Uzun yıllar, yeryüzü üzerinde var olan kadınlar hakkında araştırmalar, incelemeler yaptım. Bu konu ile ilgili 300 den fazla kitap okudum, kişileri dinledim. İlişkiler, evlilikler, çocuk yetiştirme, erkekler üzerine de birçok araştırma ve inceleme de bulunmuştum. Bu yaptığım araştırmalar beni en derine itti ve psikolojiye yöneldim. Her davranışımızın, her kelimemizin altında yatan birçok nedenin var olduğunu öğrendim, deneyimledim, gözlemledim. Hemen hemen her kültürden dostlarım, arkadaşlarım vardır. Birbirlerinden çok farklı insanların hikâyelerini dinlemişimdir. Ama uzun zamandır böyle derinden bir hikâye dinlememiştim. Başka bir zaman da duysam ve kişileri tanımıyor olsam çok şaşırır ve bir o kadarda derinden sarsılırdım. Ama işte her şey bizler için. Kısa zaman önce eski bir dostumla sohbet etme fırsatımız oldu, genel bir sohbet esnasında geçen bazı cümleler tıpkı birer ışık gibiydi. Bunları da her kız çocuğu yetiştiren annenin bilmesi gerektiğini düşündüm. Erkek anneleri için, kadınlar, evlilikler için yazılarım da düşüncelerim mevcuttur. Haydi, gelin size yazdıklarımı okuyun, biliyorum orada bir yerlerde siz de varsınız!
“6 yıllık evliliğimin tamamı uyandığım ama yataktan kalkamadığım bir kâbus gibiydi.”
Arzu Türkiye’nin en iyi üniversitelerinden mezun başarılı bir iş insanıydı. Naif, ince bir ailede yetişmişti. Üniversite yıllarında eşini, hayat arkadaşını yani hayatı ona kâbusa çeviren kişiye âşık olmuştu. Harika bir aşk üzerine kurulan bir evlilik olacaktı ve tabi içerisinde doludizgin aşk geçen bir yuva…
Ama birbirlerini iyi tanımadılar, belki de o fırsatı sunmadılar birbirlerine. Evlendikten sonra Arzu’nun işi Kanada’da olduğu için oraya yerleşmeye karar verdiler. Fakat evlerine yerleşip, normal hayatlarına döndüklerinde bir türlü adapte olamadılar, en azından Arzu olamamıştı. 2 ay sonra eşi türlü bahaneler ürettikten sonra arzu istifa etmiş ve Türkiye’ye kesin dönüş yapmışlardı. İstanbul’da ailesine yakın bir semte yerleşmişler, buradaki düzene adapte olmaya çalışmışlardı. Eşinin baskıcı ve kuralcı tavırlarını arzu ilk kez görmüş ve ne yapması gerektiğini bilmeden yaşamaya çalışmıştı bir süre.
Arzu çok ünlü bir şirketten iş teklifi almış, kabul etmiş ve işe başlamıştı. Belki yılda 2 defa olmak üzere Avrupa’ya seyahat etmesi gerekiyordu. Eşinin, eşinin aile bireylerinin tavırları aşırı gelenekçi tavırlardı, Arzu ise tüm bunlardan rahatsızlık duyuyordu. Arzu’nun ailesi mersinde yaşamaktaydı. Evine ailesinin gelmesine, hatta Arzu’nun ailesin yanına dahi gitmesine bazı anlarda karşı çıkıyorlardı. Bazen giydiği kıyafetlere, eşine davranışlarına bile yorumda bulunuyorlar, eşi ise bunları arzuya karşı kullanıyordu. Eşinin kaba tavırları, emrivaki davranışları ikisini ortak bir payda da asla buluşturmuyordu. Ve Arzu tüm bunlara anlam veremiyordu. O sıra da bebeklerini kucaklarına almışlardı. Ama müdahaleler sürekli devam etmekteydi. “biz bebeklere, şöyle yaparız, böyle bakarız, şunu yedirir, bunu içiririz, şöyle yetiştir…” vb. cümleler devam ediyordu. Arzunun ailesi ise bebeği olduğu için tekrar tekrar şans vermesi konusunda ısrarcı davranıyorlardı. Ama aslında Arzu’nun içinde kıyametler kopuyordu, mutlu olmadığı halde mutlu rolü yapmaktan yorulmuştu belki de. Eşi sürekli beklenti halindeydi, ailesi her konuda onlara danışılmasını hatta bazen izin alınmasını bile bekliyorlardı. Ama artık tüm bunlara katlanacak gücü ve psikolojisi kalmamıştı. Oysa büyük hayallerle evlenmişti. Âşık olduğu adam tamamen farklı biri çıkmıştı. Kibar ve naif gözüken kişi nasıl böyle kaba, ilgisiz, baskıcı bir adam olmuştu bilmiyordu arzu. “ Bu kıyafetle mi gittin işe diye tartışma çıkıyordu, o an kendimi banyoya kilitliyordum, bana zarar vermesin diye.”, “uzun zaman her arkadaşıma bir kulp buldular, ailemin yanına gitmek istediğim zamanlar da şu cümleyi bile duydum zaten çalışıyorsunuz, sen Avrupa’ya bile gidiyorsun kocanı sürekli bırakırsan, gözü dışarıya kaçar bizden söylemesi”.
