Muhterem Galatasaraylı Kardeşimiz Rengigül Hanımefendi’nin nazik daveti ile kendisinden gelen saygın soruları cevaplandırmaya çalıştım. Başarabildim mi bilemiyorum? Ancak doğruları aktarmak için günlerdir çalıştığımı belirtmek isterim.
Beyazıt’ta Bir Kültür Ortamı
Küllük Kahvesi, Bayezid Camii’nin Beyazıt’a bakan kapalı kapısı önüne konuşlandırılmıştır. Dedem Kesriyeli Mehmet Sıtkı Akozan 1936 yılında yayımlanan “KÜLLÜKNÂME” adlı kitabının önsözüne bu cümlelerle başlar.
Dedem Kesriyeli Mehmet Sıtkı Akozan “Küllük; aslen Muğla’da bir limandır” şeklinde “KÜLLÜKNÂME” başlıklı kitapçığının önsözünde dile getirir, 1936/ MN Doral arşivinden
Ayrıca bu buluşma yerinin Küllük dışında; “Akademi”, “Muallimler Bahçesi” gibi isimleri de vardır demiş Sabahattin Ali gibi. Ancak Küllük yıllara mal olmuş bir isim olarak güncelliği ve popülaritesini korumuştur. Buradaki çınar ağacı, röprodüksiyon olarak evimin salonunu süsleyen Bedri Rahmi Eyüboğlu “Rahmi” adını kullanmadan çizdiği çınarı kara kalem görüntüleyerek bir hazine olan eserlerinin arasına katmıştır. Ayrıca da aşağıdaki “Beyazıt Küllük Kahve” yazma 38×46 cm boyutlarındaki eserine “nefsmuzayede.com” sayfasından ulaşılabilir.
Bedri Rahmi Eyüboğlu, “Beyazıt Küllük Kahve”, yazma 38×46 cm, nefsmuzayede.com
1941 yılında kısıtlı basılan Güzel Sanatlar dergisinde Bedri Eyüboğlu imzalı röprodüksiyon karakalem Çınar Ağacı tablosu. Arada önemli ressamların eserleri serbest kopya olarak yayımlanmış ve temsillere ait fotoğraflar matbuat umum müdürlüğü tarafından hazırlanmış /MN Doral arşivi, 2010
Önemli bir nokta da Küllüknâme’den önce, 1933’de “Dikenler” i yayımlamış dedem. Ne anlamlıdır ki bir dedemden bir diğerine kadim dostluk gösterisi tek cümle ile atfolmuş! Bu anlamlı atıf içeren giriş sayfasını aşağıda arşivimden takdim ediyorum.
Sıtkı dedemin “Dikenler” kitapçığının giriş sayfasında diğer dedem Mahmut Nedim Doral’a kendi el yazısı ile takdim ettiği 88 yıllık anlamlı bir hatıra, 1933 / MN Doral arşivinden
Ekim 2006’da sahaflardan çıkıp, İbrahim Müteferrika’nın eserlerinin başlıklarını içeren yazgının önünden geçip tarihi alana gelince bir heyecan oluşmuştu bende. Dün, 20 Ağustos 2021 Cuma günü özellikle tekrar aynı alanı ziyaret ettim ve önemli bir restorasyonun olduğu dikkatimi çekti.
Sevinmiştim! Hiç olmazsa bu tarih dolu alanda geçmişi ve güzelliklerini korumak için emek veriliyor ve sanat, kültür ve tarih birikiminin ne kadar önemli olduğu anlaşılmakta idi. İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu ve arkadaşlarına saygılarımı sunmadan geçemedim. Sağ cenahta ise Beyazıt Devlet Kütüphanesi derin anlamıyla heyecanımı tazelemişti.
Sahafların avlusunda Müteferrika’nın büstü, eserlerini içeren yazgı, 2006 ve Beyazıt Devlet Kütüphanesi, MN Doral arşivi/2021
İşli (1994) o dönemde kullanılan ve kitaplara geçen adı; “Bayezid Camii’’nin güneye bakan ağaçlık, serin bir bölümünde bulunan Emin Efendi Lokantası ve halen dillerden düşmeyen Küllük Kahvesi bütün sanatçı, edebiyatçı ve akademisyenlerin önce yemek yedikleri sonra da çay, kahve içip birbirleriyle konuşup tartıştıkları bir edebî mahfil hâline dönüşür diye tanımlar bu kompozisyonu. Yine Küllük Kahvesi; https://www.sosyalbilimler.org sayfasından dikkati çeken birkaç paragrafı nakletmek istiyorum; “Küllük Kahvesi”nin edebî açıdan önem kazanışı Cumhuriyet’in ilanından sonraya rastlıyor. 1920’li yıllarda salaş binasıyla var olduğu sanılan kahve eski Harbiye Nezareti binasının İstanbul Üniversitesi’ne verilmesiyle üniversite hocalarının, edebiyatçıların toplandıkları bir yer hâlini alır. 1939’da “Bayezid Medresesi”nin Belediye Kütüphanesi olarak açılması, Beyazıt Devlet Kütüphanesi’nin ve Zeynep Hanım Konağı’nın (Fen ve Edebiyat Fakültesi) ve Sahaflar Çarşısı’nın bu civarda bulunuşu da eklenince bu yer edebiyatçı, akademisyen ve sanatçıların sıkça devam ettikleri bir mekân hâline gelmiş (Sökmen, 2012). Küllük, üniversitede okuyanlar ve civardaki kütüphanelerde bilgi haznelerini geliştirmek için vakit ayıranlar için vazgeçilmez bir mekânmış. Sabah erken saatlerde bu kişiler Küllük’te kahvaltılarını yapıp çaylarını içerler ve ardından da her biri kendi işine koyulurmuş. Bildiğimiz gibi 1933’de Üniversite Reformu yapılıyor ve sonrasında da yurt dışından davet edilen yabancı hocalar da buraya gelmeye başlıyor. Ayvazoğlu 2010’da yayımladığı eserinde; üniversite hocaları, son derslerini verdikten sonra soluğu Küllük’te alıyorlarmış şeklinde bu anlamlı dinamizmi tasvir ediyor. “Akabinde gazeteciler, şairler ve yazarlar da Küllük’teki yerlerini alıyor, sanat ve kültür devinimi üst düzeye çıkıyordu” diyor Ayvazoğlu. Rahmetli validem, Sıtkı dedemin en küçük kızı avukat Neş’e Füsun (Akozan) Doral’ın bahsettiği ve de Sökmen’in 2021’de yayımladığı eserinde Tarık Buğra, Ali Nihad Tarlan, Rıfkı Melûl Meriç, Mükrimin Halil Yinanç, Selim Nüzhet gibi otoritelerle aynı masada oturabiliyor olmanın Küllük Kahvesi’nin nasıl bir eğitim ve öğretim mekânı olduğu anlatılmaktadır. Gelelim rahmetli dedem Kesriyeli Mehmet Sıtkı Akozan’a: Aynı sayfada bahsedildiği üzere “Küllük
Kahvesi”nin müdavimlerinden İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi genel sekreteri şair Kesriyeli Mehmet Sıtkı Akozan’ın “Küllüknâme” adlı bir şiiri bulunmaktadır. Küllük Kahvesi’nin müdavimlerinin ve bu müdavimlerin bazı özelliklerinin belirlenmesinde “Küllüknâme” şiiri büyük önem taşımaktadır. Yusuf Çağlar, Türk Edebiyatı dergisindeki yazısında Kesriyeli Mehmet Sıtkı Akozan’ın bu şiirine yer vermiştir. Y. Çağlar, 2011’deki eserinde ve Türk Edebiyatı Dergisi’nde “Bir Zamanlar Bir Küllük Vardı”da bu bilgilere sahip olma şansına eriştik der. Küllük yerleşkesine tekrar dönmek istiyorum; Tarık Buğra bir yazısında kahveyi şu sözlerle anlatır: “Bu bir kahvedir; Beyazıt’ta meydanın sağ tarafında, içerlek bir şey. Oraya, Küllük derler. Küllük’ün geniş bir bahçesi, bahçesinde de yaşlı ıhlamur ağaçları, dalyan boylu akasya ve kestane ağaçları vardır”.
