Türkiye “İslam devleti” olmak yolunda emin adımlarla ilerliyor…
Bu bağlamda “ümmetin ortak kalkınmasını” amaçlayan 57 üyeli 39. İSEDAK (İslam İşbirliği Teşkilatı Ekonomik Ve Ticari İşbirliği Daim Komitesi) toplantısının bakanlar oturumu 4 Aralık’ta İstanbul’da gerçekleştirildi.
Cumhurbaşkanı Sayın Erdoğan açılış konuşmasında “Gazze’de garantör rolü üstlenebileceğimizi” ifade ederken, toplantının temel amacının “Helal Gıda işbirliğine yoğunlaşmak” ve “Akreditasyon kurumlarının kurulması gibi ekonomik fırsat ve teşvikleri” ile ümmet işbirliğini bir kez daha vurguladı.
Türkiye Cumhuriyetinin göz göre Araplaştırılmaya çalışılması ve toplumun buna sessiz kalması akla ziyan bir durumdur.
Yeri gelmişken geçmişte Sayın Erdoğan’ın İslam dünyasını “sözde Müslümanlar” sözleri ile eleştirdiğini (2018 – İSEDAK 34. toplantısı) hatırlatırken, bu birliğin 57 üyesinin kaçının “güllük gülistanlık” olduğunu sorgulamak gerekmez mi?
Kandırılan eğitimsiz ve mesleksiz bırakılan gençlerimiz, Osmanlıya “ecdadım” diyen Erdoğan’a “İslam dünyasının Reisi” unvanını yakıştırırken saray medyası da bu tanımı coşkuyla körüklüyor.
Gelin görün ki İslam dünyasının toplam 335 milyonluk Arap ülkelerinde, bayraklarına kadar işlenmiş bir “Osmanlı nefreti” yattığını bu gençlere anlaşılan kimse anlatmıyor, öğretmiyor.
Yeri gelmişken, İSEDAK üyeleri arasında bulunan ülkelerin birçoğunun bayraklarındaki renkler “isyan bayrağını” simgeleyen siyah, beyaz, yeşil ve kırmızı renklerden oluşmaktadır.
Bu renklerin anlamları ise şöyleydi; siyah Abbasileri, beyaz Emevileri, yeşil Fatimileri ve kırmızı ise Haşimileri simgelemekteydi.
Günümüzde
- Birleşik Arap Emirlikleri
- Filistin
- Irak
- Kuveyt
- Libya
- Mısır
- Sahravi Demokratik Arap Cumhuriyeti
- Sudan
- Suriye
- Ürdün
- Yemen
Bayrakları “Arap isyanı” bayrağından esinlenerek oluşturulmuştur.
Bayrak, her ulus varlığını ve bağımsızlığını simgeler, ifade eder.
Tarihi bilgileri hatırlayacak olursak; bugünkü Müslüman Filistin halkının çektiği zulmün asıl nedeni, bölgedeki adil Osmanlı egemenliğine İngilizlerle birlik olarak karşı çıkan atalarıdır.
Arap coğrafyasını yeniden şekillendiren bölgede potansiyel savaş bölgeleri yaratan İngilizler olmuştur.
Daha da geriye gitmek gerekirse, Filistinlilerin ataları Tevrat’ta “Filistiler” olarak geçer.
Hıristiyanlık ve Müslümanlık dinleri henüz ortada yokken Tevrat’ın önemli bir bölümünde “Yahudilerin kendilerine vaat edilmiş topraklara ulaşmak için bu bölge halkıyla yüzyıllar boyunca savaştığından” söz edilir.
Yani Filistin’deki bazı toprakları Yahudilere para karşılığı satan Arapların kendileri olmuştur.
Bayraklardaki renklerden olan siyah ise, bölgedeki Arap ülkelerinin hepsinin Osmanlı egemenliği altında geçen dönemi ifade etmektedir.
Diğer bir deyişle bu siyah şeritler, Arap ülkelerinin Osmanlı boyunduruğu altında kaldıkları “Kara dönemi” simgelemektedir ve her Arap’a hatta okul çocuğunun bilinçaltına Osmanlı ve Türk nefreti kazınmaktadır.
Günümüzdeki Filistin bayrağı, Şerif Hüseyin önderliğinde Osmanlı’ya karşı yapılan “Arap isyanının” bayrağı olup, 1916 yılında, I. Dünya Savaşı sırasında bu kaosun mimarı olan İngiliz diplomat Sir Mark Sykes (1879-1919) tarafından tasarlanmıştır.
