1980’li yıllar çocukluk günlerimin geçtiği yıllardı. Yoklukların çoğunlukları birleştirdiği, küçücük evlere büyük kalabalıkların sığabildiği, anneanne ve dedelerle aynı odanın paylaşılabildiği çok tatlı zamanlardı. Şimdi çocukluk yıllarınızda yapılan bir çekim size gönderilse veya çocukluk anılarınızdan birini anlatan bir mektup alsanız ne kadar mutlu olurdunuz değil mi?
80’li yıllarda Abdullah abi Fransa’dan gelir ve elindeki kamerayla bizlerin görüntülerini kaydederdi. O zamanlar bu bizim gibi bir aile için çok ulaşılamaz bir şeydi. Adeta lükstü. Yıllar sonra Abdullah abi bize zaman zaman çocukluk görüntülerimizi gönderiyor. Neler yok ki bu görüntülerde! Ailemizin büyüklerinden kaybettiklerimiz, eski evimiz, çocuk oyunlarımız, org çalışım, kardeşimin peşinde fır fır dolanışım, annemizin özenle saçımızı taraması. Hatta solan çiçeğime üzülüşüm bile var!
Geçen hafta beni çok şaşırtan bir şey oldu. Amcam, bana özel defterine not aldığı bir çocukluk anımı yazdığı bir mektup gönderdi. Okudukça bu anı kafamda canlanıp adeta su yüzüne çıktı.
Yıl 1986. Henüz 5 yaşındayım. Ben, kız kardeşim Özlem, kuzenlerimiz Adem ve Erdem abimle Melek ablam ve onların kuzenleri Arzu ve Ahmet, yani toplamda yedi çocuk amcamın arkasında namaz kılmak üzere sözleşiyoruz. Çoğumuz namazın nasıl kılındığını bile bilmiyoruz. Çocuğuz ya, amcam da kırmıyor bizi. Cümbür cemaat diziliyoruz arkasına. Önde amcam, arkasında biz yedi yaramaz, en arkadaki koltukta oturan annelerimiz. Annelerin görevi namaz sırasında bize direktif vermek… Başlıyoruz namaza. Kulak kesilip yanımdaki ne yaparsa, ben de onu yapıyorum. Önce ayakta duruyoruz. Bu arada arkadan anneler başlıyor yönlendirmeye: “Oğlum, sen elini göbeğinin üzerine koy. Erkekler öyle yapar”. Bir diğeri “Kızım sağa sola bakma, karşıya bak. Bildiğin duayı oku.” diyor. Sonra hafiften eğiliyorlar. Ben de yapıyorum aynısını. Kalktık ve secde zamanı. Herkes yere yatınca ben ne bileyim. Yüzüstü dümdüz uzanıyorum yere. Tabi ben boylu boyunca uzanınca arkamdaki kardeşime yer kalmıyor. O da bir müddet ayakta bekledikten sonra hafifçe sola kıvrılıp yapıyor secdeyi. Neyse zor bela geçiyoruz ikinci rekata. Yine ayaktayız. Anneler direktiflerine tam gaz devam ediyor. Derken dışarıda bir araba sesi duyuluyor. Şimdi hangisi olduğunu hatırlayamadığım annelerden biri heyecanla: “Aaaa geldiler, geldiler!” diye bağırınca diğer anneler hemen pencerenin önüne koşuyorlar. Meğer bizim komşulardan birisi doğum yapmış da eve gelmiş. Önceleri çocuğun cinsiyeti doğumda öğrenilirdi ya, hemen bebek battaniyesinin rengini görmek için üşüşüyorlar pencerenin önüne. Anneler koşar da çocuklar durur mu? Yedi çocuk hepimiz hurrah pencereye. Hayır bana ne oluyor! Pencerenin arkasından hiçbir şey göremeyeceğim halde benim ne işim var orada? Geri kalmayacağım ya diğer çocuklardan. Bulabildiğim aralardan ilerleyip en öne geçme çabam takdire şayan. Komşumuz arabadan inip eve girene kadar izliyoruz onu. Dışarıdaki filmimiz bitince gözler içeriye dönüyor ve amcam namazın dördüncü rekatına geçmiş. Hemen aynı anda arkasına dizilip namaza kaldığımız yerden devam ediyoruz. Anneler sanki hiçbir şey olmamış gibi direktiflerine devam ediyor. “Kızım senin yerin orası değildi. Kardeşinle yer değiştir”.
Yıllar sonra bir mektup vasıtası ile böyle güzel bir anıyı hatırlamak ne güzel… Bu yazıyı okuyan sevgili arkadaşlarım, sizler de çocukluğunu hatırladığınız şimdinin gençlerine böyle mektuplar yazmaya ne dersiniz? Küçük bir anıyla mutlu etmek ister misiniz tanıdıklarınızı? Tamam, mektup yazmak zor geliyorsa, sosyal medya üzerinden de gönderebilirsiniz iletilerinizi.
Annem hastanedeyken birlikte o dönemin lüks atıştırmalığı kremalı bisküviyi paylaştığım Emel’e, her sabah benden daha erken kalkıp bisikletime benden önce binen Bayram’a, birlikte ödevler yaptığımız Nesli’ye, kıvır kıvır saçlı Heves’e, aslında çok iyi bir çocuk olmasına rağmen hep oyunlarımızı bozan Sarı Serkan’a, beni her gördüğünde kim olduğunu bilip bilmediğimi test eden ve bildiğim zaman da hep çok şaşıran Hollandalı Ömer’e, birlikte okula gittiğimiz polis çocuğu Engin’e selam olsun…