1930’lu yıllarda Bayezid Camii’nin Aksaray’a bakan bölümünde yer alan Küllük https://www.fikriyat.com/kultur–sanat/2018/04/28/muallimler–bahcesi–kulluk–kahvesi
Bugünkü geniş açıdan görüntü (solda), restorasyonun yapıldığı aynı bölgeden bir köşe (sağda) /
MN Doral Arşivi, 2021
“1940 kuşağı olarak kabul edilen bütün edebiyatçılar bu mekânı yazılarında Küllük’ten izler ve etkiler şeklinde günümüze yansıtmışlardır. Şair Sıtkı Akozan “Küllüknâme” isimli uzun bir şiir yazdı ve bu şiiri küçük bir kitap olarak yayımladı. Şiirin beyitlerinden biri şöyle:
Sanmayın âvâre bülbüller gibi güllükteyiz
Biz yanık bir kor gibi sabah akşam küllükteyiz”
“Küllüknâme” kitabının kapağında ise şu beyit yer alır:
“Bir demet güldür takılmış göğsüne İstanbul’un / Ey sabâ sen de konakla bir gün uğrarsa yolun”
Özellikle tekrar etmekte yarar var; “Sanmayın âvâre bülbüller gibi güllükteyiz/ Biz yanık bir kor gibi akşam sabah Küllük’teyiz” beytiyle başlayan Küllüknâme adlı manzumesinde, bu kahvenin sayı olarak neredeyse 120’yi geçen 1930’lardaki ünlü müdavimlerini en belirgin özelliklerine işaret ederek anlatmıştır rahmetli. Sabahattin Ali’nin de dile getirdiği gibi, rahmetli dedem yazdığı önsözünde, yukarıda da dile getirdiğim gibi “Muallimler Bahçesi” ve “Akademi” diye de anıldığından söz eder Küllük’ten. Bu nezih yere sık sık uğrayan ünlü isimlerden bazıları, Akozan’a göre şu değerli kişilermiş:
İbnülemin Mahmud Kemal İnal, Mükrimin Halil Yinanç, Rıfkı Melûl Meriç, Ali Canip Yöntem, Hilmi Ziya
Ülken, Peyami Safa (vefatından sonra eşi Sevim Hanımefendi’nin yaz aylarını Büyükada Anadolu
Kulübü’nde geçirdiğini arkadaşımız Şanda’dan öğrenmiştim), Kilisli Rıfat Bilge, Kenan Hulusi Koray,
Reşad Nuri Güntekin, Fuat Köprülü, İsmail Hakkı Uzunçarşılı, Sadri Ethem Ertem, Nurullah Ataç,
Neyzen Tevfik, İbrahim Alaeddin Gövsa, Agâh Sırrı Levend (yeğeni İlçin Kıray Hanımefendi’nin kızı Şanda Kıray, Büyükada Anadolu Kulübü’nden aile dostumuzdur, kendisinden tüm isimlerde hata yapmamak için destek aldım), Abdülhak Hâmid, Yahya Kemal, Midhat Cemal Kuntay, Faruk Nafiz Çamlıbel, Necip Fazıl Kısakürek, Yusuf Ziya Ortaç, Orhan Seyfi Orhon, Ahmet Muhip Dıranas, Hâlit Fahri Ozansoy, Reşat Ekrem Koçu, Sabri Esat Siyavuşgil…
Reşat Nuri Güntekin’in 1937’de satın aldığı, vefatından sonra kızı Ela Hanımefendi’nin ikâmet ettiği, şimdilerde ise kimsenin oturmadığı evi. Maalesef evin girişinde asılı olan ve Adalar Belediyesi Müfettişi Sayın Naciye Kaya’dan temin ettiğim yazarın kısa biyografisinin yer aldığı tabela da yok artık. 2021 / MN Doral
Ayvazoğlu 2010’da yayımladığı eserinde tek tek bilgi hazinemize kazandırmıştı bu eşsiz verileri. Bu değerli isimlerden birkaç tanesinden rahmetli validem kendisiyle kahve içerken yaptığımız edebiyat sohbetlerinde bahsetmiş ve 1945’lerde Aksaray-Laleli’de oturdukları Kanatlı apartmanında Mükrimin Halil, Mahmud Kemal İnal, Yahya Kemal, Reşat Ekrem Koçu gibi değerlerin evlerine geldiklerini anlatmış, kendilerini yakından tanıma fırsatı bulduğunu iletmişti. Ayrıca Yusuf Ziya Ortaç ve Orhan Seyfi Orhon’u, Akbaba Dergisi döneminde Büyükada Anadolu Kulübü’nde 1960’lı yıllarda bizzat tanıma fırsatım olmuş, aralarında Samet Ağaoğlu, Esat Mahmut Karakurt’un da bulunduğu sohbet toplantılarındaki atışmalara ana bahçede yer alan havuzun kenarındaki yakın masalardan birinde oturarak kulak misafiri olurdum. Her üçü de aile dostlarımızdı. Daha sonra, 3 yıl boyunca çalışıp, editörlüğünü yaptığım ve 2020 yılında ATAMIZ’ın kurduğu Anadolu Kulübü tarafından yayımlanan “Anılarla Anadolu Kulübü” başlıklı kitabımda Orhan Seyfi’nin torunu, eşim Esra ve benim arkadaşımız olan Yeşim Çorluhan’nın dedesiyle ilgili bir bölümü derlemiş Orhon ve Ortaç üstatları arkadaşımız Yeşim’in dilinden aktarma fırsatı bulmuştum.
