“Nice bağlar bozuldu
Kaç bin sakalım ezildi
Birkaç yürek kanadı
Birkaç nabız çizildi
Senin için
Namussuz
Ne sulu ne susuz
Sen benim canımı mesken mi tuttun?
Canımın cücüğünü yaktın kuruttun
Yıktın mümkünümü çarelerimi
Ulan rakı ulan namussuz
Ne sulu ne susuz”
demiş Bedri Rahmi.
“Rakı! Bu meret öyle bir merettir ki, acıyla içilir, tatlıyla içilir, neşeyle içilir, ağlayarak içilir, kavunla içilir, peynirle içilir, ikisi beraber çok güzel içilir, yemekle içilir, suyla içilir, susuz içilir, sodayla içilir, şalgamla içilir… Ama, bir tek salakla içilmez…” diye cevap vermiş Nâzım Hikmet ona.
Nâzım Hikmet’in bu sözlerine de Orhan Veli,
“Şiir yazıyorum
Şiir yazıp eskiler alıyorum
Eskiler verip musikiler alıyorum.
Bir de rakı şişesinde balık olsam”
diyerek katılmış.
Bir dublesi neleri çözmez ki rakının…
Tüm dünyadaki politikayı, sanatı, sporu, arkadaşlığı, aşk acısını ve daha pek çok problemi…
Belki de bu coğrafyadaki insanların tek ortak değeri, sıla hasreti çekenlerin burnunda ilk tütenlerden.
Mutlulukların da paylaşıldığı, kutlamalara da eşlik eden neredeyse tek içecektir rakı.
En büyük mezesinin sohbet olduğu, su döktüğünüzde sihrini gerçekleştiren bir ab-ı hayat.
Rakının Kökeni
Kelime kökeninin nereden geldiğine dair üç ayrı rivayet dolaşıyor rakının ancak neredeyse herkes Osmanlı’nın içkisi olduğuna dair hemfikirdir.
Zira Osmanlı’nın hüküm sürdüğü yıllarda Akdeniz etrafında bulunan toprakların hepsinde rakının bir çeşidine rastlamak mümkün; “uzo, arak, rakija, sambuca, pastis” vs.
Bir rivayete göre rakı adını o dönemlerde yapıldığı “razaki üzümü”nden alıyor.
Bir başka rivayete göre de ismi yine yapıldığı hurma kökündeki “arak”tan geliyor.
Bir diğer rivayet ise Arapçada “ter” ve “terlemek” anlamına gelen arak kelimesi, bazı tarihçilere göre buradan rakının yoğuşarak yani distile edilerek bir başka deyişle terleyerek imbiklerden damıtılması anlamına geliyor ve rakının yapılışına da uygun olan bu tarif ortaya çıkıyor.
Rakı benzeri bir içkinin ilk olarak 5. yüzyılda Doğu Roma İmparatorluğu‘nda izlerine rastlanmıştır.
Daha sonra 11. yüzyılda Türkler tarafından öğrenilerek daha çok Bektaşî kökenli kişilerce Anadolu ve Rumeli’ye getirildiği söylenmektedir.
Evliya Çelebi’nin Seyahatnamesi’nden öğrendiğimize göre ise Osmanlı Devleti’nde rakı üreticilerine “Arakçıyan Esnafı” denirmiş.
Zaman zaman Osmanlıda çok büyük yasaklarla karşı karşıya kalmasına rağmen üretilmeye ve tüketilmeye devam edilmiştir.
Müslüman tebaanın tüketmesinin kesinlikle yasak olduğu dönemlerde gayrimüslimlerce çalıştırılan meyhane ve tavernalarda rakının kültürü nesilden nesile aktarılmıştır.
Özellikle Meşrutiyet’in ilanından sonra gelen gevşeme, yenilikler, devletin yüzünü batıya dönme politikasından dolayı üretimi ve tüketimi oldukça artmıştır.
Rakı neden Tekirdağ İli İle Anılır?
Bu içkinin anavatanının Tekirdağ olarak görülmesinin arkasında 1880’li yıllarda kurulan Umurca Rakı Fabrikası yatar.
Sultan Abdülhamid‘in başmabeyincisi ve maliye bakanlarından Sarıcazade Ragıp Paşa, 1880’li senelerde Tekirdağ Yolu üzerindeki Umurca Çiftliği’ni kurup ardından içine de rakı fabrikasını kurdurması Tekirdağ’da bilinen çoklu rakı üretim tesisini kurması anlamına gelmektedir.
Cumhuriyet’in kurulmasıyla birlikte merkeziyetçi yönetim anlayışının getirisiyle 01.06.1926 tarihinde yürürlüğe giren 790 sayılı yasa ile devlet tekeline alınmış ve endüstriyel imkânlar kullanılarak standardize edilmiştir.
1930 yılında Gaziantep Rakı Fabrikası kurulup, bir sene sonra İnhisarlar yani Tekel kurulmuş, bu fabrikayı Diyarbakır, Tekirdağ ve Nevşehir Rakı Fabrikaları izlemiştir.
1944 yılından sonra da tamamen devlet tekeline geçmiştir.
Bugün birçok Tekel Bayii’nin neden “TEKEL” olduğunun tarihi elbette ki buraya dayanır.
Atatürk’ün de kavrulmuş leblebi ile içmeyi çok sevdiği rakı ile ilgili bir anıyı Soner Yalçın’ın aktardığına göre bir gün sofrada Atatürk Ünlü yazar Ahmet Rasim’den dinlediklerini arkadaşlarına şöyle aktarmıştır:
Emraz-i Akliye uzmanı Dr. Fahreddin Kerim Gökay, İstanbul Emraz-ı Akliye ve Asabiye Hastanesi’nde alkoliklere konferans veriyormuş.
Konu: İçkinin Zararları
Bir ara dinleyicilere sormuş:
– İki kovadan birine rakı, birine su doldursak ve bir eşeğin önüne koysak, hangisini içer?
Alkolikler hep bir ağızdan cevap vermiş:
– Suyu.
Dr. Gökay tekrar sormuş:
– Neden?
Neyzen Tevfik de dinleyiciler arasındaymış, cevap vermiş:
– Eşekliğinden!”
Bugün yurt dışında birçok ülkeye Türk Rakısı diye satılan rakının milletinin olmadığı tek yer belki de rakı sofrasıdır.
İnsanların gözlerinin içine bakıp, kâh efkârlı şarkılar söylediği kâh karşılıklı göbek attığı kâh ağladığı rakı içinde anason, üzüm ve alkolden başka ne içeriyor bilemiyoruz ama hepimizin DNA’larında ortak bir yere temas ettiği kesin.
Rakıyı sevmeyen birinin bile rakı sofrasıyla alakalı en az bir güzel anısının bulunduğunu sanırım hepimiz iddia edebiliriz.