Kahvaltı sofrasını toplarken aniden yakamozları gördü kadın. Denizin üstü gelin tellerine bürünmüştü. Bir süre gözlerini bu altın sarısı pırıltılardan ayıramadı. Güneşin denizle cilveleşmesi yerini yavaşça bastıran lodosla birlikte beliren beyaz köpüklere bıraktığında duvar saati yediyi gösteriyordu. “Kalkıp bir duş almalı. “ Bir kedi çevikliğiyle sessizce mutfaktan salona geçti. Arkadaşı salondaki üçlü kanepede kıvrılmış uyuyordu. O da benim gibi yorulmuş anlaşılan diye düşündü. Yatak odasında bulduğu bir nevresimi arkadaşının üzerine örttü. Arkadaşı uykusunda mırıldandı. Göz kapaklarının ardında gözlerinin hareket ettiği belli oluyordu. “Düş görüyor herhalde.” Arkadaşının gördüğü düşü tarifsiz merak etti. Onu hemen uyandırma isteği belirdi içinde. Kendini zor tuttu. Arkadaşı uykusunda bir kez daha mırıldandı. Sırtını dönüp uyumayı sürdürdü.
Banyoya girdi. Göz kapakları ağırlaşmıştı; uyudu uyuyacaktı. “En iyisi soğuk suyla duş almak.” O zaman belki uykusu açılırdı. Soğuk su musluğunu sonuna dek açtı. Bir an fıskiyeden akan buz gibi suyun altında ürperdi. Sonunda amacına ulaşmış, uykusu kaçmıştı. Banyodan çıkıp bornozunu giydi. “Bir fincan kahve iyi gider.” Kahve makinesine o her zamanki sert kahveden tepeleme üç kaşık boca etti. Az sonra kahvenin baharatlı kokusu tüm mutfağı doldurmuştu. Mutfakta kahvesini yudumlarken kapıdan arkadaşının başı göründü.
“Aylin sen uyumadın mı?”
“Hayır”
Arkadaşının, “Ben kaçıyorum Aylin. Her şey için teşekkürler,” dediğini hayal meyal duyar gibi oldu. Sokak kapısı yavaşça kapandı. Ağır ağır giyinmeye başladı. Uzun ve zorlu bir gün onu bekliyordu.
Aylin hastanenin kapısından girdiğinde saat sekiz buçuktu. Doğrudan odasına çıkan merdivenlere yöneldi. Hastane her zamanki yoğunluğundaydı. Ellerinde tahlil kâğıtları oradan oraya koşuşan insanlar, acil servisin önünde sedyelerde bekleyen hastalar, bembeyaz giysileri içinde şifa dağıtmaya çıkmış hemşireler, doktorlar…
Odasına girip kapıyı kapattı. Masanın hemen yanındaki koltuğa kendini bırakıverdi. Telefonun sesiyle sıçradı. Uyukluyor muydu ne? Telefonun almacını kavrayıp eline aldı. Başhekimin sesini tanımıştı. Adamın sözlerini algılamakta güçlük çekiyordu. Aylin Hanım, deprem, acil yardım, gitmeliyiz sözcükleri kulaklarında uğuldadı bir süre. “Peki, efendim”, diyen kendi sesini işitti az sonra. Beyaz önlüğünü sırtına geçirip, çantasını eline alarak odasından çıkarken başhekime nereye gideceklerini sormamış olduğunu anımsadı.
Başhekim Aylin’i kapıda karşıladı. İçeriye buyur ettikten sonra yanındaki koltuğa oturmasını işaret etti. Karşılıklı kahvelerini yudumlarken Aylin başhekimin ruh sağlığı uzmanlarının önemiyle ilgili söylevini dinlemek zorunda kaldı.
“Bu deprem görüntüleri halkın ruh sağlığı açısından sakıncalı değil mi? Ne dersiniz doktor hanım?”, diyerek odadaki televizyon ekranında görünen enkazları işaret eden adama kibarca istediği yanıtı verdi Aylin. “Evet, Turgut Bey, oldukça sakıncalı. Bu gibi görüntüler sürekli yayınlanırsa insanlar üzerinde örseleyici etkilerinin olması kaçınılmaz.”
