yaptığımız eylemin farkında olmak, bu farkındalık sayesinde “eylemimizi” hakkını vererek yaşamak, fırsatımız olabilir. Beyin bu yönde eğitilebilir; yanlış düşünce kalıpları yıkılabilir, kişilik organizasyonumuzdaki eksikler giderilebilir. Bu sayede keşfedeceğiniz ”şimdilerin” niceliği ve niteliği”, kısaca anlamı ve değeri çoğalır. Düşünür “Bernie Clarck” bunu şöyle ifade eder: “Düşüncelerimizin ruh halimizi etkilemesine izin vermek zorunda değiliz. Bunun yerine var olan deneyimi kabul edip, onun farkında olmalıyız”.
Mevcut an’ı yaşamak yerine geçmişin gölgesinde, geçmişin hayaletleri ile pişmanlıklarımızı düşünerek; bizi suçlayan ve hiç susmayan iç sesimizin zihnimize hakim olmasına izin vererek ya da geleceğin belirsizliğinin yarattığı kaos durumuna zihnimizi hapsederek, belki de hiç gerçekleşmeyecek şeyler için gereksiz endişeler düşünerek, “izafi olan zamanı” hiçlikle harcıyoruz. Bu durumu en güzel ifade eden sözlerden biri de “Eckhart Tolle” ye ait. Tolle “ Mutsuzluğun birincil sebebi içinde bulunulan durum değil, sizin bu durum hakkındaki düşüncelerinizdir” der. Yapılması gereken şimdide yapılan eyleme, kendini vererek sahip çıkmaktır. Sadece o anda yediğimiz yemeğin tadına yoğunlaşmak, karşımızdakini dinlerken kendi söyleyeceklerimizi düşünmeden o kişinin sözlerine odaklanmak, kötücül iç sesimizi susturarak, zihnimizi telkin yoluyla dinlendirebilmek ile zamanın hakimi olmayı başarabiliriz.
Hayat hızla akıp gidiyor. Dönüp geriye baktığımızda geçirdiğimiz yılların zihnimizin gereksiz şeylerle meşguliyeti yüzünden, an’da olamamamızdan kaynaklı olarak nasıl geçtiğinin farkında olamadığımızı idrak ediyoruz. Oysa “hayatımızın kontrolünü eylemlerimize ilişkin farkındalık düzeyimizi arttırarak ve “an’da olmaya” yönelik zihinsel telkinlerle elimizde tutabiliriz. Kanımca dolu dolu bir yaşam sürmenin ve yaşamımızın hakkının vermenin biricik yolu budur. Latin Edebiyatının ünlü ozanı Horatius’un bir dizesinde dediği gibi “Carpe Diem” yani “Günü Yakala ve An’ı Yaşa”.