Yazmak bir “varoluş biçimi” olarak, insanın kendisiyle hesaplaşmasının en iyi yoludur. Sözcüklere kolay kolay yalan söyletemezsin ve yazarken yüzleşirsin kendi gerçekliğinle. Yoktan var ettiğin o kelimeler demeti senin aynan olur. Zihninin; ruhunun, girilmez alanlarına girersin, normalde karşılaşmak istemediğin “kendini” karşında bulursun.
Artık kendine yalan söylemezsin, “kendine yalan söyleyenlerin hiç kimseye inanmadıkları” gerçeği bir tokat gibi iner yüzüne. Ben de yazarken okuyucularıma dürüst olarak iç hesaplaşmamı yapıyorum. Beni bu yolculuğumda yalnız bırakmayan sizlerin varlığı çok değerli.” Duygu’lu Aforizmalar-1[i] ve Duygulu Aforizmalar-2[ii]” adlı yazılarımdan sonra; kronolojik sıraya bağlı kalarak, “yeni aforizmalarla” sizlerle yeniden buluşmanın mutluluğunu yaşıyorum. Beni yazma serüvenimde yüreklendiren herkese teşekkür ediyorum.
“Bir pencere bulun zor olsa da, özgün bir bakışınız olsun hayata dair. Sizin sözünüz olsun başkasının söylediğinden gayri. Düşünün; sorgulayın, her söyleneni olduğu gibi kabullenmeden, birilerinin sürekli papağanı olmadan önce…
Çıkarları uğruna hayatlarını bir başkasının gölgesi olarak yaşamayı kabullenenler için yazık, çok yazık…
“Yolda yürüyordum. Bir baktım heybem yükle dolmuş. Ne çok biriktirmişim pişmanlıkları, keşkeleri, amaları, kendini ve diğerlerini affedemeyişleri… Kolay olmadı ama hepsini boşalttım heybemden, yüreğimden güç bularak. Rahatlayıp hafifledim ve yoluma koyuldum yine, yol beni nereye götürürse oraya. Heybemde bir “tek kaygısızlık ve ruh hafifliği…” .
Hüznü dağıtmak ne kadar zordur bazen. Fonda mahur beste varsa, “Müjgân’la ben ağlaşırdık”… Biz ağlaşırken başkaları gülsün isterdik yine de… “Güneşten ışık yontmayı” hayal ederek aydınlattılar ortalığı Denizler, bizim gibi başkaları gülsün istediler… Ve artık yoktu üç fidan; köklenmiştiler, fidanların yerinde darağaçları vardı artık. Yeni oyunlar oynanırken üzerimizde kırıktı kanatlarımız. Kirpiklerimizden yani müjgânlarımızdan hüzün dökülüyordu adeta… Attila İlhan’ın kalemindense hicran dolu bu dizeler: “Şenlik dağıldı bir acı yel kaldı bahçede yalnız. Gitti dostlar şölen bitti ne eski heyecan ne hız, yalnız kederli yalnızlığımızda sıralı sırasız…”
Sıfırı tüketmiştik çoktan, eksi sonsuzlukta uğurladık gidenleri… Ölüme giderken çocuklarımız; gülüyorlardı ve halay çekiyorlardı. İçlerinde yardımlaşmanın coşkusu ve heyecanı… Eksildikçe, eksideyken umut bulmak ne zor yarınlar için. Ötekileştirmeden bizim acımız diyebilmek ve aynı yasa ortak olmak hayati önem taşıyor. Maalesef aksi düşüncede olan insan müsveddeleri de var.
Gökyüzünde yıldızların kayışını izliyorum, çoktan ölmüş ama hala parlaklığını yayan bir ışık huzmesi yıldızlar… Şehirden kaçabilmenin mutluluğu belki de soğuklardan önce son keyif sahilde. Dalgaların sesleri zihnimde kötücül ne varsa silip götürüyor… Son sigara keyfinde dumanlanıyor karşı adalar, deniz fenerlerinin yanıp sönüşü ile. Her şey var yaşama tutkusu için kaçıp geldiğim bu yerde. Kendimi bulmak için tüm çabam. Bir ben varım benden içeri; gerisi teferruat, bir kum tanesi ya da bir yıldız kadar evrendeki yerim, ikisinde de birer zerreyim. Bıraktığım, bırakacağım izler hayata dair kumsaldaki ayak izlerim kadar kalıcı sadece…
Bugün yarından karanlık olacak diye hayıflanmanı istiyor bazıları… Korku dağları yaratarak seni sindirmek istiyorlar. Yani herkesin başınabir polis bir jandarma dikmek mümkün olmadığı için bunu, muhaliflerin başına gelenler ile korku dalgaları yaratarak başarıyorlar. Ehveni şer diye sarılma onlara. Oltadaki yemi yutma. Boğulacaksan da derin sularda boğul küçük ayak oyunlarına gelmeden. İnsan olmanın hakkını vererek yaşa, yaşa ki her şeye rağmen güzel olan bu hayattan al hakkına düşeni. Korku umudun düşmandır. İnan kendine, “yürü üstüne celladın, hayının”… Çaresiz değilsin, çarenin kendisisin…
“Tanrı kendi ruhundan üfler yarattığının ruhuna” ve bu yüzden özünde ebedidir insanın varlığı; hiç kaybolmayacak bir enerji gibi sonsuzluktadır yeri, çünkü sonsuzluk da ölümle başlar.
