Liyakat nedir peki? Arapça ‘lyk’ kökünden gelen liyakat sözü, ‘layık olma’ anlamına geliyor. Biraz daha Türkçeleştirirsek ‘yakışmak’, ‘yaraşmak’ veya ‘uygun olmak’ diyebiliriz. Peki ‘Bir kişi, bir işe nasıl yakışır, hangi nedenlerle uygun veya layık olur?’, ‘Bir kişinin liyakatini, yani göreve ne derece layık olduğunu nasıl değerlendirebiliriz?’. Eğitim: Çalışan kişinin aldığı eğitim, yaptığı işle uyum, Deneyim: Kişinin geçmiş iş deneyimleri, şimdiki görevinde yapacağı işlere dayanak oluşturmalı, daha önceki çalışmalarından öğrendiklerini bu işinde kullanabilmeli, Bilgi, Beceri: Kişi hem yapacağı işin gerektirdiği bilgi ve beceriye sahip, hem de yeni bilgiler edinmek için gelişime açık olmalı, Performans: Çalışan kişinin emeği karşılığında başarılı sonuçlar alabilmesi, Kurum Kültürüne Uyum: Kişinin tutum ve davranışları, çalıştığı kurumun kültürüne uygun olmalı, düşünce biçimi kurumsal kültürün gereksinimleriyle çatışma içinde olmamalı, İletişim: Çalışan kişi en azından işinin gerektirdiği düzeyde bir iletişim becerisine sahip olmalıdır.
Anlaşılacağı üzere Liyakat en basit tanımıyla; “bir kimsenin, kendisine iş verilmeye uygunluğu” şeklinde ifade edilebilir. Bu bağlamda liyakat; “verilen bir görevi başarı ile yapabilme yetisi olarak” da tanımlanabilir veya “bir işin, layık olan kişiye yaptırılması” şeklinde de anlamlandırılabilir ya da “bir işi, en iyi yapacak kişiye vermek” olarak da dile getirebilir.
Türkiye’deki sıkıntı, liyakatin tanımlanamaması veya anlaşılamamasından kaynaklanmamaktadır. Türkiye’de kâğıt üzerinde liyakat esası vardır; ancak pratikte işler torpil esasına göre yapılır. Şöyle ki; Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın “Kanun önünde eşitlik” başlıklı 10. maddesinde: “Herkes dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasi düşünce, felsefi inanç, din, mezhep ve benzeri sebeplerle ayırım gözetilmeksizin kanun önünde eşittir. ….. Hiçbir kişiye, aileye, zümreye veya sınıfa imtiyaz tanınamaz. Devlet organları ve idare makamları bütün işlemlerinde kanun önünde eşitlik ilkesine uygun olarak hareket etmek zorundadırlar.” denilmektedir. Ve yine Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın “Kamu hizmetlerine girme hakkı” başlıklı 70. maddesinde: “Her Türk, kamu hizmetlerine girme hakkına sahiptir. Hizmete alınmada, görevin gerektirdiği niteliklerden başka hiçbir ayırım gözetilemez.” denilmektedir.
Kişi aranılan pozisyona uygun gereksinimleri karşılıyorsa, temel gereksinimleri ne ölçüde sağlıyorsa, düşünüldüğü görev için o kadar uygundur diyebiliriz. Eğer bir kişi yapacağı işe uygun bir eğitim almışsa, bu konuda farklı görevler üstlenerek deneyim elde etmişse, daha önceki görevlerinde başarılı olmuş ve çalışma arkadaşlarıyla iyi ilişkiler kurabilmişse bu kişi için liyakatten söz edebiliriz. Görev tanımına uygun çaışan almak bu konuda önem arz etmektedir.
Liyakatsiz işe alımlar; Devlet ya da özel sektörde, rekabet gücün giderek zayıflaması demektir. Ticari bir işletmenin göreceği sonlanma ve neticeleri daha net görünürken, kamu hizmeti üreten bir kurumsa, hizmetleri yurttaşlar üzerinde hak ve adalet üzerinden derin sorgulamalara yol açarak, devletle vatandaş arasına duvarlar örülmesine yol açacaktır.
Çalıştıkları kurumda liyakatin esas alınmadığını gören kişiler, genellikle iki yol izler: Ya liyakat dışındaki kıstas neyse onu sağlamaya çaba harcar ya da isteksiz ve verimsiz çalışır, daha doğrusu çalışıyormuş gibi yapar. İki durum da kişinin yeteneklerini köreltip, bilgilerini unutturmak dışında hiçbir sonuç doğurmaz. Aynı şey ülkede yaşanacak liyakatsizlik için geçerli olmakla birlikte, beyin gücü ve devlete olan güvenin sorgulaması başlayacaktır.
Bir işletmenin veya kamu kurumunun verimsiz olarak yaşamını sürdürebilmesi için ya piyasa, başka kurumların girişine kapalı olmalıdır (tekel) ya da tepede, düzeni zorla devam ettirmeyi sağlayacak güçte baskıcı bir yönetim bulunması gerekmektedir. Reel iş hayatında ve global anlamda böyle bir olağan akış durumu yoktur. Keza küresel rekabet ortamında, verimsiz bir işletmeyi sonsuza dek, baskıyla veya piyasayı sınırlandırarak sürdürmek için sihirli değneğiniz yoksa mümkün değildir.
Liyakatin esas alınmadığı her devlet ve kurum, bir gün bir yerde tüm sistemleriyle birlikte duvara hızla çarpar, bu çarpmanın şiddeti, verimsizlikle birlikte işletmenin sürdürülebilirlik ilkesi için uygulanan baskının şiddetiyle doğru orantılı olur. Liyakatin göz ardı edildiği bir yönetimden, liyakatin esas alındığı bir yönetime geçiş çoğu zaman sancılı olsa da başarmak mümkündür.
Lakin hak etmediği makamlarda oturanlar, bu koltuğu terk etmeleri durumunda bir daha oturduğu makama benzer bir makam bulamayabileceklerini çok iyi bilirler.
Son sözü eskilere bırakalım. Nizamü’l-mülk Siyasetname adlı eserinde herkesin liyakatince istihdam edilmesi gerektiğini söyledikten sonra alimlerin sözünü anımsatır: “Liyakatli ve tecrübeli bir köle, bin evlattan evladır.”
Güneşin liyakat için doğması dileğimizle,
Bereketli bir hafta olsun.
Dr. Bahar Zeynep Barut.
Managing Director
Beyond to Human R.M.C