Damat Bakan Berat Albayrak, geçtiğimiz günlerde Gaziantep’te düzenlenen programda, “Dünya yanıyor, Türkiye dimdik ayakta. Biz aldığımız önlemlerle, ekonomideki tüm kurumlarımızın ortaya koyduğu güçlü koordinasyonla, iş dünyamıza verdiğimiz desteklerle ‘kriz sevdalılarını‘ hüsrana uğrattık.” dedi.
Diğer yanda ise Cumhurbaşkanı, “Enflasyonda, kurda ve faizlerde, ihtimal dahi verilmeyecek bir iyileşmenin başarısını sağladık ama yetmez. Enflasyon ve faizlerle mücadelede kararlılığımızı sürdüreceğiz. Sanayi üretimindeki rekor büyüme, kredi maliyetlerindeki düşüş, büyümenin öncü göstergelerinde özellikle Satın Alma Yöneticileri Endeksi’ndeki (PMI) sıçrama ile Türkiye’yi yeniden sağlıklı ve sürdürülebilir bir büyüme trendine kavuşturduk ama yetmez. En az yüzde 5’lik bir yılsonu büyümesini bu model çerçevesinde yakalayacağız. Dün Merkez Bankası, politika faizleri ile ilgili bir adım daha attı ve 50 baz puanlık bir indirime gitti. Merkez Bankası, elindeki tüm aygıtları, geçmişte örneği olmayan bir kararlılık ile finansal istikrar ve fiyat istikrarı hedefleri doğrultusunda kullanmaya devam ediyor. 1,5 yıldır ‘Faiz inerse kur sıçrar,’ ‘Faiz inerse kredi büyümesi olur, enflasyon tutulamaz‘ ezberinden başka bir şey duymadık. Türkiye bu ezbercilikten çok çekti ama biz öyle düşünmüyoruz. Bizden ekonomiyi durdurmak isteyenlere prim vermemizi kimse beklemesin.” diyor.
Devam etmek gerekirse, “Hamdolsun, her geçen gün daha iyiye gidiyoruz. Makro-ekonomik göstergelerdeki iyileşmenin, piyasalardaki rahatlamanın yakın zamanda tabana yayılacağından, toplumun tüm kesimlerine yansıyacağından kimsenin şüphesi olmasın.” sözleri de damat Berat’a ait.
Yukarıda söylenen bu sözler, bana “Aç tavuk kendini darı ambarında görür” atasözünü hatırlattı ister istemez…
17 yıldır atamalarını kendi tabanından yapan iktidarda körlerle sağırlar birbirini ağırlıyor ve bu ağırlamalara işin ilginç tarafı kendileri de inanıyor, inandıkları gibi de inandırıyor yandaşlarını.
Yurttaşına, ucuz sebze için akşam saatlerinde pazara gitmelerini tavsiye eden Diyanet, Elazığ’da yapımı devam eden külliyesi için 90 milyon TL’yi geçen harcamadan iktisada gitmeyi düşünmüyor bile. Yine aynı bütçeden, Diyanet’e ait tesislerin bakım ve onarımı için de 16 milyon TL aktarıldı.
Vatandaşının işsizlik ve açlıkla mücadele verdiği bu dönemde Diyanet’in yaptığı bu savurganlık dudak uçuklatıyor ve elbette dudakları uçuklatan savurganlıkların Diyanet’le sınırlı kalmadığı herkesin malumudur.
Cumhurbaşkanı ve damat ekonominin iyileştiği doğrultusunda tıpkı harcamaları gibi bol keseden süslü cümleler savururken yine aynı iktidarın Hazine Ve Maliye Bakanlığı, SGK üzerinden tasarruf tedbirleri almaya gidiyor.
SGK’nın önerdiği taslak maddelerinde;
-Ek Ödeme oranlarının düşürülmesi,
-60 yaş altı emekliler için genel sağlık sigortası primi alınması,
-Reçete payı artırımı ve ilaç katılım payının artırılması (%25),
-Bayram ikramiyesi ödemesinin kaldırılması,
-Emekli maaşından %5 SGK kesintisi yapılması,
-Babası vefat eden kız çocuklarına, eşi vefat eden kadınlara maaş bağlanmasına yaş limiti getirilmesi yer aldı.
Buna bağlı olarak çalışanlardan da emeklilerden de hazineye zorunlu aktarım olacağı, maaşlı olan herkesin maaşlarında kesinti olacağı ve hazineye katkı sağlanacağı açıklandıktan sonra jet hızı ile “Sosyal Güvenlik Kurumu’nun böyle bir çalışması da bulunmamaktadır”. yalanlaması geldi.
Kriz sevdalılarını hüsrana uğrattığını ifade eden damat “”Bütçe hedeflerini tutturacak tasarruf adımları devam edecek. Bütçede 76 milyar TL tasarruf hedefliyoruz” cümlesi ile kendisi ile çelişmiyor mu?
Atasözlerimizi sevememek ne mümkün? Bu çelişkisi de akıllara “Bu ne perhiz, bu ne lahana turşusu” sözünü getiriyor ister istemez.