Daha sonraları, Beyazıt Meydanı’nın görkemli dönemlerinde, rahmetli babam Seyfi Doral’ın bana aktardıklarına göre; 1936’da açılan Marmara Sineması, ismini taşıdığım diğer dedem Mahmut Nedim Doral ve ortağı Mustafa Saraçer’e aitti. Dönemin en önemli filmlerinin oynatıldığı, entelektüel zümrenin takım elbiseleri ile localarda yer aldığı İstanbul’un güzide sinemalarındandı. 1960lı yıllarda ailem bazı Cuma akşamları bana ayrılan balkonun ilk sırasındaki, 1 numaralı koltukta yerimi alır, yeni vizyona girmiş filmleri seyretmem için Marmara Sineması’na götürürdü. Ayrıca ayda bir Erkan Yolaç programını sunar çok ilgi görürdü. Kapıda duran uzun boylu, yapılı İbrahim Efendi koca sinemada kuş uçurtmazdı. O günlerde en üst katta Küllük adlı kıraathane mevcuttu ve belki de Küllük, tarihini bu ortamda İstanbul Üniversitesi’nin güzide öğrencilerinin buluşma ortamı olarak Marmara Sineması en üst katında devam ettirdi. Çocukluğum hemen arkada Mimar Kemalettin Mahallesi, Turanlı sokaktaki aile apartmanımız olan Doral apartmanında geçmişti. Yapımı 1933’te bitmiş olan bu beş katlı muhteşem bina dedem Mahmut Nedim Doral tarafından yaptırılmış. Her iki dedemin ve ecdatlarımızın ruhları şad olsun. Hayatta olanlara da sağlık ve uzun ömürler temenni ediyorum.
Bu arada Mehmed Ali Yıldız, 2015 de Mavi Atlas’ta yayımlanan “Beyazıt’ta Bir Kültür Ortamı: Küllük
Kahvesi”nde aktardığım bilgilerin çoğunu toparlamış. Bu değerli eseri refere eden muhterem Rengigül Kardeşimiz’e, dedemi ve “Küllük” adını içleştirme fırsatı verdiği için gönülden teşekkürlerimi iletiyorum.
Anneniz dedenizin bu özelliğinden etkilenmiş miydi? Edebiyat ve hukuku birleştirdiğini irdelediniz mi?
Dedem Kesriyeli Mehmet Sıtkı Akozan, 1888’de Kesriye’de doğuyor, vefatı; İstanbul 1948. Vefat nedeni validemin anlattığına göre akciğer kanseriymiş. Bu arada belirtmeden geçemeyeceğim, çok sigara da içtiğini söylerdi anneannem, hem de kehribar ağızlıklarla. Giyimine ve aksesuarlarına çok itina gösterirmiş.
Dedem ve anneannemin İstanbul Yahya Efendi Kabristanı’ndaki istirahatgahları (solda). Rahmetli anneannem Bahriye Akozan, İstanbul, 1928 (sağda) / MN Doral arşivi
Babası Kesriye Müftüsü, Buhari-i Şerif Hocalarından Çubukçuzade Ahmet Hamdi Bey’dir.
Dedem Kesriyeli Mehmet Sıtkı Akozan’ın babası Kesriye Müftüsü Çubukçuzade Ahmed Hamdi Bey’in İstanbul Yahya Efendi Kabristanı’ndaki istirahatgahı / MN Doral arşivi
Şebinkarahisar’da doğmuş ve Kesriye yani günümüz Yunan Makedonya’sında müftü olarak görev almış. Kastoria olarak adlandırılan bu kasaba Osmanlı döneminde 1385-1912 yılları arasında önemli bir yerleşke olarak tanımlanmakta. Burada 1900’lerde 126 köy, 75.022 nüfus varmış. Dedem ilk ve orta öğrenimi burada yapıyor ve Darülfünunu Edebiyat bölümünden mezun oluyor ve İzmit Mutasarrıfı Seyidali’nin kerimesi rahmetli anneannemle evleniyor ve 4 evlat sahibi oluyor.
Validemin dedesi, benim büyük dedem Seyidali ve ninem Sümbüle Ana’nın İstanbul Yahya Efendi
Kabristan’ındaki istirahatgâhları (solda) İzmit Mutassarıfı büyük dedem Seyidali ve arkadaşları, 1900’ler (sağda) / MN Doral arşivi
En büyük teyzem İstanbul Kız Lisesi Edebiyat öğretmeni olarak görev yapmış, Nevvare (Akozan) Duray, muhteşem ve muhterem bir eğitimci olup ailemizde örnek teşkil eden büyüklerimizdendi.
Rahmetli Edebiyat Öğretmeni Nevvare (Akozan) Duray 1947,
Rahmetli dedem Şair Kesriyeli Mehmet Sıtkı
Akozan ve kerimesi rahmetli validem hukukçu Neş’e Füsun (Akozan) Doral 1932 (validem 2
Yaşında) / MN Doral arşivi
Nevvare teyzem tam ahenginde şiir okurdu. Bazı aile yemeklerimizde rahmetli babam Seyfi Doral (1942-43 Galatasaray Lisesi, Üye; 3457) ile Orhan Veli, Özdemir Asaf’tan şiirleri karşılıklı atışırlar, validem ise eşlik ederdi. Ancak hukukçu olan validemin kalem gücü daha yüksekti. Dayım, mimar Prof. Feridun Akozan, İstanbul Güzel Sanatlar Akademisi 2 dönem başkanlığını yapmış, Sedad Eldem’le “Topkapı” kitabını yayımlamış ve Anıtkabir proje yarışmasında Prof. A. Handan ile dereceye girmişti. Bu arada edebiyat ve kalem gücü yönünden muhakkak validem dedemden etkilenmiştir. Öyle bir edebiyat akademisi içinde büyümüş ki, olmaması imkânsız olurdu.
Bu arada küçük teyzem, Ord. Prof. Dr. Naşit Erez’in ilk asistanlarından jinekolog Op. Dr. Fehamet (Akozan) Madenli 1960’da “Ağrısız Doğum” başlıklı kitabı dönemin en popüler kitaplarından biri olarak kabul edilmişti. Rahmetli küçük teyzem çok güzel şiir yazardı, hatta bir iki şiirini bestelemiştim, kızı ve yeğenim Feza da çok güçlü bir kaleme sahiptir. Ben de amatörce hazırladığım bazı bestelerimin güftelerini yazmaya başladığım günleri unutamıyorum.
Diğer sorunuza şu cevabı vermek isterim: Edebiyat hukukla birleşmek zorundadır. Edebiyat edep içerir, yazı yazma sanatı da bu kaliteyi güçlendirir. Bir hukukçu, müvekkilinin savunmasını yazarken gücünü hem bilgisi hem teknik eğitimi hem de kaleminden alır. Validemin kalem ve hitabet gücü yüksekti, yukarıda da belirtmiştim.
Böyle büyük bir edebi kültür içinde yaşamak size neler kattı?
