Aklıma, bir hafta sonra o karanlık, küçücük ilçeye/ilçe de nesi, köyden farkı yok aslında/döneceğim geldikçe bunalıyorum. Altın sarısı kumlar ayaklarımın altında kızgın kayalara dönüşüveriyor. Masmavi deniz dipsiz bir kuyu gibi görünüyor gözüme. Oysa eskiden böyle miydim?
Denize girip yüzmeye doyamaz, bronzlaşmak için saatlerce kumsalda güneşlenirdim. Yazlık sitede akşam eğlencelerinin bir numaralı yıldızıydım. Hemen her akşam müziğin ritmine uygun dans edişime bakarak, “Selma abla, ne kadar neşelisin.” derdi sitedeki ufaklıklar. Şimdi ne mümkün! Somurtup oturuyorum.
Biliyorum, en çok annem üzülüyor bu durumuma. Onu komşularla konuşurken duydum geçen gün:
“Böyle olacağını bilseydimTıbbiye’ye gönderir miydim kızımı? Yedi yıl oku, gün yüzü görme, sonra da elin kürtlerini iyileştireceğim diye didin dur! Buna beden mi dayanır, yürek mi? Gencecik kızımın bir yılda üzüntüden saçlarına aklar düştü. Dillerini de bilmez. Dediklerini anlamazlar. Anlasalar da yine kendi bildiklerini okurlar. Doktor bunların neyine! İnsan değiller ki!”
İnsan değiller. Evet, en güzel tanımlama bu onlar için bence. H ayvanları ile iç içe yaşıyorlar, hayvanları gibi kokuyorlar/o ne pis koku Tanrım!/ konuşmaları bir dile bile benzemiyor.
Doktor beg, diye seslenişlerini duyar gibiyim. Hiç kadın doktor yüzü görmemişler ki şimdiye dek! Kaç kez, doktor hanım, diye düzelttim, bazen yumuşak bir ses tonuyla, bazen de kızarak. Ama onları doktor beg diye seslenmekten vaz geçiremedim. İnsan olsalar bu kadar uyarıyı anlarlardı!
Uf, yine içim karardı. Elimde değilki! Aklıma geldikçe içimi tarifsiz bir sıkıntı basıyor. Bazen kendi kendime kızmıyor da değilim hani. Nilgün gibi son sınıftayken bir arkadaşımla evleniverip şu zorunlu hizmet belasını rahatça atlatıverecektim. Annem o kadar da akıl vermişti. “Orhan iyi çocuk. Belli ki sana da ilgisi var. Onu kaçırma kızım!” dememiş miydi?
Ben ne yapmıştım oysaki? Plaja gittiğimiz bir gün kızara bozara, “ Selma, ne dersin evlenelim mi?” diye soran Orhan’a, “Çocukluk etme Orhan! Hiç olur mu? Bunca yıldır kardeş gibiyiz seninle. Düşünemem bile”, demiş ve teklifini reddetmiştim. Kırılmıştı bana biliyorum. Belki de bu yüzden hiç aramıyor beni bir yıldır. Bir kart bile atmadı şimdiye dek. Ah Orhan, sevgili arkadaşım! Bilsen ne kadar muhtacım candan bir dosta bu ufacık kasabada! Bilseydin, eminim ki iki elin kanda olsa arardın beni…
Amma da dalıp gittim yine! Bugün bir kez bile denize girmedim. Oysa herkes ne kadar da coşkulu! Çoluk çocuk denizden çıkmıyorlar. Babam da şimdi yelkenlisiyle dolaşıyordur. Balık tutabilmiş midir acaba? Onun hayata bu denli bağlı oluşuna imreniyorum. Keşke ben
de onun gibi olabilseydim! Kime çekmişim bilmem ki. Buluttan nem kapan, hassas bir yapım var, biliyorum. Son bir yıldır da iyice alıngan, sinirli biri okup çıktım. O ilçe, o insanlar beni hayata küstürdü. Yaşama sevincimi yitirdim neredeyse.
Oysa fakülteye başladığım ilk yıllarda hayatın tadını çıkarmaya çalışan, cıvıl cıvıl bir genç kızdım. Ne de çok hayallerim vardı! Uzmanlık sınavını kazanıp üniversitede asistan olarak kalmak istiyordum. İki yıllık zorunlu hizmet yasası her şeyi alt üst etmeye yetti. Uzmanlık yapmak bir hayal oldu neredeyse. Şimdi on binlerce kişi birbiriyle yarışıyor. Sınavlar, sınavlar… İlkokuldan beri başkalarıyla yarışmaktan bıktım artık! Hayatı bir at yarışı gibi görür oldum. Hem o pis, ufacık kasabada sınava hazırlanmak ne mümkün! Sınava hazırlanmak bir yana, günlük gazeteleri bile okuyamıyorum. Gerilik dediğin bu kadar olur!
Tüm bunları Amerika’da ihtisas yapan Leyla’ya anlatsam şaşar kalırdı herhalde. Leyla ne yapıyor acaba oralarda? Bizleri özlemiş midir? Elbette, o nasıl söz. İnsan en yakın arkadaşlarını özlemez mi? Özlediyse niye iki satır olsun yazmadı? O da vefasız çıktı. Oysa onunla ikiz kardeşler gibiydik. İçtiğimiz su ayrı gitmezdi. İşte hayat bu. Herkesi bir yere savuruveriyor.
Leyla ile karşılaşsak yine aynı samimiyetle konuşabilir miyiz acaba? Acabalar… Hayatım neden bu kadar çok arabalarla doldu? Mutsuzluk niye yaşam felsefem olup çıktı? Hep o kahrolası ilçe, oindsanlar mı suçlu? Bilmiyorum, hiçbir şey net değil ki! Reha şimdi burada olmalıydı. Onunla bunları tartışmalıydık. Eskiden de her sıkıntımı ona açmaz mıydım? Sorunlarımı nasıl da kolayca çözümlerdi!
İşte babam da göründü karşıdan. Şimdi yine suratımı asık görüp üzülecek. Biraz kendimi toparlamalıyım. Belli etmemeliyim bu sıkıntılı halimi ona. “Babacığım, çok balık tutabildin mi? Ben güneşleniyorum. Efendim? Duyamadım. Ha evet, çok iyiyim baba!”