Bir alyans ile başlayan siyası yolculuğunun dünyanın en zengin ismi olarak nasıl sonuçlandığı ise düşündüren ayrı belki de en önemli konudur…
Erdoğan’ın resmi varlığı şöyledir:
2011’de YSK’ya bildirdiği 5 milyon TL’lik şahsi serveti 2010’da 10 milyon liraya yükseldi. Aradaki fark tam 5 milyon lira! Fakat Erdoğan’ın bu süre içinde devletten aldığı brüt maaş sadece 2 milyon 250 bin TL. Yani yarısı! YSK’nın verilerine göre Erdoğan’ın Üsküdar Kısıklı’daki evinin değeri 4 milyon lira. Cumhurbaşkanının iki milyonluk maaşla 4 milyonluk evi nasıl aldığı hala soru işaretidir. Dahası da var. Erdoğan ailesi Üsküdar’da beş ayrı villada oturuyor. Mal sahibi olarak Ahmet ve Bilal gözüküyor. Villaların değeri ise yaklaşık 6 milyon Euro. Erdoğan’ın üzerine kayıtlı 2011 Audi A8 arabası ise 234 bin lira ediyor. Ufak tefek yatırımlar çıkarıldığında Cumhurbaşkanın resmi serveti bu kadar. Ama Erdoğan siyasetçi olduğu kadar da iyi bir ekonomist gibi görünüyor. Yatırımlarını kendi üzerinde tutmasının riskini bildiği için akçeli işlerini oğlu Bilal Erdoğan ve yakın akrabaları üzerinden yürütüyor. Şimdi sıkı durun! Çünkü sıra Erdoğan’ın gayrı resmi servetine geldi. Cumhurbaşkanı gerçekten çoook ama çok zengin. Hem de hayal ettiğinizden çok daha fazla! The Guardian’ın haberine göre terör örgütü IŞİD’ın yılda 500 milyon dolar kazandığı petrol satışında ticaret yaptığı işadamlarının biri de Bilal Erdoğan. Petrolün Erdoğan ailesinin gemileri ile yurtdışına taşındığı iddiası haberlere yansımıştı. Bilal Erdoğan’ın İsrail’le yaptığı milyonlarca dolarlık petrol ticaretinin hacmi ise sır gibi saklanıyor. Vakıflar kralı olarak bilinen Bilal Erdoğan TÜRGEV üzerinden akıl almaz bir gelir elde etti. Sadece 5 bin lira ile kurulan TÜRGEV, 2012 yılında tam 156 milyon 890 bin liralık mal varlığı beyanında bulundu. TÜRGEV’e Ensar Vakfı’nın ABD’de beraber kurduğu TÜRKEN Vakfı’na yapılan 54 milyon dolarlık bağış da şaşırtmıştı. Sadece vakıflar değil elbette… Ata Gold, BİM, Maye Dış Ticaret, Doruk Izgara, BMZ Denizcilik Ve İnşaat olmak üzere Bilal Erdoğan’ın birçok şirkette milyon dolarlık hisseleri bulunuyor. Erdoğan bu firmaların bazılarında gizli hissedar olarak görünüyor. BMZ Denizcilik sattığı beş gemiden 75 milyon dolar para kazanmıştı. Şirket 2015’te aldığı yakıt tankeri gemisine ise 18 milyon dolar ödemişti. Bilal Erdoğan da tabii ki kazandığı paraları Türkiye’de tutmuyor. Man adasını hatırladınız değil mi? Kılıçdaroğlu, Erdoğan ailesinin 2011’de adada açtırdığı OffShore hesaba sadece bir yıl içinde 15 milyon dolar aktardığını belgeleri ile ortaya çıkarmıştı. 4 Ocak 2012’de Ahmet Burak Erdoğan’ın 2 milyon 300 bin dolar gönderdiğini yine Sayın Kılıçdaroğlu belgeleri ile göstermişti. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın yıllardır kameraların karşısına çıkarmadığı oğlu Ahmet Burak Erdoğan’a gelince… 1998’de ehliyetsiz araba kullanırken bir kadın (Sevim Tanürek) öldüren ve daha sonra ceza almadan yurtdışına çıkan Burak Erdoğan da armatör. Serveti ise 80 milyon dolar. Emine Erdoğan ise hastane zengini olarak tanınıyor. Resmi olarak yalanlansa da Medical Park ile başlayan gizli ortaklık iddiaları Medipol Üniversitesi Hastanesi ile hala devam ediyor. Emine hanım yurtdışı gezilerinde kapattığı lüks mağazalarla yabancı First Ladyleri bile kıskandırıyor. Emine hanımın yakın akrabası işadamı Ethem Sancak’a kazandırdığı milyon dolarlık servet ise yeni ihalelerle katlanmaya devam ediyor. Peki Erdoğan ve ailesi nasıl bu kadar hızla zengin olabildi?
Ekim 2019’da Erdoğan ailesinin 370 milyar dolarının olduğu söylendiği dönemde Türkiye’nin cari açığı 450 milyar dolar olarak açıklanmıştı.
Benim yazmaktan, sizlerin okumaktan yorulduğunuz bu varlık listesinin sahibi “Para kaçırmak için böyle bir yola tevessül ediyorsa, kimse kusura bakmasın, onu da affetmeyiz.” cümlesini de kuran kişi olması sizce de ironik değil midir?
Tarih boyunca krallar, sultanlar ülkelerinde halkın zenginleşmesine izin vermezlerdi ve bu durumda ülke gelişemez, insanlar her geçen gün biraz daha yoksullaşırlardı. Ancak sultan da kral da egemenliğini sürdürürdü. İlginç olan, olumsuz koşullar altında sömürülen halk kitleleri monarşilerin duacısı olurdu.
Yani tıpkı tarihte olduğu gibi günümüzde de kötü ve müsriflikle yönetilen her ülke için ekonomik çöküş kaçınılmaz bir sondur ve biz de ne yazık ki bu sona doğru gitmekteyiz.
Para kaçırmak için böyle bir yola tevessül eden birini halk mı, yargı mı, tarih mi affeder?
Siz ne dersiniz?