Ulusal, uluslararası düzeyde konuşma, tartışma, sorulara anında cevap verebilme erkine, bir o kadar önemlisi de “bilmiyorum, öğrenmeliyim” deme gücüne sahip oldum. Yine ulusal ve uluslararası arenada birçok bilimsel, güncel makaleler yazdım, onlarca kitabım var bunlardan bazıları SpringerVerlag basımevi tarafından dünyaya sunulmuş, halen de ders kitabı olarak okutulmakta, elektronik ortamdan da binlerce başvuru olmaktadır. https://scholar.google.com/ (Google Akademik) incelediğiniz zaman yaklaşık 5420 adet çalışmam tanımlanmış. H indeksim 27. Maalesef günümüzde 67 yayını olup rektörlük makamına atanmış öğretim üyeleri var! Belirtmeden geçemedim.
Şanslıyım böyle bir aile kültüründen geldiğim için, ancak Büyükada ve özellikle Anadolu Kulübü, Sultani, Kabataş, Galatasaray Kulübü (çocuk azalık yılım; 1958, #140, Divan üyesi #4837), dünyada farklı yer ve üniversitelerde, merkezlerde çalışmış olmam, ayrıca 43 yıllık cerrah, 27 yıllık akademisyen olmam bana ayrı ayrı çok güç vermiş, beni eğitmiştir. Tüm bu artılarımı topladığım zaman, gerek ülkeme, halkıma, öğrencilerime, asistanlarıma, doçentlerime, gerekse yetiştirdiğim profesörlere mütevazı da olsa çok katkıda bulunduğuma inanıyorum.
Bu arada hobilerim beni hep ayakta tutmuş, bana güç vermiştir. Müzik uğraşım 1964’den beri bateri ve 70’li yıllardan günümüze gitar çalmamla pekişmiştir. Baskete Büyükada Anadolu Kulübü’nde başlamam, sonra okul takımı ve Galatasaray genç takımına kadar yükselmem, Bulgar Simenov’un, Akın Gönülşen, Erdoğan Karabelen, Özer Salnurların öğrencisi olmam, ayrıca tenis oynamam, şampiyonluklarımın olması, at binmem, dolma kalem koleksiyonumun olması, halı, kilim, çevre, heybe, tespih, yağlı boya tablolara, taş aynalara, eski kol ve duvar saatlerine saygım, tarih ve felsefeyi gündemimde tutmam, tıp dışı kitap okumaya meraklı olmam, genel kültürün olmazsa olmazım olması gibi özelliklerim beni hep dimdik ayakta tutmuştur.
100 yıllık Büyükadalı olmak nasıl bir duygu?
Geçenlerde gazeteci, adalı dostumuz Oral Çalışlar ile adada bir söyleşim olmuştu. Orada da belirtmiştim; babamın babası, adını taşıdığım dedem dönemim demiryolu müteahhiti Mahmut Nedim Doral, adadaki arsayı 1927 de almış ve yaptırdığı 3 katlı yazlık evde 1930’lardan itibaren oturmaya başlamışız ailece. Her yıl torunum Ozan, 5. kuşak olarak adaya geliyor, annesi kızım Ceyla, damadım Coşku ile birlikte hem de 15.000 km uzaktan, Los Angeles’ten.
1927’den bu yana sizce neler değişti?
Adalarda çocukluğumda gül yetiştiriciliği vardı, gül bahçelerinin arasından geçer denize varırdık. Yazlık sinemalar… Babalarımızı iskelede en şık kıyafetlerimizle karşılamak… Reşat Nuri Güntekin’in eşi Hadiye Hanım Teyze ve vişneli ekmek tatlısı… Osmanlı Dönemi annemin babaannesi Rengigül Hanım, Büyükada’da yaşamış. Bahçelerde mûsikili sohbetler olurmuş… Sizin ailenizdeki çocukluk tatlarınız nelerdi?
Annemle babam 1953 de evlenmişler, validemin hamilelik dönemi, özellikle Haziran-Eylül arası adada geçmiş, yani 1953 yılından beri yazları hep adaya gelmiş, gelmeye ve yaşamaya devam ediyoruz. Kışları 1958’e kadar Beyazıt, Turanlı sokak, Mimar Kemalettin Mahallesi’nde oturmuşuz, hatırlarım 5-6 yaşlarında, aile apartmanımızdı. Binanın inşaatı 1933’de bitmiş ve Doral apartmanı olarak adlandırılmış, 1980’lerde ise Mahmut Nedim Doral İşhanı olarak yeni işlevine başladı. Sonraki yıllarda Nişantaşı’na taşındık. Tüm çocukluk ve gençlik hayatımın güz dönemleri bu semtte geçti.
Ortaköy’deki Galatasaray Lisesi İlkokulu’na hep buradan gittim geldim. Yaz aylarında ada farklı bir tat alır, o günlere doyamazdık. İran Şahı Pehlevi’nin ziyareti, Patricia Carli’nin konserleri, Herbie Mann’in konseri, Fenerbahçe’nin Akasya Oteli’ndeki kamp günleri, Selim Soydan Hülya Koçyiğit çiftinin tanışmaları, Gökçen Kaynatan, İstanbul Gelişim, Özdemir Erdoğan, Rıza Silahlıpoda, Üstün Poyraz Set, Yalçın Ateş, Adalar Festivali, resim sergileri, maskeli balolar, sohbet toplantıları, ada mutfağı, FAÇYO,
Kapri, Milto, Fıstık Ahmet, Anadolu Kulübü’nde basketbol turnuvaları, tenis şampiyonaları ve tabi ki FAYTON’lar ve at sevgisi ve daha niceleri…
Tüm bu güzellikler içinde 1965’de Mahmut Doral 5’lisi, 1966’da Fındık Fareleri en son da 1967’de
Jaguarlar adını alan orkestramız bize bu müzik serüvenimizin elma şekerlerini oluşturmuştu. Aslan Süllam org çalıyor, çalıştırıcılığımızı yapıyor, Sani, Viktor, Avi, Tori gitar çalıyor, ben de bateride yer alıyordum. İki de şantözümüz vardı; Luiz ve Solita.
En önemli konserimizi 1967’de Kızılay onuruna Şan Sineması’nda vermiş, dönemin meşhur grubu Haramiler’den önce çıkmıştık. “Anılarla Anadolu Kulübü” kitabımda da bahsettiğim gibi Akşam Gazetesi’nden Levent Lir kaleminden ilk sayfada yer vermişti bu görüntüye.
Kızılay onuruna verdiğimiz Şan Sineması Konseri. “Jaguarlar”, Akşam Gazetesi, Mahmut, Sani, Avi, Tori, Viktor, 1967 / MN Doral arşivi Jaguarlar Büyükada Anadolu Kulübü’nde konserde/1967 MN Doral arşivi
Bu arada Rengigül Kardeşimiz’in de belirttiği gibi annemle birlikte babamı karşılamaya giderdik akşamüstü 5.15 vapurundan. Pantolon, gömlekler ütülenir iskeleye iner, tertemiz kıyafetlere bürünmüş değerli ailelerle birlikte saat kulesinin altında büyüklerimizle buluşur, faytona biner, evlerimize dönerdik.
Bu güzellik dolu yıllar 1960-65 arasıydı. Sonra gençlik yıllarımız başladı, Ada ve Anadolu Kulübü yaşam şekli bizlere, saygı, sevgi, paylaşımcılık gibi önemli özelliklerimizin gelişmesinde ciddi katkıda bulunmuştur.
