Değerli okurlar, bir süre ara vermiş olduğum “İlk Kadınlarımız” yazı dizisine kaldığım yerden devam ediyor ve bu bölümde Türkiye’nin “ilk terzi okulu” olan “Türk Kadınları Biçki Yurdu”nu kuran Behire Hakkı Hanım’ı sizlere tanıtarak devam ederek, keyifle okumanızı diliyorum.
- İlk “Biçki Yurdu” Terzihanesinin Kurucusu: Behire Hakkı Hanım
1908 yılında II. Meşrutiyet’in ilanı ile Osmanlı İmparatorluğu’nda özellikle eğitim alanında önemli değişiklikler ortaya çıkmış ve kız öğrencilerin öğrenim gördükleri bazı okullar açılmıştır.
Osmanlı dönemindeki kadınlar her zaman güzel giyinerek modayı takip ederlerken, orta sınıfa mensup kadınlar, tercihlerini hazır giyimden yana kullanırlardı.
Üst gelir düzeyine sahip kadınlar ise elbiselerini gayrimüslim terzilere diktirirlerdi.
- Abdülhamid döneminde Ermeni ve Rum cemiyetlerinin kadınlar için açtıkları sanat okulları, sadece gayrimüslim hanımların terzilik sanatında ilerlemelerini sağlamıştır.
Müslüman kadınlar ise “Hanımlara Mahsus Gazete”nin yayınladığı dikiş teknikleri ve hazır kalıplardan faydalanarak dikiş tekniklerini öğrenmişlerdir.
“İlk kadın” terzimizin hikayesine gelince…
Asliye mahkemesi sorgu hâkimlerinden Mahmud Cemal Bey‘in kızı olan Behire’nin eğitimine önem verilmiş, kadınlara örgün eğitimin verilmediği bir dönemde evde özel dersler alarak büyütülmüştür.
İstanbul‘da “ilk modern eğitim” üzere mektebi açan Selanikli Abdi Kemal Bey‘in öğrencisi olarak yetişmesinin, ileride atacağı adımlar üzerinde çok etkisi olmuştur.
Küçük Behire, henüz 11 yaşındayken diktiği ilk elbise ile dikiş-nakışa olan ilgi ve yeteneğini göstermiş ve Resimli Ay dergisinde yayımlanan röportajında ilk elbiseyi nasıl diktiğini şöyle anlatmıştır:
“Daha on bir yaşında bir çocuktum. Bir gün annem dışarı çıkmış, evde yalnız kalmıştım. Sokaktan basmacının geçtiğini duydum. Çocukların oyuncaklarına duyduğu ittiham gibi benim de bu basma toplarına karşı mukavemetsiz bir temayülüm vardı. Basmacıyı çağırdım, annemden gizli bir elbiselik kestirdim. İçeri girdim. Büyük bir heyecan ile kumaşı kestim, diktim. Annem gelmeden evvel bitirmek, gelince kendisine bir sürpriz yapmak istiyordum. Fakat kumaşı bozmak korkusu bende bir heyecan uyandırıyor, ‘acaba becerecek miyim’ diye kendimde büyük bir sabırsızlıkla bekliyordum. Elbiseyi diktim, üzerime giydim. Aynada baktığım zaman kendimde inanamıyordum. Annem gördüğü zaman memnun oldu. Ondan gördüğüm teşvik ile cesaretim arttı. Bundan sonra yavaş yavaş kesmeye, dikmeye alıştım.”
(“Hayatta Muvaffak Olmuş Türk Kadınları” Resimli Ay, s.27)
Behire’nin bu yeteneği karşısında, annesi dikişe dair bütün bildiklerini anlatmaya ve öğretmeye başlamıştır.
Bu bilgiler ışığında nice bluzlar, eteklikler, tayyörler ve yeldirmeler diken Behire, İsmail Hakkı Bey ile yapacağı evliliğinin gelinliğinin dikimini de kimselere bırakmaz.
Behire’nin bu yeteneği o dönemde ne yazık ki takdir görmez, zira o dönemde sadece yabancı terzihaneler ve ısmarlama elbiseler modadır.
Pahalı kıyafetler giyen kadınlar için kendi kıyafetini dikmek bir küçüklük ve fakirlik göstergesidir.
Öyle ki Behire’ye acıyarak bakanlar, “diktiğini söyleme, falanca terzihaneden aldım de” şeklinde öneride bulunurlar. Ancak Behire’ye göre, yeteneklerini kullanmak yerine ısmarlama elbisesiyle gurur duyan bu kadınlar acınacak durumdadır.
Çünkü kadınların, büyük paralar harcayarak kıyafetlerini yabancı terzilere diktirmek istemeleri, beğenilerin ve zevklerin bu şekilde dayatılması maddi ve manevi anlamda tahakküm yaratıyordu.
