Partili Cumhurbaşkanı Erdoğan‘ın avukatları, geçtiğimiz günlerde CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu hakkında “hakaret suçu işlediği” gerekçesiyle suç duyurusunda bulundu.
Çünkü CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun kanun dışına çıkmış devlet memurlarına, “Kanun dışı her ne yaptırılıyorsa, Pazartesi itibariyle durun. Bu illegal, paralel sistemlerden elinizi, eteğinizi çekin” ifadeleri ile yaptığı çağrısına Cumhurbaşkanı tepki göstermişti.
Elbette ki siyasiler arasında karşılıklı suçlamalar olacaktır.
Ancak göz ardı edilen bir durum var ki o da ülkede “filler tepişirken çimenler eziliyor”!
Gündemimizi ise kesinlikle “siyasilerin tepişmesi” değil çok farklı başlıkları kapsıyor!
Bu ülkede “çarşı karıştı” hanımlar, beyler!
Merkez Bankası’nın faiz kararı ile asgari maaşlar gün itibari ile 295 USD’ın da altına düştü!
Hoş, ne gam!
“Siz maaşınızı dolar olarak mı alıyorsunuz?”
Faiz düştü, Lira değer kaybetti!
Darphanedeki “karşılıksız para basımı” ülke ekonomisini kurtarmak şöyle dursun, durum bugünlerin göstergesiydi.
Kısacası, “Perşembenin gelişi Çarşamba’dan belliydi”.
Nasıl mı?
Türkiye Cumhuriyeti Merkez Bankası Politika faizi 200 baz puan düşürerek yüzde 16‘ya indirdi ve adeta “ateşe benzin döktü”!
Buna bağlı olarak Tüketici Güven Endeksi %3,6 oranında azaldı.
Bu da yatırımcının güveninde ciddi bir düşüşe neden oldu!
Bitmedi!
Doların yükselmesi sonucunda, Mali Eylem Görev Gücü (FATF), “kara paranın aklanması” ve “terörizmin finansmanını engellemede eksikleri” olduğu için Arnavutluk, Fas, Güney Sudan, Suriye ve Yemen gibi Türkiye‘nin de daha sıkı izlenmesini gerektiren “gri listeye” alındığını duyurdu.
FATF Başkanı Marcus Pleyer, basın toplantısında “Türkiye’de bankacılık ve emlak sektörleri ile değerli maden ticareti yapanlar gibi farklı aktörlerin daha sıkı denetlenmesi gerektiğini” vurguladı ve “Türkiye karmaşık kara para aklama vakalarıyla etkin bir şekilde başa çıktığını ve Birleşmiş Milletler’in terör organizasyonu olarak tanımladığı IŞİD ve El Kaide gibi örgütlerin mali finansmanına soruşturma açmakta kararlı olduğunu göstermelidir” dedi.
Bütün bunlar ne anlama geliyor?
“Gri listede” olmamız, dış yatırımcıların Türkiye’ye gelmemesi anlamını taşıyor.
“Dünya bizi gerçekten kıskanıyor!”
Gri listeye de bu kıskançlıktan dolayı alındık(!)
Dış mihrakların kıskançlıklarını bir yana bırakacak olursak, “karşılıklı öğrenci değişim programı” olan Erasmus’a giden öğrencilerin hibelerin kesilmesi ve geç yatırılacak olması sebebi ile adeta ortada kaldığını –antiparantez- hatırlatmak gerekir.
Ülkemizdeki borç ve işsizlik oranları katlanırken, bunun bedelini yine vatandaşlarımız ödüyor.
Türkiye’de “istihdam krizinin olmadığına” inanan varsa, buyursun beri gelsin.
Durumu özetleyen rakam verilerine kısaca göz atacak olursak;
- Çalışma çağındaki nüfusun artış sayısı 3 milyondur.
- Diğer yanda ise çalışan sayısı kişi sayısı 667 bin azaldı.