Pazar sabahları bahçede yaptığımız aile kahvaltıları da çocukluk yıllarımın önemli anılarındandır.
Ankara ile İstanbul’u kıyaslarsanız neleri sizinle okuruz?
İki ayrı değer ve kültür. Cerrahpaşa Tıp Fakültesi’ni bitirdikten sonra ihtisas için İsviçre’ye gidecektim. Ancak Hacettepe Ortopedi bölümünde ihtisas yapmak kısmetmiş. Güçlü bir eğitim aldıktan, vatani görevim ve zorunlu hizmetimi tamamladıktan sonra 1987’de akademik hayatıma başladım 2021’e dek devam etti aralıksız bu süreç.
Ulusal ve uluslararası çalışmalarımda Ankara’dan aldığım disiplin çok etkili oldu. Yayınlar, kitaplar, Avrupa, dünya başkanlıklarım vs. tüm aktivitelerimde gerek Fransızca gerekse İngilizce konuşmamın çok etkisi olmuştu. Aileme, Galatasaray’a, Büyükada’ya, Anadolu Kulübü ailesine ve tüm eğitimime katkıda bulunmuş hocalarıma buradan saygı ve minnetlerimi iletmek istiyorum. Her bir adımımda, başta 41 yıllık eşim Esra olmak üzere, kızım Ceyla, aile fertlerim, İstanbul, Büyükada, Anadolu Kulübü, Galatasaray, Ankara, Hacettepe ve dostlarımın katkıları saygıya değer.
Hayatınıza GSL/GS neler kattı? “Galatasaraylı Olmak” nedir sizce?
Galatasaray “batıya açılan pencere” olarak da tanımlanır. Galatasaraylı olmak ayrıcalıktır; saygı, nezaket, bilgelik, yardımseverlik, dostlara sahip çıkmak ve vefa ilkeleri bir Galatasaraylı’nın vazgeçilmezleridir. Tüm bu özellikler bana ilkokuldaki öğretmenlerimden aşılanmıştı, o dönemde dahi Fransız hocalarımız gündemdeydi. Teşekkür etmenin anlam ve güzelliğini her defasında dile getirmişler, bir anlamda aşılamışlardı.
Okul orkestrası, müsamereler, hentbol, basketbol maçları, sosyal saygınlık ve kültürel aktiviteler tüm eğitim hayatımda etkin olmuştu. Lisede, okulun bateristiyken, Merhum Münir Nurettin Selçuk Ailesi’nin küçük oğlu Selim piyano, Sahir bas, Erdağ da ritm gitar çalarlardı. Bazı günler Şişli’de annesi Şehime Hanımefendi ile otururlarken orkestra çalışmalarımızı evlerinde yapardık. Bu arada değişik dönemlerde müzik yarışmalarında derecelerimiz de olmuştu.
Okul takımında basket oynarken genç takıma kadar da çıkmıştım. Koray Mincinoz, Targun, Can Tengizman takım arkadaşlarımdı. Anadolu Kulübü basket turnuvalarında da sayı kralı olduğum dönemler, tenis şampiyonluklarım vardı. Bu güzel günler, bana itibar ve ilgi kavramını tanımlarken, yenmenin hazını, yenilmenin üzüntüsünü ve olgunluk tohumlarının serpintilerini öğretmişti.
Arşivimde “Kültür Mirasımız” belgesinde kıymetli bir değer olan GSL’de Dubois Beyefendi’de okuduysanız bize bu kıymetli şahsı tanıtabilir misiniz?
Père Pierre Dubois, St. Antoine’ın baş papazıydı, hocamızdı, Jean Anouilh’dan Antigone’u yanılmıyorsam bir yılda bitirmiştik. Her hafta 1 paragraf okur, tartışır, yorumlardık. Yaşamın, okumanın, eğitimin, okuyup anlamanın ve anlatabilmenin ve de anlaşılır olmanın basit olmadığını öğrenmiştim kendisinden. “Okuduğunu anlamanın ve uygulamanın gizemi felsefeden geçer” kavramını da öğrenmiştim. Herhalde bu kadar tanımlamam yeterli olmuştur.
Anısal birkaç bilgi aktarmak isterim:
Charles DeGaulles, lisemizi ziyaret ediyorlar. Sultani kıyafeti ile karşılayanlar, Mükerrem ve Mahmut. “Galatasaray Lisesi – Mekteb-i Sultani-1868-1968”, Gün Matbaası 1974, s; 106
Yüzüncü Yıl kutlamaları ve en yaşlı üye ile kütüğe anı plaketi çakıyoruz ve kutlama kurulu üyeleri ve listede yer alan rahmetli babam Seyfi Doral. “Galatasaray Lisesi – Mekteb-i Sultan i-1868-1968”, Gün Matbaası 1974, s; 90-91
“Anılarla Anadolu Kulübü”, Editör; Prof. Dr. Mahmut Nedim DORAL, Hermes Tanıtım Ofset, 2020
Babam Seyfi Doral ve şahsıma 1962 yılında Gündüz Kılıç ve Coşkun Özarı tarafından hediye edilen büyük eser. Doğan Kardeş Yayınevi, 1962
Özgeçmişinizde ve hobilerinizde Kabataş Lisesi’ni gördüm. Babamın köklü, saygın okulu. Kendisi fen bölümündenmiş. Faruk Nafiz, o dönem hocaları imiş ve dinlemeye giderlermiş. Aziz Taner tarih hocasıydı ve Levent’ten komşumuzdu. Metin (Sözen) Amca arkadaşı idi. Feyyaz Tokar… Babam Prof.
Dr. Faik Yaltırık “Kabataş’ın Ünlüleri”nde geçiyor.
İki saygın lise ve iki saygın üniversitede okuma şansını elde eden nadir bir kişisiniz. Babamın kuvvetli, köklü, saygın okulundaki bir yılınızı, hocalarınızı, müziğe katkınızı, okulun Boğaz’daki konumunu aktarabilir misiniz?
Fransızca kompozisyondan bırakmıştı hoca M.elle Noah 1971′de çünkü okul aile birliği ve 100. Yıl komitesi üyesi rahmetli Babam Seyfi Doral’dan (42-43) azar işitmiş, belki de hak etmişti! Danıştay’a başvurduk ancak babam da benim Kabataş Erkek Lisesi’ne kabul edildiğimi ve vakit kaybetmeden oraya transfer olacağımı söylemişti bana. Son seneyi o değerli, nezih ve de ülkemize büyük değerler kazandırmış Kabataş Erkek Lisesi’nde okudum ve de mezun oldum hem de ilk ve lise son dönemimi yan yana Feriye Sarayları kompozisyonunda okumuştum. Ayrıca dikkatimi çeken bir nokta; bu mütevazı adımlarımda belki de Türkçeme daha hâkim olma fırsatı elde etmiştim! Bu şartlar altında İ.Ü. Cerrahpaşa Tıp Fakültesi’ne 490,06 puanla girmiştim; çok üst seviyelerde. Yanılmıyorsam ilk 100 içindeydim. Hacettepe’ye kabul oluyordum o sırada, ancak Paris’e gitmiş, Ankara’ya gitmemiştim yaşamımda o döneme dek. Başkentimizi tanımıyordum o sıralarda, maalesef!