Behire Hakkı’nın İttihat ve Terakki Cemiyeti‘nin meclis heyeti üyelerinden İsmail Hakkı Bey‘in eşi olması Biçki Yurdu’nun kuruluşunda milliyetçilik düşüncesinin ön plana çıkmasında etkiliydi.
1913 sonrasında kurulan tüm dernek ve cemiyetlerde olduğu gibi, sivil toplum örgütlerinin siyasî iktidarla ortak hareket etmesi ve birbirlerini desteklenmesi Biçki Yurdu için de geçerliydi.
1912 yıllında başlayan Balkan Savaşlarıyla birlikte bürokrat ailelere mensup İstanbullu hanımlar arasında muhtaç durumdaki kadınların şartlarını iyileştirmek adına çeşitli hizmetlerde bulunmak yaygınlaştı.
Vatan hizmeti olarak kabul edilen bu çabalar, dönemin fikir hareketi olan milliyetçilik düşüncesinden besleniyordu.
Kadınlar, süren savaşların ağırlığı altında günden güne daha çok ezilmekte ve onların bu sessiz çığlıklarını duyan Behire Hakkı, “memleketim için ne yapabilirim?” diye düşünmeye başlar.
Böylelikle başkalarına muhtaç olmayı esaret kabul ettiği hemcinslerini en iyi bildiği dikiş konusunda meslek sahibi yapmaya karar verir.
Osmanlı Türk Hanımları Esirgeme Derneği‘nden ayrılan Behire Hakkı, o dönemde “Dersaadet” olarak telaffuz edilen eski İstanbul’da, 26 Temmuz 1913 tarihinde
“Çiftesaraylar Caddesi, Numero 21’de, Biçki Yurdu Terzihanesi”ni açarak, gazetelere “kadınlara terzilik mesleğini öğreteceğinin” ilanını verir.
Yurdun kurucusu ve müdürü olan Behire Hakkı Hanım, benzer düşünceler etrafında eşi İsmail Hakkı Bey‘den destek almıştır.
Alınacak öğrencilerin özellikle fakir kesimden olmasına dikkat eder ve bu girişimiyle kadınları fakirlikten kurtaracak, onlara alın teriyle ekmeğini kazandıracaktır.
İlk aşamada yurda 25 öğrenci başvurur, daha sonra sayı 51’e çıkar, 1917’ye gelindiğinde öğrenci sayısı 366 olmuştur.
Biçki Yurdu Terzihanesi’nde artık yavuklusunu, eşini, babasını cepheye gönderen kadınlar, dikiş makinelerinden yükselen “tıkır tıkır” sesler eşliğinde onlara mintan dikmeye başlamışlardı.
İlk mezuniyet töreninde öğrenciler, 40 dakika içerisinde bir korsaj, bir etek ve bir manto dikerek hünerlerini sergilerler.
Bu törene Maarif ve Ziraat Nazırları (bakanları)’nın katılması Biçki Yurdu’na verilen önemi gösterir.
Başarılarıyla devlet erkânının dikkatini çeken Behire Hakkı, “Maarif ve Sanayi nişanına” da layık görülür ve “milli müessese” haline gelir.
Behire Hakkı’nın öğrencileri, askerlerin üşümemeleri için 55 bin 155 adet pamuklu mintan diker ve bu mintanları Müdafaa-i Milliye Cemiyeti aracılığıyla cepheye gönderir.
Cemiyet mensupları, Biçki Yurdu’nun her ferdi için madalya hazırlar.
Madalyaların bedelinin 4 bin 500 kuruş olduğunu öğrenen hanımlar, kendi aralarında topladıkları aynı miktardaki parayı cemiyete yardım olarak gönderir ve açtıkları sergide satılan ürünlerin gelirini de cemiyete bağışlarlar.
Biçki Yurdu talebelerinin hayır işleri bununla sınırlı kalmaz. Çanakkale Savaşı’nda yaralanıp İstanbul’a tedavi için gelen askerleri, ziyaret ederler, topladıkları yardımları ulaştırırlar, onları rahat ettirmek için gerekli eşyaları temin ederler.
Ayrıca yardım faaliyetlerinde diktikleri ürünleri satarak elde ettikleri gelirleri, şehit çocukları için kullanılmak üzere yardımda bulunmuşlardır.
“İĞNE TUTAN ELLER AZİZDİR”
Biçki Yurdu’nun cefakâr kadınları, milli şair Mehmet Emin Yurdakul’a ilham olur ve şair, “iğne tutan ellerin kılıç tutan eller kadar aziz” olduğunu vurgular:
“Ey iğnem dik! Askere,
Giyecekler yetiştir.
Sınırdaki erlere
Hizmet aziz bir iştir.
Ey iğnem dik! Elimde teğellenen şu gömlek,
Bir kahraman genç Türk’ün vücudunu örtecek.”
