Kıymetli okurlarım, özel nedenlerden dolayı uzunca ara verdiğim tarihimize ışık tutan “İlk Kadınlarımız” yazı dizisine kaldığım yerden devam ederek sizleri her biri ayrı bir cevher değerindeki kadınlarımızla tanıştırmaya devam ediyorum.
Bu bölümün konuğu Süreyya Ağaoğlu ve sayfalarca uzunlukta bir hikâyesi olduğundan, sizleri sıkmamak adına yazıyı birkaç bölüme ayırmaya karar verdim.
Keyifle okumanız dileği ile…
BÖLÜM: 1
İlk Kadın Avukat: Süreyya Ağaoğlu (1903-29 Aralık 1989)
Beş çocuklu bir ailenin en büyük çocuğu olan Süreyya Ağaoğlu, 1903 yılında (bugünkü Azerbaycan Şuşa’da) Kafkasya’da dünyaya gelmiştir.
Süreyya Ağaoğlu, eğitimci ve milletvekili Tezer Taşkıran‘ın, mühendis ve iş insanı Abdurrahman Ağaoğlu‘nun; siyasetçi, edebiyatçı ve hukukçu Samet Ağaoğlu‘nun ve tıp doktoru Gültekin Ağaoğlu‘nun ablasıdır.
Babası, Atatürk’ün yakın arkadaşlarından düşünür, yazar, gazeteci ve siyasetçi hukuk profesörü Dr. Ahmet Ağaoğlu, annesi ise Sitare Hanım’dır.
1910 yılında ailesiyle birlikte Türkiye’ye göç eden Süreyya Ağaoğlu’nun çocukluğu ve gençliği Kurtuluş Savaşı, ardında da Cumhuriyet’in kuruluş yıllarında Türk Ocağı aydınları ile Mustafa Kemal Paşa’nın yakın dostlarından oluşan bir çevrede geçmiştir.
Bu hararetli ortamda büyüyen Süreyya Ağaoğlu, yedi yaşındayken avukat olmaya karar verir, ailesi ise bu ‘mantıksız’ isteğinden vazgeçerek kadınlara uygun bir meslek seçmesi için onu ikna etmeye çalışsa da başarılı olamamıştır.
1920 yılında Bezm-i Âlem Valide Sultanisi’nden (İstanbul Kız Lisesi) mezun olmuştur.
Lise yıllarında sınıfta Cumhuriyet rejiminden söz ettiğinde, arkadaşlarının “gâvur!” olarak çağırdığı Süreyya Ağaoğlu, avukat olmayı kafasına koymuş ve mezun olduktan sonra hukuk eğitimi almak için İstanbul Darülfünun Hukuk Medresesi’ne 1921 yılında başvurmuştur.
O dönemde hukuk fakültesi kadınlara kapalı olduğundan bu başvurusu reddedilir.
Süreyya Ağaoğlu yine de kararlılıkla üniversitenin rektörü olan Haldun Taner’in babası Selahattin Bey’e başvurmuş ve Selahattin Bey’e fakülteye girmek istediğini söylemiştir.
Bu talep karşısında odanın içinde kahkahalar yankılanmıştır.
Süreyya Ağaoğlu, bunun üzerine kendisi gibi avukat olmak isteyen üç arkadaşını daha götürür ve bunun üzerine “size hemen fakülteyi açalım” cevabını almıştır.
Kısacası Süreyya Ağaoğlu, öğleden önce erkeklerin, öğleden sonra kızların okuyabildiği, kız – erkek beraber okumanın mümkün olmadığı fakültenin kız öğrencilere açılmasını sağlamış, bu süreci de “Bir Ömür Böyle Geçti” isimli eserinde şöyle anlatmıştır:
“1921 yılı sonbaharında üç arkadaşımla Darülfünun’un, yani Zeynep Hanım Konağı’nın merdivenlerini çıkıyorduk. Arkadaşlarımdan biri Fen, diğeri de Edebiyat Fakültesi’ne girmek istiyorlar, ben de Hukuk Fakültesi’ni kızlara açtırmak ve hukuk tahsili yapmak istiyordum.