Sonunda söz dönüp dolaşıp birkaç kilometre uzaklıktaki deprem bölgesine gidecek acil yardım ekibine geldi. Başhekim Aylin’e dönerek “ Doktor hanım bu ekipte sizin de yer almanızı istiyorum”, dedi. “Peki, Turgut Bey. Orada ne kadar kalacağımızı öğrenebilir miyim?”, diye sordu
Aylin. “Dayımla aynı apartmanda oturuyoruz. Ona durumu bildirsem iyi olur. Mesai biter bitmez eve dönmeyince beni merak ediyor.”
“Akşamüstü saat altı gibi döneriz”, dedi başhekim.
Aylin başhekime teşekkür edip odadan çıktı. Uykusuz geçen her gecenin sabahında olduğu gibi çevresindeki cisimleri biraz daha parlak görüyordu. Kendisiyle dalga geçmek istercesine hafifçe gülümsedi. O sırada gözü az ileride fısıldaşan doktor Ali ile Sema’ya takıldı. Onların da yüzlerinden bir gece önce pek uyuyamadıkları belli oluyordu. Arkadaşlarının yanına doğru yürüdü. “Günaydın”, dedi yavaşça. Doktor Ali yorgunluktan kısılmış bir sesle, “ Günaydın Aylin. Sen de mi deprem bölgesine gidiyorsun?”, diye sordu. “Evet Ali”, dedi Aylin. “Ben de ekipteyim. “ “Biz Sema’yla dün gece hiç uyumadık”, diye sözlerine devam etti Ali. “Biliyorsun kaç gecedir arabada sabahlıyoruz. Dün gece Kandilli rasathanesinin yaptığı duyuru iyice sinirlerimizi bozdu.” “ Ben de uyuyamadım”, dedi Aylin. “Geceyi arkadaşlarla sahildeki salaş bir kır kahvesinde geçirdik.”
Hastanenin anonsu sohbetlerini böldü. “ Dikkat, dikkat! Deprem bölgesine gidecek personel A kapısında beklenmektedir. “ Üç doktor hızlı adımlarla merdivenleri indiler. Aylin, “Odama uğramam gerekiyor. Arabayı iki dakika bekletebilir misiniz?”, dedi fısıldayarak. Sema peki anlamında başını salladı. Aylin koşarak gözden kayboldu. Ali ile Sema deprem bölgesine gidecek minibüsün beklediği kapıya doğru yollarına devam ettiler.
Aylin minibüse bindiğinde herkesin kendisini beklemekte olduğunu fark etti. “Affedersiniz”, diye mırıldandı belli belirsiz. Minibüsteki sesler birden kesildi. “Herkes tamam mı?”, diye soran başhekimin sesi duyuldu az sonra. “”Evet Turgut Bey”, dedi doktor Ali. Ekip sorumlusu doktor Ali’ydi demek ki. Uygun bir seçim diye düşündü Aylin. Böylesi bir sorumluluğu ancak inisiyatif sahibi biri üstlenebilirdi.
Gözleri arabada boş bir yer aradı. Başhekimin yanından başka boş yer yoktu. Aylin isteksizce başhekimin yanına oturdu. Çantasını kucağına aldı. Koltukların arasındaki daracık yere bacaklarını sığdıramadı. En sonunda ayaklarını yandaki boşluğa doğru uzatmaktan başka çaresi olmadığının farkına vardı. Bacaklarını belli belirsiz kıpırdatırken minibüs birden hareket etti. Aylin az daha düşüyordu. Başı döner gibi oldu. Uykusuzluktan olmalı diye düşündü. “ Hemen kendimi toparlamalıyım.” Bunları düşünürken gözleri yavaşça kapandı.
Aylin uyandığında araba vapurundaydılar. “Bir bardak çay içmez miydiniz doktor hanım?” Başhekimin sesini tanımıştı. “Evet, Turgut Bey. Teşekkür ederim.”, dedi Aylin başhekimin uzattığı çay bardağını alırken. Uçsuz bucaksız denize dalgınca bakarak çayından bir yudum içti. Az sonra görecekleri manzarayı hayal etmeye koyuldu. Birbirinin üstüne iskambil kağıdı desteleri gibi yığılmış evler, perişan ve umarsız kent halkı, yolları tutmuş askerler, terk edilmiş izlenimi veren caddeler… Sözün kısası savaş sonrası bir şehir görünümündeydi kendilerini bekleyen. Gözleri doldu ansızın.
