Prometheus insanlara Hephaistos’tan çaldığı ateşi vermeseydi, belki de Zeus’un ondan intikam almak amacıyla insanlara gönderdiği Pandora’nın kutusu acı ve ızdırapla dolu olmayacaktı.
Ya da mitolojinin bizlere sunduğu kehanet niteliğindeki bilgileri kullanmayı başarabilseydik, insanlık kendisini daha iyi tanır halde olacaktı. Tanrıları insana indirgeyerek yapmış olduğumuz hataları biraz olsun fark edebilseydik belki hayatta ilerleme yolunda biraz olsun aşama kaydedebilirdik. Oysa bizler hayal gücü ürünü olan bu tanrıların güçlerine asla sahip olamayacak olsak da o kocaman kibirlerine fazlasıyla sahiptik.
Yaratımı biyolojik değil, kozmik olan bu tanrıların çıplaklıklarından ve seks hayatlarından ileriye geçemedik.
Zeus’un çılgın aldatma hikâyelerinden ders almak yerine, onu ayıplamak kolayımıza geliyordu. Afrodit’in sadece güzelliğiyle ilgilenmek onun çarpık ilişkileri sonucu doğmuş olan diğer tanrıları, savaş stratejilerindeki rollerini ve hikâyelerdeki diğer detayları atlamamızı sağlıyordu.
Gözümüzde küçülttüğümüz tanrıların karşısında kendimizi büyük görürken, kendi içimizdeki küçük tanrıları fazlasıyla yücelterek hayatı nasıl kaçırdığımızı anlayamamak galiba zamanla en büyük zaafımız olmuştu. Mutluluğu mütemadiyen kovalayarak bulmaya çalışır hale geldik ama belki bu da tanrıların bizlere oynadığı acımasız oyunun küçük bir parçasıydı. Zeus, Prometheus’un insanlığa karşı göstermiş olduğu zaafın intikamını her şekilde alacaktı. Mutluluğu içimize saklama fikri acaba hangi tanrının keskin zekasından çıkmıştı? “Mutluluğu içlerine saklayalım. Oraya bakmak akıllarına gelmez…” diyen tanrı acaba gerçekten hangisiydi?