72-73 döneminde Cerrahpaşa Tıp Fakültesi’ne başladım. Ve daha sonra Hacettepe Tıp, bugün üst düzey puanla öğrenci kabul eden bu güzide 2 üniversitenin eğitimini almış oldum. Bana onur verdi, vermeye de devam ediyor!
Kabataş basket takımında oynadım, o dönem başarılar elde ettik. Okul orkestramız
Türkiye 3’üncüsü olmuştu, ben de bateride üçüncü seçilmiştim. Ayrıca dönemin önemli pop müzik dünya topluluklarından “The 5th Dimensions” ziyaret etmişti okulumuzu ve birlikte müzik yapmış, gazetelerde çıkmıştık. Şef Billy Davies Junior bateri çalarken çok dikkatle izlemişti beni. Hatta Berkley’e bile “vurmalı sazlar” üzerine gidebileceğim geçmişti aklımdan! Tarih, tarih!.. Beni kompozisyon dersinden bırakanlar bugün onlarca kitap, yüzlerce uluslararası yayın ve “chapter”lar yazmış olduğumu ve binlerce talebe, yüzden fazla doçent ve yüze yakın profesör yetiştirdiğimi görseler saygıda kusur etmezlerdi. Tüm lise hocalarıma saygılarımı, teşekkürlerimi ve sevgi dolu çiçek buketlerimi yollamak istiyorum. Ülkeme hizmet ettim, etmeye de devam ediyorum. Günümüzde her kurum büyük ve tek önderimiz Gazi Mustafa Kemal Atatürk zihniyetini temsil eden bir idareciye sahip olmalı ve Galatasaray ve Kabataş gibi güzide eğitim yuvalarını yaşatmalıdır Muhterem Rengigül Kardeşim. Büyük ATAMIZ yaşıyor, yaşayacak, kimse şüphe etmesin lütfen. Fırsat verdin kaleme aldım. Tıp dünyası içinde yerli yabancı kıymeti hocalarınızla yol kat ettikçe kimlerden en çok etkilendiniz?
TMOK tarafından 30 Ocak 2010 yılında düzenlenen “Spor Hukukunda Güncel Sorunlar-II” Sempozyumu. Sempozyumunda Av. Türker Aslan Ağabeyimiz’in de katılımları ve katkıları saygındı. O sıralarda TMOK Sağlık Kurulu Üyesi olarak hizmet veriyordum. TMOK Yayınları, 2010
Bu sorunun cevabı sayfalara sığmaz, ancak kısaltarak geri bildirim yapmakta yarar var diye düşünüyorum. 1973 sonundan itibaren, İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi’ndeki eğitimim sırasında Teşvikiye Sağlık Evi benim 2. eğitim merkezim olmuştu. Dönem dönem öğrenci hareketlerinden dolayı üniversite kapanıyor, ben de kendimi Teşvikiye Sağlık Evi’ne atıyordum. Hastanenin sahibi; aile dostumuz, Büyükadalı Dr. Osman Üçer’e büyük saygımı iletmek görevimdir inancındayım. Hatta Türker Ağabeyimiz’i de stajyer iken Aslan ailesinin bir ferdine aynı hastanede acil müdahale yapma gereği nedeniyle tanıma fırsatım olmuştu. Yıllar sonra tıp hukuku konusunda kendisinden önemli bilgiler edindiğimi de söylemeden geçemeyeceğim.
Dr. Osman Üçer’in hastanesinde büyük isimlerle doğrudan ameliyatlara katılıyor, dahili bilim hocalarına da gönüllü asistanlık yapıyordum. Feyyaz Berkay, Bülent Tarcan, Safa Karatay, Alaaddin Vardar, Orhan Şaşmaz, Adnan Salepçioğlu, Şevket Tuncel, Süleyman Dırvana, Tarık Minkari, Halit Ziya
Konuralp, Macit Madenli, Ali Haydar Taşpınar gibi akademisyen önemli cerrah hocalara, Derviş Manizade, Ziya Sezgin, Macit Üzel, Ayhan Arıtamur, Cevat Alpsoy, Orhan Başkır gibi akademisyen önemli ortopedi hocalarına, Ekrem Şerif Egeli, Reşat Garan, İlhan Ulagay, Nazif Bağrıaçık, Kemal Önen, Müfide Küley, Muzaffer Gürakar, Rauf Sezer gibi akademisyen dahiliye hocalarına ve isimlerini unuttuğum daha nice hocalarımdan aldığım hekimlik sanatı eğitimi bana meslek hayatımda inanılmaz güç vermiş, beni belli yerlere getirmiştir. Hepsine şükran borcumu Rengigül Kardeşimiz vasıtasıyla iletmek istiyorum.
Profesörlüğe giden yolda ve uluslararası başarınızdaki faktörleri nasıl değerlendirirsiniz?
1987’de Yardımcı Doçent, 1989’da Doçent, 1993 sonu Hacettepe Üniversitesi’nde Profesör olmuştum. Doçentlik bizim zamanımızda, eserlerin değerlendirilmesinden sonra hem ameliyat hem olgu tartışması hem de sözlü sınavdan sonra ulaşılan çok değerli bir unvandı. Beş profesörün denetiminden geçilerek bu unvan elde ediliyordu. Maalesef günümüzde doçentlik bilgisayar başında yayınlara bakılarak tanımlanıyor. Kesinlikle yetersiz bir sistem! Adayın konuşma, tartışma, karar verebilme ve saygınlık özellikleri ve erkleri hiç bilinmeden karar veriliyor!
Profesörlük, üniversite kadrosuna atamadır. Eserleriniz ve bilimsel faaliyetleriniz göz önünde bulundurulması kaydı ile bilimsel etkinliğiniz ve saygın kişiliğiniz doğrultusunda üniversite tarafından atfedilir. Tabi ki tüm bu aktiviteler profesörler tarafından oluşturulan bir jüri tarafından değerlendirilmekte ve üniversite senatosu tarafından karara bağlanmaktadır. Ancak son yıllarda bu atıfa bağlı kadronun özellikleri nasıl tanımlanabilir? Kesinlikle bir bilinmez!
Akademik hayatımın başlangıcı olan 1987’den 2021’e dek tüm bu dönemeçleri geçtikten sonra bugünlere geldim. Binlerce öğrenci, asistan, yüzlerce öğretim üyesine destek olduktan, eğitim verdikten sonra ileriye baktığımda, daha da çok öğreneceğim şeyin var olduğu ortaya çıkmakta! Sonuç olarak akademisyenlik hayatın sonuna dek devam eden, eğitsel bir kavram. Hem de vazgeçilmesi imkânsız bir değer. Geniş vizyon sahibi olan bir akademisyen ölümsüzleşiyor, ölümsüzleştiriliyor!
