Atatürk söylev ve demeçlerinde bu sözleri dile getirirken, günümüzde işlenen cinayetlerin cezasız kalması sonucunda toplum “idam cezasının” geri gelmesini istemeye başladı.
Çünkü sokaklardaki taciz ve tecavüz olaylarının artmasından, faillerin ise ön kapıdan alınıp arka kapıdan salınarak ortalıkta cirit atmalarının toplum üzerinde yarattığı öfke, halkı idam cezasını isteme noktasına getirmektedir.
İdam cezasının geri gelmesi ise bir anlamda “şeriatın” geri gelmesi anlamına gelmektedir.
Kısacası “şiddete şiddetle yanıt verme” psikolojisinin yaratılması bir tür toplum mühendisliğidir.
Kadınlarımız, toplu taşıma araçlarına binmekten, asansör kullanmaktan, tenha yollarda yürümekten korkar oldu.
Şiddete uğrayan ya da öldürülen kadınlarımız ve yakınları -haklı olarak- faillerinin en ağır şekilde cezalandırılmasını istemekteler.
Ancak tüm çabalarının neticesiz kalmasından dolayı yaşadıkları yoğun üzüntü ve kızgınlıkları sonucunda -farkında olmadan- şeriat ister hale gelmeleri şaşırtıcı bir durum değildir.
Bu da kendi ellerimizle mevcut iktidara ülkemizi Afganistan’a, İran’a, Arabistan’a benzetecek anahtarı sunmakla sonuçlanacaktır.
Lütfen!
Tepemizde dolaşan kara bulutların farkında olarak adım adım yaklaşan tehlikeye karşı gözlerimizi açık tutalım ve geleceğimizin tehlikeye atılmasına alet olmayalım!
Bir ülkede kadınlara karşı davranışların niteliği, toplumun çağdaş değerlerle ve demokrasiyle ne ölçüde buluştuğunun en net göstergesidir.
Kadınlar ve erkekler arasındaki görev, sorumluluk, rollerin paylaşımındaki eşitsizlikler, toplumsal algılar, eğitimdeki çarpık anlayış, eşit olmayan güç ilişkileri, kadınların ikincilleştirildiği bir sosyal yapıya neden olmaktadır.
Hepimiz öncelikle bunun farkında olmalıyız ve ortaya çıkan toplumsal cinsiyet eşitsizliği, kadına karşı şiddet, sadece kadınların sorunu olmayıp, toplumun, insanlığın sorunudur.
Şeriat yanlısı cezalara rıza göstermek yerine öncelikle kadın özgürlüklerine karşı dayatmaların farkında olmalıyız.
Türkiye‘deki kadına uygulanan şiddet ve kadının eşitsizliğe maruz bırakılmasındaki en büyük etken, Cumhuriyetimizin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk‘ün 1928 yılında çıkardığı Medeni Kanun’un hiçe sayılmış olmasıdır.
Yine kadının toplumdaki yerini edinmesini, erkeklerle eşit koşullarda var olmasını, çalışma alanlarında erkekle eşit maaş almasının ilk ve tek mimarı Mustafa Kemal Atatürk olmuştur ve ne yazık ki yanlış seçimler sonucunda günümüzde bu özgürlüklerden mahrum hale gelmiş durumdayız.
Aynı şekilde seçme ve seçilme hakkını, dünyada birçok ülkeden yıllarca önce, 1934 yılında elde eden Türk kadınının bugünkü özgürlüğü tekrar tekrar sorgulanmalıdır.
Birleşmiş Milletler Genel Kurulu tarafından 1979 yılında kabul edilen “Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi Sözleşmesi”ne (CEDAW) rağmen, kadınlara ve kız çocuklarına yönelik şiddet, dünya çapında yaygın bir sorun olmaya devam etmektedir. Bugün dünyadaki devletlerin üçte ikisinde kadınları hedef alan aile içi şiddet/ev içi şiddet yasalarla yasaklanmıştır.
Ancak hala 49 ülkede kadınları aile içi şiddetten koruyan yasa bulunmamaktadır.
Yine 37 ülkede tecavüz suçluları tecavüz ettiği kadınla/kız çocuğu ile evlenirse ceza almaktan kurtulmaktadır.
Birleşmiş Milletler Genel Kurulu, 1999 yılında toplumda farkındalık oluşturmak amacı ile “25 Kasımı Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele Günü” olarak ilan etmiştir.
BM Genel Kurulu bu kararı alırken şu tarihi olay etken olmuştur:
Dominik Cumhuriyeti’ni Rafael Trujillo (d.1891-ö.1961), 1930 ile 1961 yılları arasında yönetmiştir.
Mirabal Kardeşler olarak bilinen üç kız kardeş, Trujillo muhalifidir.
Trujiilo konuşmasında; “Ülkede iki tehlike var: Kilise ve Mirabal Kardeşler” şeklinde açıklama yapmıştır.
