Kişisel stilimizi bulma, fiziksel zarafete ulaşma yollarını keşfedip elegan bir yaşam tarzı edinme hedefinde incelenmesi gereken birçok stil konusu vardır.
Beden stili, giyim stili, konuşma stili, ifade stili, sofra adabımız, görgü tarzımız gibi daha pek çok stil çeşidini sayabiliriz. Bu yazımda “Zarafet nedir?” sorusu ile yola çıkarak “Ruh Zarafeti”ni ele almak istiyorum.
Rengarenk çiçeklerle bezenmiş bir çiçek tarlasında olduğunuzu düşünün. Hepsi birbirinden güzel. Ancak mutlak surette gözünüz yavaş yavaş ortama adapte olup detaylara indikçe ve detayları görüp hissetmeye başladıkça hayranlık ile karşısına geçip bakakalacağınız bazılarını beynimiz ayrıştırır… Aynı durum çok özel yaratılmış insan için de geçerli. Bazıları bazılarından ayrışır! Zarafettir bu ayrışmanın adı…
Zarafet nedir? Sadece naif, kırılgan bir fiziksel görünüş müdür, ilk akla gelen… Genel olarak klişelerle arası iyi olmayan ben, burada özellikle karşı duruyorum ve sizlerle zarafetin detaylarına inmek istiyorum.
Zarafet; elbette ki ilk anda dış görünüş ile kişinin yansımasıdır diye düşünülür. Kişi vardır ki son modaya uygun giyinir, saçını tarar, marka taşır ve daha nicesi. Hoş görünür, kendine baktırır ancak bir yerde bazen hepimizin hissettiği bir “dur noktası” gelir. Daha ötesine gidilemez.
Diğeri ise farklı aurası ile her haliyle etrafa ışık saçar. Herhangi bir zorlama yoktur. Pazar kahvaltısı haliyle de, iş kıyafetiyle de, sahil rahatlığıyla da, gece elbisesiyle de hayranlık uyandırır.
İşte bu noktada zarafeti ele alırken ana başlıkları ruh ve beden zarafeti olarak incelemek gerekir.
Ruh zarafeti kişinin ince ve derin düşünceye sahip oluşu, temiz kalbi özetle insanı insan yapan özelliklerine sahip çıkabilmesi ile ilgilidir.
Yani yaşam-stili, düşünce-stili ve duygu-stili insanın asaletini ortaya koyar ki bu asaletin ışığı hiçbir şeye benzemez. Nedir asaletin ışığı ve buna bağlı zarif kişiliğin yansıması? Öncelikli konu: insanın kendine güvenidir. Elbette ki hayranlık duyulan kişiler vardır ancak unutulmamalı ki hepimiz yeryüzünde tek yaratıldık ve mutlaka herkesin kendine has öne çıkan özellikleri vardır. Önemli olan kişinin kendini çok iyi tanımasından geçiyor. Kendini iyi tanıyan insan hayat ile ilgili ne istediğini bilir; zayıflıklarını, güçlü yönlerini tanır ve kendini tanıdıkça iç dünyası zenginleşir. Zenginleşen iç dünya ile kendiyle barışık, kendine daha yakın ve özgüveni yüksek insan hayattaki önceliklerini bilerek yol alacağından dış dünya ile arasındaki duvarları kaldırarark geçişlerini yumuşatır. Yalnız burada üzerinde durmak istediğim çok önemli bir nokta var. Son yıllarda özellikle öne çıkan özgüveni yüksek bireyler yetiştirme konusu. Evet, elbette özgüven çok önemli. Ancak dikkat edilmesi gereken bir nüans var. Özgüveni yüksek bireyler yetiştirirken “özgüven”: karşısındaki kişinin yok sayılması, snob bir tutum göstermek anlamını taşımamaktadır. Aslolan “Ben değerliyim evet çok değerliyim ancak etrafımdaki herkes de ne benden daha az ne de daha fazla değerlidir…kendimi gördüğüm değerdedir” anlayışını taşımak ve benimsemiş olmaktır. İşte ruh zarafetinin çıkış noktası kanımca burada başlıyor. Ne kadar değer görmek istiyorsan o kadar değer vermelisin.
Diğer bir konu ise kişi güvenilir ve inanılır olmalıdır. Doğal olmalı. Kibarlığı ve nezaketi herkes için olmalı insanın. Öncelikle kendi için ve gerisi otomatik olarak gelir. Yoksa insanın kişiliği kendi içinde dahi ayrışır ve özü ile bütünleşemez. Şöyle bir örnek vermek istiyorum. Bana göre bir insanın evi yani kendi dünyası ile dışardaki davranış ve tutumları farklı olmamalı. Evde nasıl yemek yiyorsa insan dışarda da öyle yemeli, konuşma dili evde farklı dışarda da farklı olmamalı. Böylelikle zaten doğal haliniz kibar, inanılır haliniz olur.
Üzerinde özellikle çok net ve detaylı olarak durmak istediğim konu: Zarif, kibar ve ince olmak toplum içerisinde bazen algılanamıyor. Tabii ki ilk etapta sadece. Sonrasında birazdan “güç” olarak tanımlayacağım bu içsel özellik toplumun da ciddi hayranlığını ve saygısını kazanarak yerini bulur ve taşlar her zaman yerine otururur. Örnek olarak insanlar, nazik bir kişiye bu zaten her şeyi kabul eder yaklaşımı gösterebiliyor. Halbuki kendini çok iyi tanıyan, ne istediğini bilen ve insanlara “insan oluşundan dolayı” nazik davranan bir derin düşünce ne denli güçlüdür, değil mi?
Diğer yandan kendini bilmeyen, hayattaki duruşunu tanımayan bir kişi hem iç benliği hem de dış dünya ile her an kavga halindedir. Ne kadar mutlu, huzurlu ve duru bir hayat sürebilir ki?