TV’de yayınlanmakta olan hayata dair gerçek olayların anlatıldığı Kırmızı Oda adlı dizide geçen Kumru adlı karakterin küçük yaşta üvey babası tarafından cinsel istismara uğraması ve annesinin bu duruma inanmaması üzerine babaannesine gönderilmesi konu edilmişti. Babaannesinin yanında büyüyen Kumru’nun dramı bununla da bitmedi. Köyden birisi ile evlendirilen Kumru’nun bakire olmadığı anlaşılması üzerine kocası tarafından şiddete uğramıştı. Dizideki bu can acıtan sahnelerden dolayı RTÜK; “Namus demek bakir olmak demek mi?”, “Bu zihniyet nedeni ile ülke koca bir kadın mezarlığına döndü.” ve “Kabullenin artık, kimsenin malı değiliz!” şeklindeki ifadelerle şikâyet yağmuruna tutuldu.
Konu çok hassas ve bir o kadar da vahim!
Evet, gün geçmiyor ki ülkede istismarlar yaşanmasın namus cinayetleri işlenmesin. Ülkemizin sıralanabilecek normal olmayan sebeplerden dolayı işlenen cinayetler ile kadın ve çocuk mezarlığına dönüştüğü de acı bir gerçektir. Kimi cinayetler su yüzüne çıkıyor ve kimi ölümler ise toprağın altında sır olarak kalıyor. Bu bağlamda istismar da dünyada olduğu gibi ülkemizin de kanayan hatta kangrene dönüşmüş bir yarasıdır.
Dünya Sağlık Örgütü’nün (WHO) cinsel istismar tanımı şöyledir: “Çocuğun sağlını, fiziksel ve psiko-sosyal gelişimini olumsuz etkileyen, bir yetişkin, toplum ya da devlet tarafından bilerek ya da bilmeyerek yapılan tüm davranışlar çocuğa kötü muameledir” (www.cocukhaklariizleme.org).
Bu tanım, aynı zamanda çocuğun istismar ya da şiddet olarak algılamadığı veya yetişkinlerin istismar olarak kabul etmediği davranışları da içine alıyor. Davranışın mutlak, çocuk tarafından algılanması ya da yetişkin tarafından bilinçli olarak yapılması şart değildir.
Cinsel istismar ise sık rastlanan ve genelde yıllarca süren bir durum olmakla birlikte –ne yazık ki- sıklıkla gizli kalmaktadır. Vakaların yalnızca %15’inin bildirildiği düşünülmektedir. Cinsel istismarın yaygınlığı konusunda bildirilen oranlar ise büyük farklılıklar göstermektedir. Yapılan çalışmalarda cinsel istismar vakalarının ortaya çıkarılmadığını ve/veya üstünün örtüldüğü, bu sebeple istatistiki çalışmalarda çıkan sonuçlarda hata payının yüksek olduğu yadsınamaz bir gerçektir. Ayrıca cinsel istismar olgusunun tanımlanmasında zorluklar yaşandığı istismara sebep olan davranışların tanımlanamadığı da gözlenmiştir.
Çocuk istismarı az rastlanan bir durum değildir. Geçmişe yönelik araştırmalar gösteriyor ki 4 kız çocuktan biri ve 6 erkek çocuktan biri 18 yaşından önce bir çeşit cinsel istismara maruz kalmaktadır. Her nasılsa, çocuk cinsel istismarının -çok sır olan- doğası gereği, cinsel istismar vakalarının birçoğu asla rapor edilmemektedir.
Çocuklar çoğunlukla yabancılar tarafından cinsel istismara uğramıyorlar, tam aksine çoğunlukla bildikleri ve güvendikleri kişiler tarafından cinsel istismara uğruyorlar. Rapor edilen cinsel istismar vakalarına göre çocukların dörtte üçü aile üyeleri tarafından ya da aile ve çocuk tarafından bilinen ve güvenilen insanlar tarafından istismar edilmiştir.
Günümüzde cinsel istismar ve çocuk gelinler sorunu tüm dünya ülkelerinde olduğu gibi ülkemizde de birey ve toplumu tehdit etmektedir. Bu sorun yaşanan mülteci göçü ile birlikte giderek ciddi bir artış ve yaygınlaşma göstermektedir. Çok küçük çocukların bile yaşadıkları önemli olayları, aradan uzun süre geçmesine karşın doğru hatırlayabilmeleri çok acıdır.
Mağdur çocuklar, saldırganın aileden ya da çevreden ve yaşının kendinden büyük olması nedeni ile korkudan susmaktadır. Mağdur olanlar genellikle kız çocuklarıdır. Çocuğa yöneltilen şiddetin mağdurun değil, saldırganın suçu olduğu kesinlikle göz ardı edilmemelidir. Görülen şiddet yaşam boyu sürecek ruhsal, sosyal ve cinsel travmalara neden olmaktadır. Çocuğun mağduriyetini -çoğu kez- anneye açıklaması ya da annenin bir şekilde fark etmesi sonucunda takındığı tutum ve davranış çok önemlidir. Bir annenin çocuğunun cinsel şiddet mağduru olduğuna inanması da, durumu kabullenmesi de kuşkusuz zordur. Kimi anneler saldırganın şiddetine maruz kalma korkusundan dolayı susmakta, kimi anneler ise ne yapacaklarını bilemedikleri için sessiz kalmaktadır.
Uluslararası Çocuk Hakları Sözleşmesine göre (ÇHS); “İmzacı devletlere çocukların güven içinde yaşamasını ve şiddetten korunmasını sağlama sorumluluğunu verdiğinden, devlet, mağdur çocuğu sosyal, hukuki ve sağlık yönünden desteklemelidir.”
Bu sözleşmeye göre şu soruyu soruyorum: “Çocuklarımızın ne kadarı şiddetten korunarak güven içinde yaşamaktadır ve devletimiz mağdur çocukların kaçını sosyal, hukuki, sağlık yönünden desteklemektedir?”
Engelli çocukların başına gelen bu vahim durum ise başlı başına trajik bir konudur. Yapılan araştırmalara göre fiziksel istismara uğramış ergenlerin çoğu kendine fiziksel olarak zarar verme davranışı göstermektedir.
Ülkemizde tecavüz eden, kadın öldüren, çocuk istismarı yapanların gerekli cezayı almamaları, işledikleri bu suçları nerede ise meşru kılmaktadır. Hangi inanç sisteminde kadını aşağı görmek, çocuk evliliğini normal saymak olabilir? Ülkemizde ne vahimdir ki bu durum alıştırılmaya çalışılıyor ve düşüncemizde, bu tür ahlaksızlıkların “olması gereken davranış şekli” olduğu izlenimi yaratılmak
istenmektedir. Bahsi geçen suçların karşılıksız bırakılması ya da yetersiz cezalandırılması bu suçları işlemek isteyip de alacağı cezadan korkanların elini güçlendirmekte ve adeta teşvik etmektedir.
Çocuk yaşlarda istismara maruz kalan kurbanlarda bu sızının dinmeden sürmesinden dolayı ilerleyen yaşlarda psikolojilerinin bozuk olmasının yanı sıra diyabet, hipertansiyon, kalp hastalıkları, kolesterol yüksekliği gibi bedensel bozuklukların da daha sık ortaya çıktığı kanıtlanmıştır.
Sonuç itibari ile sadece Kumru’nun değil, dünyadaki bütün masumların siyasi, terörist, belki de yasal amaçlarla mutsuzlaştırılmasına, kullanılmasına asla sessiz kalmamalı ve tepkimizi ortaya koymalıyız.