Bu konuşma sonrasında 25 Kasım 1960 tarihinde bu üç kız kardeşe tecavüz edilmiş ve öldürülmüşlerdir.
BM Genel Kurulu bu olaydan yola çıkarak “Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele Günü” olarak karar almıştır.
Ayrıca Birleşmiş Milletler, 2008‘den bu yana küresel çapta soruna ilişkin farkındalığı artırmak, savunuculuk yapmak, zorluklar ve çözümler üzerine tartışma fırsatı yakalamak, küresel eylemleri teşvik etmek amacıyla 25 Kasım’dan 10 Aralık İnsan Hakları Günü’ne kadar 16 gün boyunca her yıl farklı temalarla çeşitli etkinlikler düzenlemektedir.
Bu mücadele günü, kadınları dünyanın her yerinde; yaşamın her alanında karşılaştıkları ayrımcılığın, sömürünün, cinsiyet eşitsizliğinin, ev içi şiddetin, toplumsal şiddetin önlenmesi için toplumu, ilgili kurum ve kuruluşları görevlerini yapmaya, yasaları uygulamaya davet ediyor olsa da ne derece etkin olduğu ayrı bir tartışma konusudur.
Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) 2002 yılında yayınlamış olduğu “Şiddet ve Sağlık Raporu”nda: “Kendisine, bir başka kişiye, herhangi bir gruba ya da topluma karşı güç uygulayarak veya tehdit yoluyla fiziksel, psikolojik zarara, gelişme engeline yahut ölüme sebebiyet vermesine yol açacak şekilde kasıtlı bir biçimde kullanılması” olarak tanımlamıştır.
Kadınlara yönelik şiddet ise Birleşmiş Milletler Genel Kurulu tarafından “kamusal veya özel yaşamda gerçekleşmiş olmasına bakılmaksızın kadınlara fiziksel, cinsel veya psikolojik zarar veya acı verme veya vermeye yönelik tehditler, zorlama veya keyfi özgürlükten yoksun bırakma eylemi” olarak tanımlanmaktadır.
Dünya Sağlık Örgütü istatistiklerine göre, dünyadaki üç kadından biri hayatları boyunca en az bir kez fiziksel ya da cinsel saldırıyla karşı karşıya kalıyor.
Dünya Sağlık Örgütü şiddeti kendisine, başkasına, bir gruba veya topluma karşı kasti olarak fiziksel baskı veya güç kullanmak, tehdit etmek veya fiiliyata geçirmek, yaralama, ölüm, psikolojik zarar, gelişim bozukluğu veya mahrum bırakmaya neden olmak veya bu durumların gerçekleşme ihtimalini artırmak olarak tanımlamaktadır.
Şiddet kadına, erkeğe, çocuğa, hayvana yönelebilmekte, her yaştan, ırktan, eğitim seviyesinden ve sosyo-ekonomik düzeyden kimseleri hedef alabilmektedir.
UNICEF verilerine göre; dünya genelinde her yedi dakikada bir ergen veya çocuk şiddetin herhangi bir türüne maruz kalmaktadır ve kimi zaman bu şiddet eylemleri ölümle sonuçlanabilmektedir.
Aynı raporda çocuk ve ergenlerin okulda da ciddi şiddet eylemleri ile karşılaşabileceklerini belirtmektedir.
Buna göre, dünya genelinde 13 ila 15 yaşları arasındaki 130 milyona yakın (3’te 1’den fazla) öğrenci fiziksel veya sözel zorbalığa maruz kalmaktadır.
Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı (UNDP) tarafından 2020 yılında partneri tarafından fiziksel ve/veya cinsel şiddet gören 15 ve üzeri yaş grubu kadın oranının;
- Afganistan’da %51,
- Avrupa ve Merkez Asya’da yaklaşık %28,
- Bangladeş’te %52,
- Bolivya’da %59,
- Güney Asya ve Sahra Altı Afrika’da %31,
- Türkiye’de ise %38 olduğu bildirilmektedir.
Dünya Sağlık Örgütü’nün 2021 yılı içerisinde yayınlamış olduğu rapora göre; dünya genelinde 736 milyon kadın hayatında en az bir kez partneri tarafından şiddetin herhangi bir türüne ya da ilişkisi olmadığı bir erkek tarafından cinsel şiddete maruz kalmaktadır.
Şiddet eylemlerine maruz kaldıktan sonra, bu durumla başa çıkabilmek için hukuki ve psiko-sosyal destek alabilmek hayatı önem arz etmektedir.
Öncelikle şiddet mağdurunun, maruz kaldığı bu eylemlerin bir suç olduğunu ve şiddet uygulayan kişinin bu eylemleri nedeniyle cezalandırılacağını bilmesi adalet duygusunun tatmini açısından üzerinde durulması gereken bir konudur.
Bununla birlikte; şiddet mağdurunun, maruz kaldığı şiddet ile baş edebilmesi ve ikincil travmaların önlenmesi için psiko-sosyal açıdan desteklenmesi bir zorunluluktur.
…devam edecek