Shenzhen/Çin 2018 Aralık, kitabımın Çinceye çevrilmesi onuruna düzenlenen toplantı, 2 konuşmam var. Sports Injuries – Prevention, Diagnosis, Treatment and Rehabilitation Kitabının Çince Çevirisi Onuruna Düzenlenen Toplantı, Aralık 2018, Shenzhen, China
Genç meslektaşlarınıza neler tavsiye edersiniz?
Çalışmak, eğitim almak, eğitim vermek, doğru bilgiyi paylaşmak, saygılı olmak, saygın olmak, bilge kişileri örnek almak, aileyi ön planda tutmak, vatana, Büyük Atamıza ve ülkeye emek verenlere ve şehitlerimize sahip çıkmak, araştırmak, felsefeyi sindirmek, hobileri ve genel kültürü korumak, geliştirmek… Şu an bunlar geliyor aklıma!
Ortopedide ne kadar başarı sağlandı dünyada?
Türk Ortopedisi, Akif Şakir Şakar, Münir Ahmet Sarpyener, Rıdvan Ege gibi büyük hocalarımızla yola çıktı, derneğimizin başkanlarından biri olarak onlara şükranlarımızı sunmak istiyorum. Avrupa, AsyaPasifik, dünya başkanlıkları yaptım, bazılarında da yönetim kurulu üyeliğinde bulundum, komitelerde çalıştım, hep büyüklerimizin adımlarını devam ettirdik. İşte bu güçle Türk Ortopedisi gerek yayınları gerekse faaliyetleri ile üst sırlarda olmaya devam ettiriyor, başarısını koruyor, korumaya da devam ediyor.
Hareket etmek yaşamda ne gibi artılar sağlar? Dijital çağ ile masa başı yaşamda, özellikler çocuklar için neler yapmalı ki sağlıklı toplum olalım?
Organlarımız çalışabilir, ancak hareket sistemimizin de çalışabilir olması büyük zenginliktir. Bu neden her yaşa göre spor önemli bir devinimdir. Ancak bazen de sporun sağlığa zararlı olduğunu hatırlatmak isterim. Bilinçli yapılan spor yaşamı korur, kişiyi yaşama bağlar!
Çocukları masa başından ayırmak imkânsız, ancak çocuklarımız ders çalışmaları dışında aynı süreyi açık havada (kış aylarında dikkatli olmak suretiyle) bilinçli eğitmenler aracılığı ile spor yaparak değerlendirmelidirler. Ailelere ve üst yöneticilerimize düşen görev çok önemli, sadece hatırlatmak istedim.
“Sağlam kafa sağlam vücutta bulunur” diyen Büyük Önderimiz ATATÜRK’e bir kez daha saygı ve minnet duygularımı iletmek istiyorum.
Spor tıbbında ortopedinin önemi ülkemizde yetenince biliniyor mu?
Evet, Hacettepe Üniversitesi’nde Sporcu Sağlığı Merkezi’ni 1994, Spor Hekimliği Anabilim Dalı’nı da
2001 yılında kurdum. İlkinde Prof. Dr. Yüksel Bozer, ikincisinde ise Prof. Dr. Tunçalp Özgen Rektör, Prof. Dr. Uğur Erdener Hastaneler Direktörü idi. Ayrı ayrı teşekkür ediyorum hepsine. Destek vermeselerdi bir tek adım dahi atılamazdı! Ayrıca dönemin GSG Müdürlüğü’ne bağlı olan SESAM’ın (Sporcu Sağlığı, Eğitimi ve Araştırma Merkezi) 1999’dan itibaren 5 yıl başkanlığını yaptım. Tüm bu dönemler bana çok şey öğretti, ben de öğrendiklerimle dünya bilgilerini birleştirerek öğrencilerime, sporcularıma katkıda bulundum! Bu onuru yaşadığım için çok mutluyum, paylaşma fırsatı verdiğiniz için teşekkür ediyorum.
Futbol ve özellikle koşu sporlarında ortopedik özellikler sporcuları etkiliyor mu?
Sporun her dalı antropo-morfometrik özelliklerle ilintilidir. Fizyolojik, morfolojik ve beceri gücü yüksek özelliklere sahip çocuk ve genç sporculara değer veren eğitmenlerin ve seçicilerin başarılı sporcular yetiştireceklerinden kuşkum yok. Tabi, ailelere ve yöneticilere de düşen sorumluluk görevi de vazgeçilmez değerlerdir.
Başarılı kulüplerdeki sporcuların ortopedik özellikleri araştırılmış mı?
Maalesef, kayda değer veriler ve yayınlara rahatça ulaşamıyoruz. Olması gerekenlerin başında gelir hareket sisteminin araştırılması. Kas-tendon, bağların ve eklemlerin organların değerlendirilmesiyle özdeşleştirmelidir. Koruyucu sporcu sağlığı bu düşünce ile gelişir. Limbik sistemin korunması, sporun teorik ve pratik eğitimini paralel bir şekilde vermek ve devinimini sağlamak gerekir. Başkan Ünal Aysal zamanında alt yapının sporcu sağlığı sorumlusu olarak tüm morfolojik değerlere bakıp raporlarımızı yönetime sunmuştuk. Ancak bu veriler günümüzde ne kadar değer buldu bilemiyorum.
Aile, meslek, cemiyet, serbest zaman değerlendirmesinde nelere özen gösterirsiniz?
Paralellik ve senkronizasyonu korumak gerekir. Hepsi birbiriyle ilintilidir. Hele ki ailenin dirlik ve düzeninin idamesi her şeyden önce gelir, unutmamakta yarar var!
Eski dönemlerde ailemdeki yaşanmışlıklardan bildiğim doğa paydaşlarımdan biri de at. At sevgisi çocukluk yaşımdan beri olan, vazgeçilmez asil bir sevgidir benim hayatımda. Bir dönem Yağmur, bir dönem Duman, bir dönem Erdin benim ve ailemin fertlerindendi. Rahmetli validem, kızım Ceyla kapımın önünde Yağmur’a şeker verirken duydukları haz hafızamdan çıkmaz.
Bize Yağmur’u anlatabilir misiniz lütfen? Yağmur ilkiniz miydi? Başka doğa paydaşlarınızdan kimler var aile bireyi olarak? Kedi, köpek, kuş…
Bugüne dek değişik atlar bindim. Hepsi pedigrileri belirlenmiş 6-7 yaşlarında tecrübeli Arap atlarıydı.
Dönemlik olarak bendeydiler. Adada ata bakmak kolay değildi, ona rağmen, Hasan, Mehmet Ali, Hüseyin gibi ata saygılı, at yetiştiren ve atı sahiplenen değerli dostlarım sayesinde bu kutsal varlıklarımıza baktık, besledik. 7-8 yaşlarında başlamıştım at binmeye adada. Hem de eğersiz, yeleden tutarak binerdik. Hepsi de yarış çıkmasıydı. Eğitimimi bindiğim atlardan almıştım, daha sonraları, Ankara’da kendisi hastam olan Muhterem Mahmut Kızılkaplan’nın harası ”Capital Country Club”de eğitimimi devam ettirdim. Son 2 yıldır bel sorunumdan dolayı çok dikkatliyim. Fırsat buldukça Adada “At Bakımı ve Yetiştiriciliği” konularında sohbetler yapıyoruz şampiyon atlara sahip dostum Semih Koçer’le.
