Bu yazımın başlığında neden mi iki yabancı terim var?
Siz bakmayın terimlerin yabancı olduğuna…
Açıklamasını okuyunca, bu terimlerin ne kadar tanıdık olduklarını göreceksiniz.
Nepotizm, “eş, dost, akraba kayırmacılığı”dır.
Klientalizm (Clientelism) ise “kayırmacılık, himayecilik” demektir.
İlaveten partizanlık olarak tanımlanan bir tür daha var.
Partizanlığı tarif etmeye gerek yok, çünkü yıllardır içimiz dışımız partizanlık oldu.
Her neyse…
Yazıyı kavramlara boğmaya gerek yok, zaten gerçekler bütün vahameti ile önümüzde duruyor.
Bugün ziyadesi ile hayat bulan bu kavramlar, ülkemizde bir “talan ve istila ekonomisine” dönüştü ne çare.
Kamuya yönelik istihdam ve atamalara bakacak olursak…
Ehliyet ve liyakat yani bilgi birikimi, tecrübe, kıdem, eğitim vb. gibi temel kabul görmüş niteliklerin yerini eş, dost, akraba hatta “yandaş” olmak aldı.
Bu “partizan atamalar”, toplumsal adalet ve eşitlik duygularını tahrip ettiği gibi kamusal hizmetlerin niteliğini de maalesef yozlaştırıyor.
Bu nedenlerle ekonomimiz hızla uluslararası literatürde tarif edilen bir “Crony Capitalism”e yani “ahbap-çavuş kapitalizmine” dönüştü.
Muhalefetin olmazsa olmazı ve gündem maddesi bu “çarpıklıklar” olmalıdır.
Hafızaları tazelemek gerekirse;
Pamukkale Üniversitesi Rektörü Hüseyin Bağ, personel daire başkanlığında açılan tek kadro için ilan vermişti ve -ne ilginçtir ki- ilandaki kriterlere tamı tamına tek uyan ve tek başvuru yapan rektörün eşi olmuştu.
Rektör Hüseyin Bağ, daha önce de makam şoförünü bir yüksekokula sekreter olarak atamıştı.
Sekreter olarak atanan şoförün, bir gün sonra da aynı rektör tarafından şube müdürü yapıldığı ortaya çıkmıştı.
Hanginiz sırası ile makam şoförü, sekreter ve şube müdürü olma şansını yakalayabildiniz?
YÖK’ün de ister istemez rektör Bağ’ı görevinden alıp, hakkında soruşturma açtırmak zorunda kaldığını hatırlatmak gerekir.
Bu durumlara şaşırmamak gerekir.
Çünkü AKP iktidarı, ANAP’ın düşüşe geçtiği, “kayırmacılık” ve “yolsuzlukların” ayyuka çıktığı dönemdeki haline benzemeyi çoktan geride bıraktı.
Her gün bir yerlerde “kayırmacılık, yolsuzluk” ve “hukuksuzluk” patlıyor.
İş “pişkinlik” ve “kılıf uydurmak” ile geçiştirilmek istense de olmuyor.
Bu durum işsizliğin, yoksulluğun ve çaresizliğin tavan yaptığı koşullarda daha fazla dikkat çekiyor ve can sıkıyor.
Kendisini vatandaşın efendisi zanneden vali ve kaymakamlardan tutun da, belediyeleri aile şirketine çeviren başkanlara, yakınlarının bir yerlere atanması için ter döken milletvekillerine, hatta bankayı “el enseyle” yöneten güreşçiyi de gördü bu millet.
Aynı anda dört-beş kurumdan maaş alan “seçilmişler”, devletin milyonlarca dolarlık ihalelerini sürekli ve sektirmeden kazanan “iktidara yakın” müteahhitler, bütün bunlar “yeni normalimiz” oldu.
Bilimsel yeterlilikleri vasat kriterlere bile uyduğu şüpheli olan akademisyenlerin rektör olarak atanmaları; ülkenin yetişmiş ve nitelikli yüzlerce akademisyenin hukuk dışı gerekçelerle kapının önüne konulduğu üniversitelerin halini saymıyorum bile.
- Kamuda kadro tahsisinde,
- Önemli ve kritik görevlere atamalarda,
- Belediye hizmetlerinde,
- Arsa ve bina tahsislerinde,
- Devlet ihalelerinde ve siyasi taleplerde,
- Hukuku, adaleti, eşitliği bir yana bırakıp, önceliğin iktidarın kendi partililerine, destekçilerine, ittifak ortaklarına ve yandaş vakıflara verilmesi, bize “liyakat” dışındaki her şeyi anlatıyor.
Özellikle, FETÖ’nün devletten tasfiyesi sonrasında boşalan yerleri başka tarikatların doldurduğu iddiası iktidar tarafından yalanlansa da dikkat çekici.
Buna verilecek en belirgin örnek, sizlerin de bildiği eski adı ile GATA, yeni adı ile Sağlık Bilimleri Üniversitesi Gülhane Eğitim ve Araştırma Hastanesi’nde başhekim yardımcısı olarak görev yapan, çok eşliliği savunan ve Medeni Kanun’un kaldırılmasını isteyen açıklamaları ile tepki çeken Dr. Ali Edizer’di.
Kısacası iktidarın bu konudaki defoları hakkında bir çalışma yapılacak olsa, inanın evrensel ölçekte ibretlik albümler oluşturulabilir.
Bütün bunları neden mi yazdım?
Hazine ve Maliye Bakanı Nureddin Nebati‘nin kardeşi iş insanı Seydullah Nebati, “Yarınki Merkez Bankası toplantısının çok önemli olduğunu düşünüyorum. Merkez Bankası’nın bence pas geçmesi lazım. Ama kanaatimce bir puan falan gibi bir indirim yapacaktır” yorumunda bulunmasından dolayı yazdım.
Cumhurbaşkanının aile boyu ülkeyi yönetmesine zorla da olsa alışıtırıl(ma)mış olsak da, bakan kardeşin ekonomi hakkında söz almasına alışık değiliz ne de olsa.
Böyle bir durumla karşılaşan ilk ve son ülke şüphesiz biz değiliz. Devletlerin tarihte ortaya çıkmaya başlamasından itibaren idarecilerin kayırma politikaları ve uygulamaları hep görüldü.
Bu, adaletsizlik ve hukuksuzluğun temel göstergelerinden biri oldu.
Oldu olacak, geçmişte Turizm ve Sağlık bakanlığı görevlerinde bulunan Bülent Akarcalı’nın dediği gibi “Millet madem dolar almak istiyor, o zaman bir Türk doları basalım.”
Ne de olsa “her bünyeye uygun kayırmacılık bulunur”.
4.250 TL olarak belirlenen asgari ücret devlete millete hayırlı olsun.