Uzun bir bayram dinlencesini geride bırakırken, burada, çocukluğumun bu yedi renk yedi iklim kentinde ayrılığı ve seni düşünüyorum. Nicedir bunca acının, umarsızlığın kol gezdiği bu kentin ıssız, bir o kadar da hoyrat varoşlarında, ürkek sokak çocuklarının meraklı bakışları altında dolaşırken; ayrılık, sen ve ben bir aradayız. İçimde nedeni belirsiz bir hüzün. Gözlerim nemli. Bir an sesini duyar gibi oluyorum. “Ağlıyor musun Ece?” “Hayır” diyorum güçlükle. Sesim titriyor. “Bu kentin hiç bitmeyen lodosundan olmalı. Bilirsin, ya gözlerim rüzgâra dayanmaz.” İnanmıyorsun. Gözlerimin içine bakıp, ”Bu kadar kırılma”, diyorsun. Bu kez hıçkırarak ağlamaya başlıyorum. Gözyaşlarıyla ıslanan uzun sarı saçlarım rüzgârda savruluyor.
Zaman hızla akıp geçiyor. Karanlık çöktü çökecek. Adımlarımı sıklaştırıyorum. Karanlığa kalmamalı. Birazdan bir yerlerden patlama sesleri gelir. “Televizyon ekranlarının molotof kokteylleri, parça tesirli bombalar, ölü ve yaralı listeleri ile şenlenmesine kaç dakika kaldı şunun şurasında?” ,diye söylenirken yakalıyorum kendimi. Öfkem hüznümü yenmemi sağlıyor nicedir. Yine öyle oluyor. Şiddetin her türünü evlerimizin içine dek sokan televizyon kanallarına, boyalı basına ver yansın ediyorum içimden.
O öfkeyle, hareket etmekte olan bir belediye otobüsüne atlıyorum. “Az kalsın düşüyordum”, diye mırıldanıyorum. Karşımdaki kadın yüzüme garipseyerek bakıyor. Otobüs hızlanıyor. Ayrılık, sen ve ben otobüsün penceresinden varoşun tiner koklayan, sahipsiz çocuklarına el sallıyoruz. Az sonra, kentin artık iyiden iyiye yok saydığı, umarsız, bir avuç çocuk ardımızda kalakalıyor. Dalıp gidiyorum. “Yine hangi şiddet eylemiyle anımsatacaklar kendilerini? Bedenim bir ürperti dalgasıyla sarsılıyor. Kanımın çekildiğini hissediyorum.
Karşımda oturan genç durumumu fark ederek ayağa kalkıyor. “Teşekkür ederim”, diyorum belli belirsiz bir ses tonuyla. Göz ucuyla yanımdaki gence bakıyorum. Yorgun bedenini otobüsün sahanlığındaki demir çubuğa yaslamış, öylece duruyor. Böylesi evlatlar yetiştiren analara minnet duyuyorum. Nice zorluklarla besleyip büyüttükleri oğullarının cansız bedenlerine kapanmış, ağlayan anneler geliyor gözlerimin önüne. Ozan ne de güzel söylemiş. “Bize ağlamak yakışır.” Gözyaşlarımın akıp gitmesine bir türlü engel olamıyorum. Yüreğimde minik bir kuş…