Geçmişte yaşanmaz dense de geçmişle hesaplaşmadan yaşanmaz esas. O geçmiş çıkar karşısına insanın; yürüdüğü yolda, soluduğu havada, rüyasında, kâbusunda… Üstü örtülmez geçmişin. Ne hafızasız insan insandır ne de toplum toplumdur… Geçmişle hesaplaşma da işine gelmeyeni yok saymakla, bilincin en ücra köşelerindeki tozlu sayfalara saklanmakla olmaz. Kandırmacadır yaşanan aksi halde, ne bugündür ne de yarın, koca bir yalandır.
Hayat anlar demetidir. Geçmiş, bugün ve gelecek yeniden kurgulanır zihnimizde. Zamanla geçmiş ve gelecek “olmuş ve olacak olanın” ötesine geçer, farklı bir gerçeklik kazanır. O halde elimizde sadece “bugün, yani olan” vardır. Bu durumda bugünü layıkıyla yaşayabilmek, akrep ve yelkovanın esiri olmadan “zamanın ruhuna” ortak olabilmek, hayatı yakalamanın en doğru yoludur.
Her gün güneşin doğacağı ve gecenin son bulacağı gerçeğine inandığım kadar inanıyorum; kötünün devranının da karanlık gece gibi son bulacağına, kaçınılmaz iyiliğin doğan güneşle galebe çalacağına…
Kadınlar; elleri ile işlerler toprağı Anadolu’mda, umutla sırtlarlar hasatı… Kuzeyde; güneyde, doğuda, batıda emekçi kadınlar güneşin sıcağında ekenler; biçenlerdir, yüklenenlerdir toprağın çilesini derdini. Ellerinde nasırlar, sırtlarında umuttan sepetler, yüreklerinde harman zamanı.
Tarih yazar… İnsanlık tarihtir. Medeniyetler üzerinden medeniyetler geçti. Şehirler üzerine şehirler kuruldu. Yerle yeksan oldu Pompei. Pompei’nin üzerinden şehirler geçti. Taşlaşan ne varsa Vezüv’ün küllerinde, bir kazma vuruşu ile ortaya çıktı. Tarih yazdı. İnsanı yazdı, yüreğimizdeki afetleri… Küllerin altına saklanamadı hiçbir şehir, insanlık yaptıklarını gizleyemedi. Kimsesizler mezarlıklarında, toplu mezarlarda uyuyanlar gün geldi dirildi adı sanıyla capcanlı karşımıza. Görmedin mi? Nasıl yazacak tarih bugünleri? Tarih asırlar sonra bile yazdı firavunları. Kim kaçabilecek yaptıklarından? Nasıl kaçacaklar bugünlerinden müstevlileri? Tarih yazmayacak mı olan biteni? Mezarlıklar adı sanı bilinmeyen taştan heykeller gibi dururken karşımızda bugününden kim kaçabilecek ki? Tarih sahi nasıl yazacak bugün olan biteni? Bir utanç denizi olacak mürekkebi ve bugün kaçtığını sananlar, tarihin makûs talihiyle karşılaşacaklar. “Tarih yazacak bedel ödeyenleri ve bedel ödetenleri…” Bundan kimse kaçamadı ki…
Bazılarının en iyi yaptığı şeydir unutmuş gibi görünmek ve yokumsamaktır. Belki de en sağlam savunma mekanizmalarından biridir bu. Bu bazıları yeni hayatlara geçiş yaparlar; geçmişle yüzleşmek ya da hatırlamak, işlerine gelmez. Onlar da silerler; yaşanmış her kim ve ne varsa, yalana sarılırlar… En iyisi unutmaktır; “tabii mümkün olduğu kadar”, sizi kolayca harcarlar, hayatlarından çıkarırlar ve hem kendilerini hem de yeni hayatlarının yoldaşlarını kandırırlar.
Yavaş yavaş ölenlerden olmayalım, rüyalarımızı gerçekleştirmek için risk almak gerekirse korkmayalım… Aşkta ve işte bedbahtsak eğer, istikamet değiştirecek kadar yürekli olalım; zaten öleceğiz hepimiz ama yavaş yavaş ölenlerden olmayalım. Niye tutkulardan ve verdikleri heyecanlardan kaçınmak; niye bu kadar garanticilik, benim olsun da varsın mutsuzluk olsun demek, niye kaçınılmaz gibi algılanan mülkiyet duygusuna sırtımızı yaslamak??? Varsın mülksüzlerden olalım ama alışkanlıkların esiri olmayalım… Hayatın bize biçtiği rolü bu denli koşulsuz kabullenmek niye, ufukları değiştirmemek niye, niye bize dar geldiği besbelli elbisenin içinde hareketsiz kalmak ve böyle bir yaşamı kabullenmek? Niye hayatın rengini değiştirme riskine bile girmeyenlerden olmak; denemeden önyargıların esiri olmak, niye gördüğü rüyaları bile hatırlamayıp, hep aynı sıkıcı sabahlara uyanmak? Öleceğiz elbet ama yavaş yavaş ölmeyelim derim. Pablo Neruda da ” Hayatlarında bir kez dahi mantıklı tavsiyelerin dışına çıkmamış olanlar, yavaş yavaş ölürler” demiştir. Bence çok geç olmadan üstada kulak verelim…
İnsan sürekli bir değişimin ve dönüşümün öznesidir. Kendimizi tanıma çabamız bu yüzden bir ömür boyu süren içsel bir serüvendir. Hayat “artık kendimi tanıyamıyorum” cümlesini defalarca kurdurur insana. Bunda şaşılacak bir yan yoktur, bu değişim ve dönüşümün dikkate alındığında.
https://www.guncelkadin.com.tr/2020/06/05/duygu-sengul-yazdi-duygulu-aforizmalar-1/
[ii] https://www.guncelkadin.com.tr/2020/06/10/duygu-sengul-yazdi-duygulu-aforizmalar-2/