Ama arzunun hayal ettiği evlilik bu değildi. Böyle mi olmalıydı? Gerçekten insanlar hiç bir şey bilmese de sadece “hadlerini” bilseler bile dünya daha güzel olur. Minik kızları da hızla büyüyordu o sırada. Artık dayanılmaz hale gelen kavgalar 5 yılını götürmüştü hayatından. Kendi ailesi ve kızları için kendinden fedakârlık yapmaya başlamıştı. Tek kişiydi belki ama içinde bir sürü insan vardı. Aynaya baktığında kendini göremiyordu bu da bir kadın için en acı durumdu. Geçen 5 senin ardından Arzu boşanmak istediğini söylemişti. Artık bu kavgalara, ihanetlere ve baskıya dayanamayacağını söylemişti. Eşi de kabul etmişti. Boşanma davasının görüleceği hafta Arzu kızlarını okula almaya gitmişti, kapıda eşinin arabasını fark etti, kızlarını almıştı. Hemen aradı eşi ise kızlarını götürdüğünü asla ona vermeyeceğini söylemişti. Yani resmen kızını kaçırmıştı.” Arkalarından arabayla gittim. Bir an görmedim onu, kaybettiğimi düşündüğüm an ise feci bir kaza oldu. Arkadan birisi resmen beni ezmek istedi! Ve onun oluğunu fark ettim tek istediğim kızımın sağ olmasıydı, evet sağdı ben aylarca hastane de tedavi gördüm, Tam 8 ay. Sonra boşandık. Kızımla Kanada’ya yerleştim, şimdi iyiyim.”
Bizler, kız çocuklarını hep prenses masallarıyla kandırıyoruz, yetiştirdiğimiz kız çocuklarına kendileri için karar vermeyi, yemek yapmayı, öğretmiyoruz hep başkaları için kendilerini, hayatlarını umutlarını bırakmayı, fedakâr olmalarını istiyoruz. Sonra bunun adına da “gelenek, görenek” diyoruz. Bir gün prenses olacaksın, evlendiğin gün, gelin olduğun gün diyoruz. O yaşadığımız bir günlük prenses masalı, kabarık gelinlikler, ipekler ertesi güne çıkmıyor. İki yetişmiş insanı bir eve koyup “artık evlisiniz, böyle olursa şunu yapın, şöyle olursa bunu yapın” diyoruz. Erkeğe hadi git çalış, kadına otur yemek yap, çocuk doğur ve sus diyoruz. Kadın mutsuzum dediğinde “her şeyin var” diyoruz. Oysa anlattığınız masallar böyle değildi…
İster eğitimli olun ister eğitimsiz, ister batılı ister doğulu. Kızlarınızı ihmal etmeyin. Tek bir erkeğin üzerine dünyasını inşa etmesine izin vermeyin, tüm hazırlıklar kocanız için olmasın. Yemek yapmayı kendi karnını doyurmak için öğretin, bakımlı olmayı kendine saygı duyması için öğretin, okumayı kendini geliştirmesi dimdik durabilmesi için öğretin, konuşmayı kendini ifade etmesi için öğretin, sizlerin hayalleri ile değil kendi halleri ile büyümelerine izin verin. Mutluluk kavramı “ karnımızın tok, yaşadığımız ev, altımda ki araba” olmamalı.
Ve çocuğunuzdan yaşamasını, kendi olmasını sizler için bile değil, kendisi için olduğunu öğretin. Çevresinde ki insanlar için, kendisinden vazgeçmemeyi öğretin. Saygı ve sevgiyle onun “ arkasında” değil “yanında” olduğunuzu belirtin. Onun kimseyi değiştiremeyeceği gibi, kendisini değiştirmeye çalışanlardan uzak durması gerektiğini, insanları olduğu gibi görmeyi, sıfatlara önem vermemeyi, en önemlisi ise haddini bilmeyi öğretin.
Bir kadın daha yok olabilirdi hayatımızdan, yine suçlanarak, yine nedenlerle…
Sevgiyle…