“Maestro”, bir orkestrayı yöneten kişi yani orkestra şefi olarak adlandırılır.
Milattan önce 709 yılında antik Yunan’da bir orkestra şefinin “elindeki çubuğu aşağı yukarı sallayarak” 800 müzisyeni nasıl yönettiğine dair tanımlamalara rastlanacak kadar eskiye dayanır orkestra şefliği.
Orkestra şefliği o günden bu yana değişim göstermiş olmakla birlikte spor takımlarının teknik direktörleri ile benzerlik gösterdiği de düşünülebilir.
Maestro esas itibari ile her an doğru tempoyu gösterirken sağ elindeki çubuğu ile ya da sadece ellerini kullanarak tempoyu belirler ve bu yolla bazen yüzden fazla kişiden oluşan orkestrayı bir arada tutar.
Bu meslekteki başarı birçok meslekte olduğu gibi beğenilmekten geçer.
Örnek vermek gerekirse 20. yüzyılın büyük bestecilerinden Wilhelm Furtwängler, orkestra şefi Arturo Toscanini’nin yönettiği bir konseri beğenmeyerek salonu terk etmiştir.
Gazeteci ve yazar Tom Service, “Simya Olarak Müzik” adlı kitabında, “en iyi orkestra şefleri en iyi dinleyicilerdir” sözlerine yer vermiştir.
Yazar birçok şefin kendisini demokrat olarak tanımlamasına karşı çıkarak “Bu doğru olamaz. Demokrasi işlemez demek değil bu, ama dolambaçsız olamaz. Müzakere edilmesi gerekir!” ifadesini kullanıyor ve Berlin Filarmoni Orkestrası’ndan örnek vererek, “Bu orkestra coşkun ve tüm kapasitesini sergilemek isteyen bireylerden oluşur. Ama sahnedeki şef onlara kolektif bir odak sunmazsa başıbozuk hale gelirler.” diyor.
Ünlü orkestra şefi ve besteci Pierre Boulez ise orkestra yönetmek konusundaki hassasiyetini “kendi iradenizi kabul ettirmeniz gerekir; balyozla değil, kendi bakış açınız konusunda insanları ikna ederek tabii ki” diyerek vurgulamıştır.
Konser izleyicilerinin kulağı orkestrada olsa da gözleri maestrodadır ve maestro, görsel bir bağlantı sunarak gözlerimizle müziğin bizde yarattığı duyumlar arasında bir köprü kurar.
Dinlemek, yönetmek, köprü olmak ve simgeleşmeyi gerçekleştirebilmek için yoğun bir şekilde hazırlanmak maestro ya da orkestra şefini özetleyen niteliklerdir.
Kısacası “kusursuz” bir şekilde yönetmeyi özetleyen maestro sözcüğünü ülkemizde hiçbir yere koyamıyorum.
Dünyanın belki en zor ve en incelikli işi olan bu şeflik kavramının en azından mükemmele yakın olabilmesi için kişinin kendini yönettiklerine adaması kaçınılmazdır.
Bu adanmışlığı borç bilmesi ve öncelikle zayıf noktalarının farkında olarak bunları düzeltmeye çaba gösterecek düzeyde tevazu sahibi olması gerekir.
Karar verme sürecinde duygu karmaşası neticesinde gösterilen yönelim, mantıktan uzak ve Agresif bir tutumun ortaya çıkmasına neden olur ki bu da kişiyi itici kılar.
Fikir ayrılıklarından dolayı kaba bir tutum sergilemek ve çatışmak, daha az sevilme sebebidir ve bu, er ya da geç puan kaybına yol açar.
Her konuda neler ve nasıl yapması gerektiğini en iyi kendi bildiklerini iddia edenler çoğunlukla yanlış kararlara onay verirler.
Herkesi ezip geçerek kulak vermeyen bir lider muhtemelen yüksek egosu nedeni ile kendi iç sesine de kulak vermez ve kendi hatalarını da görmezden gelmesi ile büyük zararlara sebebiyet verir.
Büyük bir ustalıkla gündem değiştirmek bir erdemmiş gibi gösterilse de, bu bir oyalama taktiğinden başka bir şey değildir.
Kişinin hem kendine hem de liderlik ettiği kişilere saygı göstererek dürüst olması bir vasıf borcudur.
Özetle diyeceğim şudur ki ne baget sallamakla maestro, ne parmak sallamakla lider olunmaz.