İngiliz düşünür ve yazar Theodore Zeldin’e göre, “Köleleşme” kavramı, var olan her şey gibi dünya üzerinde tüm toplumların nasıl manipüle edildiğinin tarihidir.
Burada, üç “köle” tipinden ve sebeplerinden bahsedebilir:
Birincisi ve bunlardan en önemlisi “korku”dur. Yaşamak ne kadar acı verirse versin insanlar ölmek istemiyordu. Böylece, savaşta ölmenin en büyük şeref olduğuna inanan ve insanları köleleştirmekle hayvanları ehlileştirmek arasında aynı güç ve rahatlık arayışının parçaları olmaları itibari ile fark gözetmeyen krallar, şövalyeler ve diğer şiddet bağımlıları tarafından hor görülmeye razı oldular. Köleliğin bu varlık nedeni, kendi halinde yaşamak istemeyenlerin, şiddetten zevk alanların yoluna çıkmayı başaramaması olmuştur. Şiddet saçanlar, herkesin doğuştan yanında getirdiği korkuyu harekete geçirmeleri sayesinde tarihin büyük bir bölümünde galip gelmişler.
İkinci köle tipi ise “gönüllü” olarak köle olanlardı. Örnek vermek gerekirse, Aztek dönemi Meksika’sında, kölelerin büyük kısmı, bunalımların, sorumluluklardan kurtulma isteğinin baskısı altında, köle olmayı seçmiş kişilerdi. Kölelik sözleşmesinin temeli, kölenin doyurulmasına, doyurulmayacak olursa da salıverilmesine dayanıyordu.
Üçüncü köle tipini, “günümüzün hırslı yöneticileri ve bürokratlarının ataları oluşturuyor” diyebiliriz. Köle sahibi olmak saygınlık kazandırıyordu. Köle olmak ise “çalışmak” demekti. Çünkü özgür insanlar için başkasının işini görmek kendilerine yakışmayacak bir durumdu.
Herkes hemfikir olmasa da, bu tanımlamalar, içinde bulunduğumuz güncel yönetim ile kıyaslandığında ne kadar da tanıdık geliyor değil mi?
Yine iktidar yanlıları kabul etmese de Türkiye, “tarih” dersi “seçmeli ders” olduğundan beri tarihimiz unutturulmaya çalışılarak “ordusuzlaştırılmıştır”.
Bugünkü başkanlık sistemi (Anayasa + Meclis + Saray düzeni) ile fiilen cumhuriyetten meşrutiyet dönemine dönen Türkiye, uygulamaya koyduğu askerlik kanunu ile meşrutiyetin de gerisine, Tanzimat Dönemi’ne dönülmüş oldu. Nasıl mı?
Osmanlı’nın 1846 Askerlik Kanunnamesi’ne göre padişahın özel ferman çıkararak “Askerlikten Muaftır” dediği kişiler askerlik yapmıyordu.
Yeni askerlik kanununun 45. maddesinde de aynen şöyle denilmektedir: “Cumhurbaşkanınca gerekli görülen sahalarda özel olarak görevlendirilen gönüllüler, Cumhurbaşkanınca belirlenen şartlara uydukları takdirde askerlik hizmetinden muaf tutulur.”
Yani, 1846’da “Padişah’a” verilen yetkinin bir benzeri, 173 yıl sonra, 2019’da “Cumhurbaşkanı’na” da verilmiş oldu.
Tarihteki benzerlikler bununla da sınırlı değil.
27 ağustos 1919 tarihinde yayınlanan Alemdar Gazetesi’nde çıkan bir yazıda, “Ordunun beş vakit namazda Padişah’a duadan gayrı bir şey bilmemesi lazımdır!” denilmiştir.
Yüz yıl sonrasında da her zaman her koşulda kötü sonuçlar veren “sorgusuz ve sualsiz Cumhurbaşkanı’na itaat zorunluluğu” da benzeşmiyor mu?
Atatürk’ün önderliğinde milli mücadele kazanılıp Lozan Antlaşması imzalanmasaydı, Sevr’in Anadolu’nun ortasına sıkıştırılmış ve iyice küçültülmüş Türkiye’nin aynı zamanda “Ordusuz Türkiye” projesi hayata geçirilmiş olacaktı.
Bugün ise Türkiye ordusuzlaştırılarak Sevr’e benzer adımlar atılmaktadır.
Ordudan adeta “muaf” olan Türkiye’nin geldiği son durum:
Gelir adaletsizliği yüzünden ortaya çıkan “eğitimde fırsat eşitsizliği” kavramı dolayısı ile genellikle fakir ailelerin çocukları üniversite eğitimi al(a)mamasından doğan zorunlu bir kader.
…ve Üniversite eğitimi almayan gençlerin de askerde yazıcı, emir eri, emir subayı, astsubay vb. konumlandırmaların dışında tutulması yüzünden ortaya çıkan acı gerçek.
Askerde şehit olanlar genelde yoksuldur. Çünkü savaşa gönderilen kas gücünde eğitim aranmaz, eğitimi olmayanlar da hep fakirlerdir.
Ne kadar garip bir denklem değil mi?
“Ben şehit annelerine hesap veremem.” ya da “Zenginin çocuğu yatacak, fakirin çocuğu şehit olacak.” sözleri ile sürecin başında bir karşı duruş sergileyen Cumhurbaşkanı’na bu durumun sürekli hale geldiğini hatırlatmaya elbette gerek yoktur.
Kendileri de bu durumun farkında olarak, “Bizim için şehitlik mertebelerin en yücesidir.”, “Şehit olmak herkese nasip olmaz.”, “Eğer toprakların uğrunda ölen yoksa o sadece, hani arsadan önce arazi, tarla vardır ya, ona benzer. Ama eğer ölen varsa o arsaya dönüşür. Yani imarlıdır, şehitle imarlıdır.” gibi “avuntu “söylemleri sıklaşmaya başladı.
“Çalışan malul gazilerin maluliyet aylıklarının ve emekli aylıklarının kesilmemesini sağladık.” diyen Cumhurbaşkanına yasayla gazilerin erken emeklilik hakkı ellerinden alındığını hatırlatmak gerekir.-mi?-
Reisin “Kimse iş aramazsa işsizlik diye bir sorun olmaz” şeklindeki muhteşem(!) bir durum tespitini Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanı Zehra Zümrüt Selçuk’un “İşçimizi enflasyona ezdirmeyeceğimizi sözümüzü tutmuş olduk.” sözleri 2.324 TL ile tasdiklemiş oldu.
İtaat edip, boyun büken ve köleleştirilen bir toplum olmamızda en büyük rol sizce kimdedir?