Işıl telefonun sesiyle uyandı. Saatine baktı. Sekiz buçuktu. Çalar saati yine duymamıştı. Akşam içtiğim ilaç yüzünden olmalı, dedi kendi kendine. Uzun süredir ilaçla uyuyabiliyordu. Ah, o gençliğin yastığa başını koyar koymaz geliveren uykuları! Nerede kalmışlardı. Hayıflanmayı bırak da kalk artık, diye söylendi. Bedeni külçe gibiydi. Başı zonkluyordu. Zorlukla doğruldu. Yataktan kalktı. Suat hala telefonda konuşuyordu.
” Sabahın köründe nereden bulur bu kadar lafı bilmem ki…” Suat’la kaç aydır doğru dürüst sohbet etmiyorlardı? Üç, dört, belki de daha fazla. Öyle ki, kocasının gününün nasıl geçtiğini, arkadaşlarıyla yaptığı telefon konuşmalarından öğrenir olmuştu. “Evliliğinde tehlike çanları çalıyor. Ayağını denk al.”
Kızının odasına yöneldi. İçeri girdi. Gizem ellerini yastığın altına sokmuş mışıl mışıl uyuyordu. Kızını uyandırmaya kıyamayarak bir müddet seyretti. Ne şirin bir çocuktu! Uzun sarı saçları yüzünü örtmüştü. Benim tatlı kurabiyem diyerek okşadı kızını. Gizem uykusunda gülümsedi. Kıpırdandı. Diğer yana dönüp tekrar uymaya koyuldu. Hoş bir rüya görüyor olmalıydı.
“Gizem hadi uyan kızım. Sabah oldu.” dedi kızını öperek. Küçük kız oralı olmamıştı bile. Ne ağır uykuydu bu böyle! Besbelli babasına çekmişti. Bunları düşününce kendi kendine güldü. Kızını gıdıkladı. Onun gıdıklanmaya dayanamayacağını çok iyi biliyordu. İşte uyanmıştı bile.
Gizem gerinerek yataktan kalktı. Salona yöneldi. Işıl bir süre daha kızının odasında oturdu. Dalmıştı. Kocasının sesiyle kendine geldi. “Işıl ütülü gömleğimi bulamıyorum.” Yavaşça doğruldu. Gömleği gardroptan tekdüze bir hareketle alıp kocasına verdi. Ne kadar da yorgundu!
Suat ” Işıl çayı demler misin” diye seslendi banyodan. Sonra davudi sesiyle bir türkü tutturdu.
“İzmir’in kavakları
Dökülür yaprakları
Bize de derler Çakıcı
Ey fidan boylum
Yakarız konakları”
Işıl oldum olası kocasındaki canlılığa imrenirdi. Bu kadar enerjiyi nereden buluyordu? Kendisiyse halsiz, isteksiz ve neşesiz olmuştu son günlerde. Tüm bunlar ya erken menopoz belirtileriydi, ya da… Gerisini düşünmek bile istemiyordu.
“En kısa zamanda Müzeyyen’i görmeliyim.” Birden belleği çok gerilere gitti. Gözlerinin önünde lise yıllarının o kıvırcık saçlı, cıvıl cıvıl genç kızı belirdi. Bu atak kızın hep ince bir hüznü taşıdığını hissetmişti. Belki de bu yüzden psikiyatriyi seçmişti Müzeyyen.
Çayı demlemek için mutfağa seğirtti. Hala sersem gibiydi. Demliğe çay koyarken elleri titriyordu. Bir bu eksikti. Sinirleri iyice bozulmuştu anlaşılan. O herkesin dert ortağı, güçlü Işıl’a ne oluyordu böyle! Kendimi toparlamalıyım diye düşündü. Kızımın bana ihtiyacı var. Sahi Gizem nerelerdeydi? On beş dakika içinde hazırlanıp evden çıkmaları gerekiyordu. Kızının salonda olduğunu tahmin edip oraya yöneldi. Gizem salonda halının üzerine oturmuş legolarıyla oynuyordu. “Hadi kızım biraz acele et. Yoksa servisi kaçıracağız ” dedi kızına. Oyuna dalmış olan kız annesinin sesini duymamıştı. Işıl birden öfkelenip kızının elindeki oyuncağı kaptığı gibi fırlatıverdi. Kız hıçkırarak ağlamaya başladı. Nasıl da korkmuştu! “Cicim özür dilerim. Seni korkutmak istemedim. ” diye mırıldandı. Kızına sarıldı. O da kollarını annesinin boynuna doladı. Gözyaşlarını eliyle silerken, ” Anne sen üzülme. Ben kendim hazırlanırım.” dedi küçük kız. Işıl kızına sevecenlikle baktı. Gizem şimdi kendini toparlamış kreşte öğrendiği şarkılardan birini söylüyordu.
Kızının çabucak mutlu oluvermesine imrenir gibi oldu. Kendi çocukluğunu anımsadı. Annesiyle birlikte durmaksızın kahkahalar atan, neşeli, afacan bir kız geldi gözünün önüne. O anda annesini özlemiş olduğunu fark etti. Görüşmeyeli sekiz ay olmuştu. “Önümüzdeki Kurban Bayramında Gizem’i de alıp İstanbul’a gideyim” diye mırıldandı. Tatil düşüncesiyle keyfi biraz olsun yerine gelmişti. Cep telefonuyla konuşmakta olan kocasına seslendi. “Suat, biz Gizem’le çıkıyoruz” Sokak kapısını yavaşça açtı.
Anne kız neşeyle dışarı çıktılar. Güzel bir ilkbahar sabahıydı. Karşıdaki evin bahçesindeki erik ağacı çiçek açmıştı. Işıl temiz havayı içine çekerek dolmuş durağına yürümeye başladı. Kızı biraz önce söylediği şarkıyı mırıldanarak arkasından geliyordu.