Dedem gül yetiştirmeyi severdi. Babamın tayininin çıktığı kasabaların hepsinde güllerden oluşan bir bahçemiz olurdu. Dedem her sabah erkenden gül bahçesine çıkar; ceketinin üst cebine kırmızı bir gül takmadan kahvaltıya oturmazdı. Bazen onun güllerle konuştuğunu duyardım. Rengarenk güller çocuklarından farksızdı. Akşamüstünün serinliğinde onları sularken bir de Rumeli türküsü tuttururdu. ” Alişim’in kaşları kare. Sen açtın sineme yare…”
O yaz Yakacık’a taşınmıştık. Yeşilliklerle bezeli bu sayfiye beldesini çok sevmiştim. Ağaçlıklar içindeki boş arsalar tam da biz çocukların oynayacağı yerlerdi. Üç katlı evimizdeki komşu kızlarıyla her okul dönüşü istop, köşe kapmaca oynar, ip atlardık. Bazı günler dedemin mahalle bakkalına sattığı uçurtmalardan uçururduk. Keyifli günlerinden birinde ise dedem de bizimle uçurtma uçurmaya gelirdi. O nadir günlerde dedemin kucağına oturup onun neşeyle uçurtmayı gökyüzünde salına salına hareket ettirişini seyretmeye bayılırdım. Dedem de saman sarısı saçlarımı okşarken bana “Anka Kuşu”nun masalını anlatmaya başlardı. Dedemin, kuşun sırtındaki genç adamın, kuş gak deyince dilinin altındaki etten bir parça keserek, guk dediğinde et parçasını o gizemli ve büyük kuşun ağzına verdiğini anlattığı bölüme gelince gözlerimi adeta dört açıp merakla dinlerdim. Masalın en can alıcı yerinde ben de dedemle birlikte, ” Kuş gaaak demiş. Adam hart diye bıçağıyla baldırından bir parçayı kesip, kuş guuk deyince eti kuşun ağzına vermiş” diye masalı anlatmaya koyulurdum. Arkadaşlarım da belki yüzlerce kez dinledikleri masalı merakla dinlerlerdi. Dedem masal anlatmakta da gül yetiştirdiği kadar ustaydı.
Madam Ester’le tanışmam dedemle birlikte uçurtma uçurmaya gittiğimiz günlerden birine rastlıyor. O Cumartesi günü okuldan gelir gelmez yemeğimi alelacele yiyip dedemin yanına koşmuştum. Dedem, başında fötr şapkası, gül bahçesinde koltuğuna oturmuş öğle kahvesini içiyordu. Çelimsiz bacaklarımla dedemin kucağına tırmandım. Bakışlarımdan istediğimi anlamıştı. Kahve fincanını önündeki masaya bırakıp, ” Haydi çocuk, arkadaşlarını çağır da uçurtma uçurmaya gidelim” dedi.
Yemyeşil çimenlerle kaplı arsada uçurtma uçurmaya dalmıştık. Şiddetlenen bahar rüzgarı dedemin elindeki uçurtmanın ipini uzaklara doğru çekiyordu. Dedem ve ben arkadaşlarımdan epeyce uzaklaşmıştık. Yeşil yamaçtan aşağı indiğimizde kırmızı güllerle dolu bahçesi olan tek katlı, pembe boyalı bir ev ile karşılaştık. Bahçede oldukça yaşlı bir kadın çay içiyordu. Masasının üzerinde az önce bahçeden toplandığı belli olan, kırmızı güllerle dolu bir vazo vardı. Dedeme baktım. Güllere adeta büyülenmişçesine bakıyordu. Yaşlı kadın da bizi görmüştü. Gülümseyerek selam verdi. Dedem kırmızı güllerin varlığından mest olmuş durumdaydı. Neden sonra kadının, ” Merhaba, buyrun bir çayımı içmez misiniz ?” sözleriyle kendine geldi. Bana göz ucuyla baktı. Olur anlamında başımı salladım. Dedem, zarif ahşap kapı tokmağını yavaşça çevirip bahçeye girdi. Ardından da ben sekerek içeri girdim.Yaşlı kadın, güzelliğinden bir şey kaybetmemiş yeşil gözleriyle bizi süzüyordu. Yanındaki tahta, oymalı sandalyeyi göstererek, ” Oturmaz mısınız?” dedi. Dedem oturur oturmaz kendini tanıttı.
” Ben Sami.”
” Memnun oldum.” dedi yaşlı kadın. ” Ben de Ester.”
Az sonra dedemle madam Ester koyu bır sohbete daldılar. Ben kırmızı güllerin arasında bir o yana bir bu yana koştururken bir taraftan da bir şarkı mırıldanıyordum. ” Hep kırmızı elbiselerim. Ben bu rengi pek çok severim. Bayrağımı cicim, çok sevdiğim için. Hep kırmızı elbiselerim.”