Atım Yağmur, 2008 (solda), bir sonraki Duman 2015 (sağda) / MN Doral arşivinden
“Bilim ama öncesinde edep” diyorsunuz ki ben bu konuya aynı kitapta yer aldığım Prof. Dr. Ahmed Yüksel Özemre gibi çok önem veriyorum. Bu “bilim ama önce edep” dediğinizin size genlerinizle, dedeniz kıymetli şair Mehmet Sıtkı Akozan’dan geçti diye okuyabilir miyiz?
Bu görüşe sahip olduğumu nereden yakaladın muhterem Rengigül Kardeşim bilemiyorum, belki de elektronik ortamdan bulmuşsundur? Birçok açılış konuşmamda, söyleşilerimde çok dile getiririm bu tekerlemeyi.
Edep kavramı olmasa idi yaşam sosyolojisi bilge insana bilgelik erkini öğretemezdi!
Tabi ki dedem, merhum Kesriyeli Mehmet Sıtkı Akozan’dan geçen genlerim vardır. Ailemin çok ferdi bu temayı yaşamları boyunca benimsemişler, sonraki kuşaklara aktarmışlardır. Hepsine minnet duygularımı aracılığınızla iletmek isterim.
Bu arada Sıtkı dedemle ilgili bir çalışma yapan Dokuz Eylül Üniversitesi’nden Doç. Dr. Nurcan Şen’den aldığım bir telefonla tekrar aile arşivimi araştırmaya başlamıştım. Kendisine de ayrı teşekkürlerimi buradan iletmek istiyorum. Ayrıca, dayım Prof. Feridun Akozan (eşi Gönül Akozan) ve oğlu Mehmet, teyzem Op. Dr. Fehamet (Akozan) Madenli (eşi Op. Dr. Macit Madenli) ve evlatları Mustafa ve Feza, annem Neş’e Füsun (Akozan) Doral (eşi Seyfi Doral) evlatları ben ve Murat, ablamız sevgili Zuhal Yılmaz (eşi Yılmaz Ağabey) ve evlatları Fikret, Merve ve Sinan, yaşamımızda ailelerimizle birlikte geniş ve saygın büyüklerimize sevgi ve saygımızı ihmal etmiyor, vefat edenlere rahmet, hayatta olanlara da sağlık ve huzur diliyorum.
Dedemin kehribar yazı kalemi, uçları ve hokkaları. Uçları orijinaldir. 2 adet kehribar, bir adet kamış.
Bu röportajımızı yaparken kıymetli tiyatro sanatçımız Ferhan Şensoy’u ve İ.Ü. Ceza Hukuku profesörlerinden Prof. Dr. Duygun Yarsuvat’ı kaybettik. Her ikisi de sizin Galatasaray Lisesi’nden ağabeyiniz. Nur içinde yatsınlar.
1970 yılında okul orkestrası çalışmalarımız Tevfik Fikret Salonu’ndaydı. Bizden sonra tiyatro kolu çalışacaktı. Ferhan Şensoy, Tarık Pabuççuoğlu… Biz süreyi aşmıştık biraz. Ferhan Şensoy geldi ön sırada oturdu hem de köşede, dakik ve disiplinli bir karakter olmasına ragmen, tek bir kelime etmeden sadece takdirle dinlemeye devam etmişti. Ruhu şad olsun, ışıklar içinde istirahat etsin.
Duygun Hoca, 2010’lu yıllarda Hacettepe Kalp Damar Cerrahisi Bölümü’nde yatmıştı. Ben de ortopedi öğretim üyesi olarak konsülte etmiştim kendilerini. Prof. Dr. İlhan Paşaoğlu, Prof. Dr. Metin Demircin ile birlikteydik. Bir süre hizmet ettik sonuna dek kendilerine. O gün, bugün değerli büyüğümüz, ağabeyimiz yaşam ile birlikte oldu, bugün ise ruhu şad olsun.
Unutmadan geçemiyeceğim bir değer de Galatasaray denince akla gelen Turgay Kıran Ağabeyimizdir. Onun beyefendiliği, saygınlığı ve gerçek Galatasaray sevgisi hepimize örnek teşkil etmiştir. Sağlık ve başarı dileklerimiz onun olsun.
Sayın Prof. Dr. Mahmut Nedim Doral, büyük bir kültürü verdiği cevaplar ile aktarmış oldu. Gelecek kuşaklarımız adına da kıymetli hocamıza teşekkürü bir borç bilirim.
Küllük’ü ziyaret edişi ve fotoğraflaması, kent kültürümüz için çok önemli bir belge. Bedri Rahmi eseri ile bütünlük sağlamış, yazı kıymetine kıymet katmış.
Keza Reşat Nuri Güntekin’in evinin durumundan iki görsel ile bahsetmesi de kent kültür bilincine bir belge. Kıymetli aile büyüklerinin fotoğrafları o dönemin zarafetini yansıtıyor.
Hele “Dikenler”deki zarafette gözlerim doldu. Sıtkı dedesi Mahmut dedesine imzalamış.
Feyyaz (Berkay, Prof. Dr.) Amca’nın adını görünce pek duygulandım. Gerek Levent’ten gerek yazlıktan komşumuzdu. Melba Teyze de öyle güzel, iyi kalpli bir hanımefendiydi ki! Kızı Nuray ile çok samimi arkadaştık. İkizler bizden küçüktü ama sonra Erol ile Sandoz’da birlikte çalıştık, şimdi Amerika’da. Feyyaz Amca’dan bir makalemde bahsetmiştim.
Sayın Doral, akademik yolda başarılı olmak isteyen gençlere örnek olacak deneyimlerini aktardı. Bu değerli deneyimleri, bilgileri örnek alacak kişilerin şanslı olduğunu düşünüyorum.
Ayrıca “Galatasaraylılık ne olarak devam etmelidir?”e de çok önemli verileri işaret etti. Uluslararası markamızın, saygın ve köklü kültürün devamlılığı için feyz alınmasını dilerim.
Kitap, müzik, spor, doğa, doğa paydaşları…
Hayatımızın kıymetleri, genler, farkında olup form almak ve ebediyete intikal edene kadar çalışmak…
Sayın Prof. Dr. Mahmut Nedim Doral hocamızın her satırı çok ama çok kıymetli, her fotoğrafı gibi. Kaybolan değerlerimize de faydalı bir belge niteliğinde. RE Books Arts Kitaplığı’nda kayıt altına da alınmış oldu.
Yazı içindeki detaylar eminim edebiyat, güzel sanatlar, tıp, mimari, doğa, spor, Galatasaray, şehircilik tarihi araştırmaları yapan/yapacak olan gençlere kıymetli bir kaynak olacaktır.