- İşsiz sayısı 678 bin arttı.
- İşgücüne katılma oranı 2,5 puan, istihdam oranı ise 3,4 puan azaldı.
İstihdamda Ortadoğu ve Kuzey Afrika’nın “ileri demokrasisi”(!) ile “rekabet halindeyiz(!)”
Ülkemizde kamuda işe girebilmek için vatandaşın siyasilere hizmette tanımayıp kırk takla atmak zorunda kalması çok acı.
Düzenli ve sorumsuz göç politikası ise masaya yatırılması gereken apayrı bir konu!
Zira ülkenin aldığı “düzensiz göç” nedeni ile mavi yaka çalışanlarının çoğu daha düşük şartlarda çalışmayı kabul eden sığınmacılar olmaktadır.
“Suriyeliler olmasa Türk sanayisi çöker” gibi söylemlerde bulunulması, sığınmacıların güvencesiz ve insani çalışma şartlarından uzak bir şekilde istihdam edilmesi ve bu milletin kendi içindeki kutuplaştırmayı artırmasından başka neye yarıyor?
Türkiye’deki 5 buçuk milyon olduğu rivayet edilen sığınmacıların eğitimsiz olmaları ve ülkemize uyum sağlamamaları büyük bir sorun teşkil etmektedir.
Dışarıdan göç alan, ülkemizdeki bu çoğalmalar ile Türkiye’nin gelecekteki nüfus yoğunluğunu varın siz düşünün!
Adeta “amip” gibi kontrolsüz çoğalan bir ülke haline geldik!
Diğer yanda Bakanlık bütçesindeki “Çiftçiyi Destekleme Puanı” da tepetaklak düşmeye devam ediyor ve ithal ürün “milletin efendisi” çiftçiyi gitgide daha çok bitiriyor!
Özetle, “güvenceli istihdama” hasret kalan, açlığa ve yoksulluğa mahkûm edilen bir ülke haline geldik.
Akılları kurcalayan diğer bir nokta da Türkiye’deki genç nesil.
Bir dönemin Rektör Yardımcısı Bülent Arı, 2016 yılında katıldığı bir canlı yayın programında “Okuma oranı arttıkça beni hafakanlar basıyor, ben her zaman cahil halka güvendim” demişti ve günümüz gençliğinin neyi ne kadar sorguladığı tartışılır.
Mevcut iktidar partisinden başka bir yönetim şekli görmeyen gençlerin muhalefet partilerinin bu ülkeyi nasıl yöneteceklerine dair bir fikirleri olabilir mi?
Türkiye’nin normalinin bu olduğuna inanıyor olabilirler mi dersiniz?
Açıkçası 5 maaşlı danışmanların olması, gelinler, damatlar ve yeğenler ile yönetilen bir ülke kavramı konusunda çok da yabancılık çekmiyor olabilirler.
Türkiye bu filmi Cumhuriyet’imizin kuruluşunun hemen öncesindeki Lale Devri’nde bir kez daha görmüştü.
Ancak bu sistem o zaman da tutmamıştı tıpkı bugün de tutmadığı gibi.
Ülke gerçeklerini ve ihtiyaçlarını görebilmek için Osmanlı’daki gibi “tebdili kıyafete” ihtiyaç mı var?
“Bunun neyin utancının olduğunu” ya da “hangi devirde yaşadığımızı” sormazlar mı?
Vatandaş ile devlet erkanının arasına örülen duvar, ne iktidarın milleti görmesine ne de milletin devleti görmesine engel teşkil etmez!
Bu iktidar milletinin durumundan, millet de devletin içine düştüğü çıkmazdan bal gibi haberdar!
Ekonominin patronu güvendir ve unutmayınız ki bu millet gün gelir her şeyin hesabını sorar zira “keser döner sap döner gün gelir hesap döner”.
Bu nedenle bırakın tepişme senaryolarını…
Gündemimiz bu değil!