Tarafsız olmak, ikiyüzlülükle suçlanmak ya da apolitik, hiçbir fikir sahibi olmamak anlamına gelmemelidir.
“Benim yanımda değilse düşmanımdır.” tepkisi tarafsızlığı karşısına alan bir durumun ta kendisidir.
“Yandaş” olmayanı “bitaraf olan bertaraf olur” söylemi ile zorlamak adaletsizlik değil midir?
Ülkemizde tarafsızlık tercih edilmeyen ve kabul görmeyen bir bakış açısıdır.
Çünkü bertaraf olma korkusu her mevkide ve her makamda kol gezmektedir.
Hal böyle olunca, tarafsızlık kavramı bozuk para gibi harcanmaktadır.
İşin doğrusu, bu ülkede ya iktidardan yana olur, muhalifler tarafından “yalaka” olmakla suçlanırsınız ya da iktidar karşıtı olarak siz meydanlara çıkmaya çalışırken, iktidar yanlıları sizi “anarşist” olmakla suçlar.
Yok, bunların her ikisini de saçma bulursanız da her iki uç tarafından da zarar görmeye mahkum olursunuz.
Öte yanda ise şu anda temsil edilen hiçbir siyasi görüşü desteklemeyebilirsiniz de…
Yine de ülkenin son yıllarına baktığınız zaman mevcut iktidara diğerlerinden daha fazla “anti-pati” besleme hakkınız olamaz mı?
Duyduğunuz bu anti-pati her yapılana “tu-kaka” demek boyutuna ulaştığında bunun adı “fanatizm” olur ki dünya üzerinde mantıktan bu kadar uzak bir davranış daha olamaz.
Her şeyden önce bilinmelidir ki “orantısız güç” hiçbir koşulda kabul edilemez ve “tarafsızlık, adalet” gibi kavramlarla yan yana getirilemez.
Bu, olsa olsa aykırı ve insanlık dışı bir davranış olarak kabul görebilir.
Sonuç itibari ile hiç kimse “şerefsiz, anarşist, yalaka” ya da “korkaklıkla” suçlanmayı hak etmez.
Hiç kimse bir manifestonun değer yargılarını benimsemek zorunda olmamalıdır.
Herkesin kendi mantığı, kendi doğru bulduğu değerleri benimseyerek düzgün bir hayat sürme hakkı olmalıdır.
Oluşumların çoğunun varoluş amacına bağlı kal(a)madığı göz önüne alınırsa “sorgulamak” ve “tarafsız bakış açısına” sahip olmak, gerçekte doğruyu ayırt etmede kolaylık sağlayacaktır.
Toplumumuzun genelinde olduğu gibi fanatizme saplanılırsa sonu gelmez “yanlılık hataları” gördüğümüz üzere ardı ardına gelmeye devam edecektir.
Bir topluluğa, bir görüşe körü körüne bağlılık duymanın temelinde bireyin yalnız ve güçsüz hissetmesi mi yatmaktadır dersiniz?
“Takım tutmak, parti tutmak, ülke tutmak…”
Peki neden bir takımı, bir partiyi ya da dünya ülkelerinden birini “tutmak” zorundayız?
Daha doğrusu tutmak zorunda mıyız?
Bir maçın bile doğru pozisyonuna karar verebilmek için “taraf tutmadan” izlenmesi önerilmez mi?
Bu taraf tutmalar çoğunlukla “kaos” yaratmaktan başka neye yarıyor?
“Adalet ile zulüm bir yerde durmaz!” anlayışı –nerede ise- tüm ulusların ana ilkelerinden biri olarak sayılmaktadır.
Adalet kavramı değil midir, bir toplumu daha doğrusu bir devleti ayakta tutan?
… ve adalet sözcüğünün içeriğinde “düzen, denklik, denge, gerçeğe uygun hüküm verme, doğru yolu izleme, dürüstlük, tarafsızlık, ilke ve kuralları” da var-dı bir zamanlar-…
Bireysel ya da toplumsal yaşamda adaleti sağlamak her çağda en zor görevlerden biri olduğu gibi, günümüzde zordan da öte artık hükmünü yitirmiştir.
Günümüz 82 milyonluk Türkiye’si; iş insanlarını, milletvekillerini, şirketleri, milyonlarca mülteciyi, komşu olan ve olmayan ülkeleri doyuruyor, hatta Kanal İstanbul projesine 75 milyar lira harcayabiliyor iken 20 yaşındaki bir üniversite öğrencisini doyuramıyorsa, hangi adaletten ve tarafsızlıktan söz edilebilir, işte bu ciddi bir tartışma konusudur.
Dolayısı ile adaletin dengesi tarafsızlıktan geçiyorsa, kaybolan tarafsızlık karşısında adalet sözcüğü de tarihe gömülmüş oluyor.
Tarafsız olmaktan uzak yaşamakta olduğumuz bu dünyada hepimiz, duyarlı olmalı “hak, hukuk ve adalet” kavramlarının içinin boşaltılmasına engel olmalıyız.
Adaletin tarafı değil, adalete taraf olmanız dileği ile…