Birinci Dünya Savaşı sırasında Ortadoğu’nun nasıl paylaşılacağı üzerine İngiltere‘nin Fransa ve Rusya ile gizli gerçekleştirdiği “Sykes – Picot Antlaşması” müzakerelerini yürütmesi, Mark Sykes’ın şöhretinin asıl sebebi olmuştur.
Temmuz 1914’te I. Dünya Savaşı’nın başlaması ve 1914’ün sonunda Osmanlı’nın da savaşa dahil olmasıyla birlikte İngiltere hükümeti, “De Bunsen Komitesi”ni kurdu.
Bu komitenin görevi, savaş sırasında ve sonrasında Osmanlı’ya karşı izlenecek politikaları belirlemekti.
Dönemin savaş bakanı Lord Kitchener de Ortadoğu coğrafyası ve özellikle de Osmanlı hakkındaki bilgisine güvendiği Mark Sykes’ı kişisel temsilcisi olarak komiteye atamıştı.
Sykes, komitede bulunanlar içinde Osmanlı topraklarında yaşamış, birinci elden bilgi verebilen tek kişiydi.
Bu sebeple komite içindeki varlığı büyük bir önem taşımaktaydı.
Bunun yanında Sykes, savaş devam ederken Ortadoğu ve Balkanlar’da hükümet tarafından kendisine verilen gizli görevleri yürütmüş, o topraklarda yaşayan insanların kimliklerini, kültürlerini ve güncel hallerini incelemiş, bu doğrultuda raporlar hazırlamış ve hükumete sunmuştu.
Lord Kitchener, 1915 yılı sonunda Fransa ile yürütülecek gizli müzakerelerde Ortadoğu’nun nasıl paylaşılacağı ile ilgili sorumluluğu Sykes’a vermişti.
Antlaşmaya göre Türkiye’nin doğusu Rusların, Türkiye’nin güneyi ve Suriye’nin kuzeyi Fransızların, “Güney Mezopotamya” olarak adlandırabileceğimiz -içinde çoğunlukla petrol bölgelerini barındıran- topraklar ise İngilizlerin olacaktı.
Rusya’nın da onayından sonra 16 Mayıs 1916’da imzalanan bu gizli antlaşma, Rusya’da Çarlığı devirerek iktidara gelen Bolşeviklerin Kasım 1917’de deşifre etmelerine kadar gizli kalacaktı.
Müzakereleri sürdüren İngiliz temsilci Mark Sykes ve Fransız temsilci François-George Picot’nun soyadları ile anılan ve her ne kadar tam anlamıyla uygulanamamış olsa da düşünsel altyapı bakımından günümüze kadar çeşitli tartışmaları beraberinde getiren “Sykes – Picot Antlaşması”, Mark Sykes’ın şöhretinin asıl sebebi olmuştur.
“Sykes – Picot Antlaşması” sürecinde yaşanan bir diğer gelişme ise Mark Sykes’ın Siyonizme olan bakış açısında meydana gelen değişimidir.
Daha öncesinde Yahudilere karşı mesafeli yaklaşan Sykes devam eden süreçte Chaim Weizmann, Baron Abraham Edmond Benjamin James de Rothschild, Nahum Sokolow gibi Yahudi ileri gelenleri ile yaptığı görüşmeler sonucu sıkı bir Yahudi yanlısı olmuştu.
Hatta öyle ki Yahudilere Filistin topraklarında bir devlet sözü verilen Balfour Deklarasyonu’nun yayınlandığı gün Sykes, İsrail’in ilk cumhurbaşkanı olacak Chaim Weizmann’ı “Müjde Dr. Weizmann, bir oğlun oldu!” diyerek müjdelemiştir.
Bunun yanında Nahum Sokolow da, Sykes’ın bürosunun kapısını “umut kapısı” olarak adlandırmıştır.
Günümüze dönecek olursak, “savaşta taraf olmaktansa dünya barışından yana olmak” gerekirken Arap dünyasına güvenerek geleceğe yönelik hesaplamalar ve stratejik planlamalar yapmak hatadır.
Tabii ki Araplarla da dost olalım, düşmanlık ve ırkçılık yapmayalım, ancak Ortadoğu’ya balıklama atlamanın yanlış olduğunun farkında olmalıyız.
Demografik yapımızı uzun vadede bozma tehlikesi bulunan özellikle Suriyeli Araplara vatandaşlık verilerek ülkemizde barındırılmaları ciddi bir hatadır.
Ulu önderimiz Mustafa Kemal Atatürk’ün dediği gibi “Devlet iradesi işlemez olursa, kişilerin özgürlüğünü koruyacak hiçbir güç ve aracı kalmaz.” ve sonuç itibari ile her toplum layık olduğu şekilde yönetilir.
askimtan@yahoo.com