O zaman Hukuk Fakültesi kadınlara kapalı idi: Arkadaşlarım bana gülüyorlardı, muvaffak olup olamayacağım meçhuldü. Hukuk Fakültesi Reisi Selahattin Bey köşede bir masa başında oturuyor yanında Profesör Veli Bey, karşısında da Katib-i umumi Rauf Bey oturuyorlardı. İçeriye girip:
– “Ben Süreyya Ağaoğlu’yum. Bezm-i Âlem Valide Sultanisini bu sene bitirdim. Hukuk tahsili yapmak istiyorum, beni hukuka kaydeder misiniz?” dedim.
Selahattin Bey hayretle yüzüme baktı…
Veli Bey her zaman aşağıya inik başını kaldırdı, ikisi de şaka edip etmediğimi anlamaya çalışıyordu sanırım.
O zaman 17 yaşındaki her genç kız çarşaf giyerdi ama ben çarşafsızdım, gri bir tayyör giymiştim.
Nihayet Selahattin Bey kahkaha ile güldü:
– “Üç arkadaş daha bul, hemen fakülteyi açalım” dedi. Hakikaten fakülte “açmak” gerekiyordu, zira kadınlar erkekler ile beraber okuyamıyorlardı.
Öğleden önce erkekler, öğleden sonra kadınlar ders görüyordu.
Tabii bir tek talebe için bütün hocalar öğleden sonra ders veremezlerdi.
Veli Bey başını kaldırdı:
– “Kadına daha ziyade doktorluk yakışır, o fakülteyi açtırsanız?” dedi.
Ben de:
– “Onu da doktor olmaya heves edenler açtırsın” cevabını verdim.
Selahattin Bey:
– “Hak hukuk meselesi değil mi.
Süreyya Hanım hakkını burada arıyor, muvaffak olmasını dileyelim.” dedi
Odadan deli gibi çıktım.
Şimdi başka fakültelere yazılmış olan arkadaşları kandırmak lazımdı.
Hemen, sonradan Sıddık Sami (Onar)‘nin eşi olan Bedia’ya koştum Başka fakülteye yazılmıştı.
Hukuk Fakültesinin açıldığını söyleyerek onu ikna ettim. Bedia ile diğer iki arkadaşımız Melahat ile Saime’yi de ikna ederek, dördümüz hukuk’a kaydedildik.
Benim numaram “1”di.
Selahattin Bey bana çarşaf giymem gerektiğini söyledi.
İkinci sömestrde bizi erkek arkadaşlarımızla birlikte okutmaya karar verdiler.
Dört talebe için bütün profesörlerin öğleden sonralarının alınması doğru değildi.
Bir Cumartesi günü 63 kişilik sınıfa girdiğimde birdenbire şaşırmadım desem, yalan olur.
O zamana göre ben ileri fikirli bir insandım.
Nitekim ilk fırsatta çarşafı çıkartıp manto ile fakülteye gitmeye başladım.
Evimizdeki telkinlerin etkisi ile kadın-erkek eşitliğine inanıyor, bunu da kendimce ispata uğraşıyordum.”
Süreyya Ağaoğlu böylece Hukuk Fakültesi’ne başvuran ilk kız öğrenci olarak fakültenin kız öğrencilere açılmasında öncü rol oynadı.
Hukuk Fakültesi’ni 1924-1925 öğretim yılında bitiren Süreyya Ağaoğlu’nun bu başarısı batı dünyası hukuk çevrelerinde de çok olumlu yankılar yaratmıştı.
Kendisine (Rockfeller Foundation tarafından) Paris Uluslararası Enstitüsü’nde üç aylık seminer bursu teklif edilmiş fakat Türkiye’de gerekli izinleri alamadığı için Paris’e gidememiş ve Adalet Bakanlığı’nda staja başlamıştı.…devam edecek