Vatanın bağımsızlığı uğruna cephede mücadele eden erkekleri, cephe gerisinde yavuklu, eş, anne olarak bekleyen Türk kadınlarının misyonu değişmiş, şair Mehmet Emin Yurdakul’un deyimiyle, “kılıçların yanında artık iğneler de parlamaktadır”.
Ancak savaşın acımasız yüzünden Biçki Yurdu da nasibini alır ve öğrenci sayısı 14’e kadar düşer.
Bu uğurda varını yoğunu ortaya koyan Behire Hakkı, yurdun kirasını ödeyemeyecek hale gelir.
Yurdu ayakta tutabilmek için öğrencilerinden cüzi de olsa bir ücret almaya mecbur kalır ve çok geçmeden durumu toparlamayı başarırlar.
Biçki Yurdu Terzihanesi, 1913 yılı nizamnamesinde “fenni bir makastar mektebi” yani bilimsel metotla eğitim veren bir ilkokul olarak kendini nitelemiştir.
1913‘te ibtidai mektep olarak kurulduğu 1915 Mekatib-i Hususiye Talimatnamesi çerçevesinde özel okul statüsünde kabul edildiği 1922 nizamnamesinde yer almaktaydı.
Maarif Nezareti‘ne bağlı olmasına karşın, Biçki Yurdu‘na
memur ya da öğretmen atanmamış olması, kurumun kendi masraflarını karşılayabilmek için ücretli hale getirilmesine neden oldu.
Bu kurs 1913’ten 1923 yılına kadar 1380 müslüman kadın terzi yetiştirmiştir.
Behire Hakkı’nın öncülüğünde profesyonel terzilik mesleğine adım atan müslüman kadınlar, artık bireysel terzilik yapıyor ve kendi paralarını kazanarak ailelerine katkıda bulunuyorlardı.
1928 yılına gelindiğinde ise Biçki Yurdu’nun mezun sayısı 1794’e yükselmiştir.
İstanbul’da Bayezit (Beyazıt), Beşiktaş, Fatih, Üsküdar’ın ardından Ankara, İzmir, Gaziantep, Konya ve Kilis’te de Biçki Yurdu açılır.
Mezunların birçoğu kendi atölyesini açar, bir kısmı evinden çalışarak geçimini sağlar.
Dönemin entelektüellerinden İffet Hanım’ın Seyyâle Dergisi için kaleme aldığı “Beşiği Sallayan Eller Yükselecek” makalesinde yazdığı gibi, “milletin geleceği kadınların eğitimine bağlıdır” ve Behire Hakkı’lar sayesinde “beşiği sallayan eller yükselmiştir”.
Behire Hakkı Hanım, belirtilen müfredat programlarını ve metotları öğrencilerine sistemli bir şekilde öğretebilmek için ders kitabı mahiyetinde dört adet yayın hazırlamıştır.
130 öğrenciye yardımcı olabilmek için hazırlanan bu kitapların ilk üçü biçki ve dikişin teknik kurallara göre anlatıldığı birbirini takip eden seri halindedir.
“Biçki Nazariyat ve Kavâidi” adlıyla üç cilt olarak hazırlanan ve Türk Kadınları Biçki Yurdu külliyatından birinci, ikinci ve üçüncü kitap olarak yayınlanan kitaplar şunlardır:
- Biçki Nazariyat ve Kavâidinin Tedrisat-ı Aliye Kısmı
- Biçki Nazariyat ve Kavâidinin Tedrisat-ı İbtidaiye Kısmı
- Biçki Nazariyat ve Kavâidinin Tedrisat-ı Taliye Kısmı
Biçki dikiş ile ilgili tüm teknik bilgiyi, dikiş terimlerini, örnek modelleri ve çizimleri içeren bu kitapların hazırlanmasının temel sebebi, Avrupa‘da ve özelikle Paris‘te terzilik sanatı üzerine pek çok yayın olmasına karşın Osmanlı‘da bu tür eserlerin bulunmayışıdır.
Külliyatın 4. kitabı Türk Kadınları Biçki Yurdu Müzesi adıyla
1915‘te çıkarılan biçki, dikiş, el ve ev işlerine dair pratik ve güncel bilgilerin yer aldığı risaledir.
Başlangıçta aylık olarak daha sonradan 15 günde bir çıkarılarak, her biri on ikişer cüzden beş büyük ciltten oluşacak şekilde bir kadın işleri ansiklopedisi olması planlanmıştır.
1936‘lara kadar faaliyetlerine devam eden Türk Kadınları Biçki
Yurdu, Osmanlı‘daki pek çok kurumun Cumhuriyet‘e devredildiği ve arada bir kopukluk değil sürekliliğin olduğunu gösteren bir örnektir.…devam edecek