Dedemle madam Ester’in konuşmalarını şimdi hayal meyal hatırlıyorum.
“Nerelisiniz Sami bey?”
” Edirneliyim Ester hanım. Aslen Bulgaristan’ın Silistre şehrinden geldik 1937 göçünde.”
” Ne tesadüf. Ben de vefat eden kocamla uzun yıllar Edirne’de oturdum.”
“Hangi yıllarda oradaydınız?”
“1940’tan 1950’ye kadar.”
“Aynı yıllarda aynı şehrin havasını solumuşuz. Ne güzel!”
” Biz Ayşekadın mahallesinde oturuyorduk. Siz nerdeydiniz?”
“Bizim oturduğumuz yer biraz şehir dışına doğruydu. Hükümet bize arazi vermişti geldigimizde. Çiftçilikten hiç anlamadığımız halde badem ağaçları diktik. Bir de bağcılıkla uğraştık.”
“Ben gülleri çok seviyorum. Hele kırmızı güller bir başka.”
” Evet, gül bahçeniz dikkatimi çekti. Ben de gülleri severim. Her gittiğim yerde gül yetiştiririm.”
” Ne güzel.”
Kulağıma gelen konuşma sesleri, az ilerideki ıhlamur ağacına konmuş kuşların şakımalarına karışıp duyulmaz oldu. Ben kırmızı güllerin yanındaki yemyeşil çimenliğe oturmuş şarkıma devam ediyordum.
” Hep yeşildir elbiselerim. Ben bu rengi pek çok severim. Yaprakları cicim, çok sevdiğim için. Hep yeşildir elbiselerim.”
O günden sonra dedemle sık sık madam Ester’i gül bahçesinde ziyaret etmeye başladık. İki ihtiyarın hararetli konuşmaları zaman zaman madam Ester’in kahkahalarıyla bölünür; bahçedeki kırmızı güller bu kahkaha sesleriyle daha bir kızarırlardı sanki.
Ben yanlarına gidince, madam Ester ” Yeşim, gel sana bugün çok sevdiğin kekten yaptım. Çayın yanında iyi gider. ” derdi çay bardağımı doldururken. O neşe dolu saatlerin nasıl geçtiğini ben de dedem de bir türlü anlayamazdık. Neden sonra dedem saatine bakar; ” Oooo, vakit hayli ilerlemiş Ester hanım. Biz Yeşim’le artık eve gidelim. ” diye sohbete son noktayı koyardı. Madam Ester her seferinde kaşla göz arasında bir parça keki elime tutuşturup, ” Yeşim, bunu da evde yersin kızım.” diyerek bizi kapıya kadar yolcu ederdi.
Bir gün yine Dedemle Ester teyzeye gitmeye karar verdik. Annemin yaptığı limonlu keki yanıma almıştım. ” Çayla birlikte yersiniz Yeşim” demişti annem. “Ester hanıma da selamlarımı söylemeyi unutma olur mu…” Güle oynaya epey bir yol gittikten sonra Ester hanımın evine vardık. Bahçe kapısının ahşap tokmağını açıp bahçeye girdik. Evin kapısını birkaç kez vurduğumuz halde cevap yoktu. Durumda bir gariplik vardı. Neden sonra içeriden bir ayak sesi duyuldu. Kapıyı açan Ester teyzenin gözleri ağlamakdan şişmiş ve kızarmıştı. Dedemin ” Ne oldu Ester hanım?” diye sormasıyla Ester teyzenin gözyaşlarına boğulması bir oldu. Hıçkırırken bir yandan da,” Gitti güzel güllerim” diye söyleniyordu. Bahçeye girdiğimizde durumu anladık. Güzelim kırmızı gül bahçesi harabeye dönmüştü. Kırılan gül fidanları bir öbek oluşturmuş öylece boynu bükük duruyorlardı.
Dedem, ” Kim yaptı bunu Ester hanım?” diye sordu. ” Bilmiyorum” dedi yaşlı kadın. Bir yandan da hıçkırıklarla ağlamayı sürdürüyordu. ” Ağlama Ester teyze” dedim. ” Bak annem sana limonlu kek yolladı. Çayla birlikte yiyelim diye.” Yaşlı kadın gözlerini mendiliyle kuruladı. Yüzüme sevecenlikle bakıp, ” Peki Yeşim, haydi mutfağa geçelim de çay suyunu koyayım” dedi. Ufacık elimi avucuna aldı. Birlikte mutfağa girdik. Dedem arkamızdan gelirken kendi kendine söyleniyordu. ” Vahşi adamlar. Güzelim güllerden ne istediniz?”