Homo Neanderthalensis…
Bundan 440.000 yıl kadar önce evrimleşmiş kuzenlerimiz. Evet yanlış duymadınız, onlar bizim kuzenlerimiz!
Nasıl ki birçok kuş türü var ve bazılarının nesli tükenmiş, onlar da bizim nesli tükenmiş kuzenlerimiz. Gerçi bu 1970’li yılların ortalarına kadar oldukça büyük bir tartışma konusuymuş. Yaratılışçılar önlerine binlerce örnek konulana kadar, kemik buluntularının artrit hastası insanlara ait olduğunu halka anlatıp durmuşlar…
İlk kez 1856 yılında Almanya’nın Neander vadisinde çalışan madenciler tarafından bulunan ve ayı fosili olduğu zannedilen fosilleşmiş kemikler, o bölgede yaşayan bir doğa tarihçisi tarafından bir tür kemik hastalığından muzdarip bir Kazak insanına sahip olduğu iddiasıyla bir süreliğine rafa kaldırılmış. Bu konunun üzerinden 3 yıl kadar bir süre geçtikten sonra ise Darwin’in evrim teorisi kapsamında anatomist William King tarafından incelenerek Homo Neanderthalensis olarak isimlendirilmiş ancak büyük bir yanılgıya düşerek, onların maymunlar ile insanlar arasında bir geçiş türü olduklarını iddia etmiş. Oysa modern insanı ve yakın atalarını içeren ‘’Hominid’’ den türeyen Latince bir kelime olarak ‘’Homo’’ insan anlamına gelmekte ise ve bizler Homo Sapiens isek, Homo Neanderthalensis olarak adlandırılmış olan Neandertaller’in kesinlikle bir tür insan olduğunu kabul etmek zorundayız ve bu kendisini tek tür olarak gören insanoğlu için pek de kolay olmamış.
1909 – 1911 yılları arasında Patoloji uzmanı Paleontolog Marcellin Bode tarafından incelenen kemiklerin gerçekten de artrit hastası olan bir Neandertal’e ait olmaları tartışmaları alevlendirmiş ancak sonrasında bir araya getirilen binlerce kemiğin ve iskeletin varlığı, her ne kadar yaratılışçılar uzunca bir süre buna inanmasalar da onların varlığını kesin olarak kanıtlamış. Varlığı reddedilen ve nesli tükenmiş olan sevgili kuzenlerimizin genomu ise ancak 2010 yılında Paleontolog Svante Paabo tarafından okunabildi.
Bulunan kemikler bize ilginç bir şeyleri gösteriyordu; onlar kendi mutfaklarına sahip, alet üreten ve kullanan, sanat algısı olan ve hatta kendilerine has bir moda anlayışına sahip ancak çekirdek aileler şeklinde birkaç kişilik gruplar halinde yaşayan bir türdü. Ölülerine mezar yapıp sevdikleri eşyalarla birlikte gömüyorlar, kendilerince birtakım otlarla tedaviler uyguluyorlardı ve taa ki biz, yani Homo Sapiens ortaya çıkana kadar.
Daha esnek bir yapıya sahip olarak evrilmiş ve büyük gruplar halinde yaşayan Homo Sapiens’e ayak uyduramayan Neandertaller’in türünün niye tükendiği ile ilgili olarak birkaç farklı varsayım olmakla beraber, aslında kimse gerçeği bilmiyor. Fakat bir iddiaya göre onların soyu tükenmedi, onlar türümüze karışana dek insanlarla çiftleşmişlerdi ki, Neandertaller ile genlerimizin %0.12 oranında değişiklik göstermesi de bu konuda oldukça destekleyici görünmektedir.
Peki evrimleşme sürecimize Neandertalleri kattıktan sonra bu süreç bitmiş midir? İşte burada Transhümanizm kavramından bahsedebiliriz. İngiliz evrimci teorisyen J. Huxley’in ortaya attığı bu Neo – Darwinist kavram insan doğasının mükemmelleşmesini ve her türlü kapasitesinin arttırılmasını amaçlarken; insanı nörobiyolojik, nörofizyolojik ve genomik çalışmalarla biyolojik bedenden biyonik bedene evriltmeyi arzulamaktadır. Biraz ütopik olsa da aslında farkında olmadan evrimleşmedik mi? Elbette işin biyonik kısmı abartılı olsa da bizler artık teknoloji ile iç içe yaşayan, farklı bir nesle ait ve yaşlanmayan Perennialleriz…
İlk olarak kadınlarla özdeşleştirilmiş olan Perennial tanımı, Perennializm (daimilik) felsefesinden ileri geliyor ve yaşsızlık akımı olarak karşımıza çıkarak, artık dış görünüşünden kimlik tanımı yapılamayan insanlar için kullanılıyor. 40 yaşın üstünde olmalarına rağmen öyle hissetmeyen ve görünmeyen, teknolojiyi yakından takip eden genç ve dinamik bir yeni nesil olarak stereotipi belirlenemeyen Perennialler!
Ancak gene de biyolojik yaştan çok dünyayla ve hayatla ne kadar ilgili olunduğuna dair bir felsefenin dış görünüşe yansıması gibi. Peki bir felsefe, bir düşünce yapısı evrimleşmeye neden olabilir mi? Bu soru akla geldiğinde ve sanki 30’larının başındaymış gibi görünen ama aslında 40 yaşının üzerinde olan insanlara baktığınızda ‘’evet!’’ diye bağırasınız geliyor. İşte bu gerçekten de devrim niteliğinde bir evrimleşme süreci olarak karşımıza çıkıyor. Daimi gençliğin sırrı bilim adamları tarafından bunca yıldır araştırılırken konunun aslında kişinin sahip olduğu hayata bakış açısında bittiğini anlıyoruz. Ve Neandertaller’in yok olma sürecinde de gördüğümüz, hayata karşı esnek olmamak gibi bir eksikliğin varlığının sonucunda, hayata tutunanların ayakta kaldığı bir yaratılışın evrimleşme sürecinin içerisinde bulunuyoruz.