“Ağlamamalıyım”
Kara göründüğünde minibüstekiler fısıldaşmaya başlamışlardı. Televizyonun cansız ekranından günlerdir izledikleri görüntüleri az sonra tüm çarpıcılığıyla görecek olmanın heyecanını yenmek istercesine durmaksızın konuşuyorlardı.
Araba vapuru limana yanaşır yanaşmaz minibüs hareket etti. Minibüs şoförü yoğun araba trafiğinde öne geçmeyi başarmıştı. Limana çıkar çıkmaz görevli askerlere acil sağlık yardımı getirdiklerini söyleyip yolu sordular. Tarif edilen yöne doğru saptıklarında yolların deprem nedeniyle kimi yerde yarılmış, kimi yerdeyse yıkılmış bir apartmanın enkazıyla kapanmış olduğunu gördüler. Gördükleri manzaranın korkunçluğu karşısında adeta dilleri tutulmuştu. Minibüsün içini aniden bir ölüm sessizliği kaplamıştı.
Günler ne kadar yavaş geçiyor diye düşündü kadın. O korkunç yer sarsıntısından bu yana altı gün geçmişti. Yorgundu. Elindeki gazeteyi sehpanın üzerine bıraktı. Gazetenin sol üst köşesinde “Son Durum” başlığıyla güncelleştirilen ölü ve yaralı sayılarına gözü ilişti. Ölü sayısı 12.018, yaralı sayısı 33.515 . Her sabah kapıcının sokak kapısında asılı duran naylon poşete bıraktığı gazeteyi bu altı gün boyunca hemen hiç okumadan kitaplığındaki dolaba kaldırdığını anımsadı. Acı haberleri okumaya katlanamıyordu. Duvardaki saate bir göz attı. On ikiyi çeyrek geçiyordu. Gece haberlerini izlemek için gönülsüzce televizyonu açtı. Günlerden beri televizyon ekranında beliren enkaz görüntüleri belleğine kazınmıştı. Beton yığınları arasına sıkışmış bir genç kız, bükülmüş inşaat demirlerinin yanında duran oyuncak bebek, yarısı yıkılmış bir balkonda asılı çamaşırlar…
Aylin televizyonun sesini kısıp korkunç görüntülere bakmaya devam etti. Günlerdir televizyonlardaki bu görüntüleri hayatta kalmanın suçluluğuyla gece yarılarına kadar izliyordu. Görüntüler gözlerinin önünde silikleşmeye başlamıştı ki uyukladığını fark etti.
“Çok yorgunum. “
Bir süre kendi iç dünyasına daldı kadın. Yazlıkta olan anne ve babasını düşündü ilkin. Deprem sabahı onları arayıp kendisi ile dayısının güvende olduğunu, bir süre İstanbul’a gelmemeleri gerektiğini söyleyişini anımsadı.” Bir ara onları aramalıyım.”
Televizyonu kapatıp banyoya girdi. Dişlerini fırçalarken aynaya baktı. Gözlerinin altı morarmış, yorgun bir yüz kendisine bakıyordu. Uykusuzluktan olmalı diye düşündü. Yatak odasına gidip yatağının yanındaki komodinin üzerindeki gece lambasınının düğmesine dokundu. Mavi bir ışık odayı kapladı. Geceliğini giyip kendini yatağa attı. Külçe gibiydi. Gözlerini yumdu. Aniden karanlığa gömüldü. Uyumuştu.
Düşünde doktor arkadaşlarıyla birkaç gün önce gittikleri kentteki yıkılmış evlerin enkazlarını gördü. Gözlerinde yaşlarla uyandı. Yanı başındaki dijital saate bir göz attı. Saat 02.30’du. “Biraz daha uyumalı.” Kendi sesini duymak tuhaf geldi Aylin’e. Sanki ölmüş de tekrar dirilmiş gibi hissetti bir an. Hadi hayırlısı diye geçirdi içinden; uyuyakaldı.