Elinde bir buket çiçekle pupa girdi. Etrafına bakındı.
Buluşma saatinden yarım saat önce gelmişti.
Pencere önündeki iki kişilik masaya oturdu.
Çiçek buketini masanın üzerine bırakıverdi.
Masaya yaklaşan garsona seslendi. “Bir kadeh kırmızı şarap lütfen!”
Artık hoşlandığı kadını beklemekten başka yapacak bir işi kalmamıştı.
Gelecek mi acaba, diye geçirdi içinden.
Sema’ya bir gece önce telefon etmiş; hal hatır sorduktan sonra, “Sema, yarın akşam Divan pulda buluşalım mı?
Bir kadeh bir şeyler içer, sohbet ederiz. Ne dersin?” deyivermişti o tok, kendinden emin ses tonuyla.
Bu ses tonuna o güne kadar hiç kimse hayır diyememişti.
Genç kadının biraz duraksadığını anımsıyor.
Sesinde bastıramadığı bir şaşkınlıkla, “Tamam, Rahmi gelirim. Saat kaçta? “deyişini bir de. Ertesi akşam saat yedide buluşmak üzere sözleşmişlerdi.
Telefonu kapadıktan sonra heyecandan uyuyamamıştı.
Yatakta bir sağa, bir sola dönüp durmuş; neden sonra uykuya dalabilmişti.
Pub kalabalıktı. Çatal, bıçak seslerine karışan konuşmalar arada bir hafifçe atılan kahkahalarla kesiliyor; duvarlara monte edilmiş ufak hoperlörlerden yayılan müzik belli belirsiz duyuluyordu. Cumartesi akşamlarının o kendine has kösnüllüğünü hissetti.
Gerginliği yerini hafif bir mahmurluğa bırakmıştı. “İçtiğim şaraptan olmalı”, diye mırıldandı. Saatine baktı. Yediye beş vardı. Sema gelecek miydi? Birden kuşkuya kapıldı. Ya gelmezse? Masanın üzerindeki çiçeklere bir göz attı. Güzelim beyaz şebboyları çiçekçide özenle seçişini anımsadı. İçi burkuldu. “Ya gelmezse?”
Bir çift gözün ısrarla üzerinde olduğunu fark etmesi o ana rastlıyor. Hafifçe başını kaldırıp bakıyor. Gözleri karşı masada yalnız başına oturan sarışın, menekşe gözlü kadınla buluşuyor. Kadın gülümsüyor. Kadını sanki yıllardır tanıyormuşçasına bir his doğuyor içine. Bu aşinalık da neyin nesi, diye geçiriyor içinden. “Sema da nerede kaldı?” diye düşünüyor bir yandan da. Kısa bir duraksamadan sonra kadının gülümsemesini hafif bir baş işaretiyle yanıtlıyor. Gözlerini genç, güzel kadından alamıyor bir türlü.
Rahmi masanın üzerindeki çiçek buketini aldı. Masadan kalkarken başı döndü. Neredeyse düşecekti. Elinde buket genç kadının masasına yaklaştı. Gözleri menekşe gözlerle buluştuğunda sözcükler ağzından kendiliğinden dökülüverdi. “Oturabilir miyim?” Genç kadının cevabını beklemeden çiçek buketini masanın üzerine bırakmıştı bile. Buğulu bir sesti duyduğu. “Buyurun lütfen.”
Garson masalarına geldiğinde koyu bir sohbete dalmışlardı. Sanki yıllardır tanışıyorlardı.
İlk görüşte aşk bu olmalı, diye geçirdi içinden. Menekşe gözlerin içinde kendi yansısını gördü. Ürperdi. “Kalkıp biraz caddede dolaşalım mı?” dedi menekşe gözlere. O buğulu sesi duydu yine. “Olur” Genç kadının sandalyesini yavaşça çekip kalkmasına yardım etti.
Masadaki çiçek buketini aldı.
Pubdan çıkarlarken elleri buluştu. İnce, uzun parmaklı zarif eli sıkıca kavrarken “ilk görüşte aşk bu işte “ diye düşündü yeniden.