Vladimir Putin’in 24.02.2022’de sabah 05.00’te Rus halkına seslenişinin yorumsuz çevirisi şöyle:
“Ukrayna silahlı kuvvetlerini derhal silahlarını bırakmaya ve evlerine gitmeye çağırıyorum. Ukrayna ordusunun bu talebi yerine getirecek bütün personeli askeri harekat alanının engel olunmaksızın terk ederek ailelerine dönebilir.
Olası kan dökülmesinin bütün sorumluluğu, tamamen, Ukrayna topraklarında yönetmekte olan rejimin vicdanına yüklenecektir.
Şimdi, meydana gelmekte olan hadiselere karışmak için cezbeye kapılabilecek olanlara çok önemli birkaç söz: Kim bize engel olmak ister, dahası, kim ülkemize ve halkımıza tehdit oluşturmak isterse, Rusya’nın cevabının derhal geleceğini ve sizi, tarihinizde henüz hiç karşılaşmadığınız sonuçlara götüreceğini bilmelisiniz.
Hadiselerin her türlü gelişimine hazırız. Bütün zaruri kararlar alındı. Sesimin duyulduğunu ümit ediyorum.
Son ana kadar, bizi kendi menfaatleri için kullanmak, geleneksel değerlerimizi imha etmek ve bize, halkımızı içten kemirecek olan kendi, sözüm ona, değerlerini, kendi ülkelerinde saldırgan şekilde yerleştirdikleri ve insan tabiatıyla çeliştiği için doğrudan doğruya yozlaşma ve dejenerasyona götüren mekanizmaları empoze etmek girişimleri kesilmedi.
Bunun olmasına izin verilemez.
Bu, hiçbir zaman, hiç kimsenin başına gelmiş değildir. Şimdi de olmayacak. ABD ve müttefikleriyle, Avrupa’da güvenliğin ve NATO’nun genişlemeyeceğinin ilkeleri üzerine müzakere etmek için tekrar tekrar girişimlerde bulunduk. Hepsi boşuna.
ABD’nin tutumu değişmiyor.
Rusya ile bizim için kilit önem taşıyan meselede müzakere etmeyi zorunluluk kabul etmiyor, kendi amaçlarını kovalıyor, kaygılarımızı ihmal ediyorlar.
Bu durumda, bundan sonra ne yapacağımız, neyi bekleyeceğimiz sorusu doğuyor.
Otuz yıl boyunca önde gelen NATO ülkeleriyle Avrupa’da eşit ve bölünmez güvenlik ilkeleri sistemi üzerinde ısrarla durduğumuz ve sabırla müzakere etmeye çalıştığımız iyi biliniyor. Tekliflerimize cevap olarak devamlı olarak ya sinik bir sahtekarlık ve yalanla ya da baskı ve şantaj girişimleriyle karşılaştık.
Bu arada Kuzey Atlantik İttifakı, bizim bütün protestolarımıza ve kaygılarımıza rağmen mütemadiyen genişliyor, askeri cihaz ilerliyor ve sınırlarımıza bitişecek kadar yaklaşıyor.
Bütün bunlar neden oluyor?
Kendisinin biricik olduğu, yanılmaz olduğu, kendisine her şeyin caiz olduğu tutumuyla, bu küstahça konuşma tarzı nereden geliyor; bizim endişelerimize ve tamamen kanuni taleplerimizi göz ardı eden, aldırmaz tutum nereden geliyor?
Eski görüşmeler, mutabakatlar artık fiilen işlemiyor, dil dökmelerin ve ricaların faydası yok.
Hegemonya, iktidardakileri hoşnut etmeyen her şey arkaik, eskimiş ve gereksiz ilan ediliyor.
Oysa tersine, onlara avantajlı görünen her şey, eksiksiz hakikat olarak servis ediliyor, ne pahasına olursa olsun, en kaba yoldan ve her türlü vasıtayla bastırılıyor. Kabul etmeyenler dizleri üzerine çökertiliyor. Fiilen her yerde, Batı’nın kendi düzenini tesis etmek için gittiği dünyanın bütün bölgelerinde sonuçta kanlı, iyileşme bilmez yaraların, uluslararası terörizm ve ekstremizm çıbanlarının kaldığı izlenimi hasıl oluyor.
Bahane olarak güya Irak’ta kitle imha silahlarına dair ABD’nin elinde bulunan güya güvenilir istihbaratı seçtiler. Buna kanıt olarak ABD dışişleri bakanı bütün dünyanın gözlerinin önünde, içinde beyaz bir toz bulunan test tüpünü salladı ve herkesi, bunun Irak’ta hazırlanan kitle imha silahı olduğuna temin etti. Ama Sonra bunun bir hokkabazlık, blöf olduğu ortaya çıktı. Irak’ta kimyasal silah filan yoktu.
İnanılmaz! Şaşılacak şey, ama olgu, olgudur.
Devletin en yüksek seviyelerinden, en yüksek tribünden yalan söylendi.
Libya’ya karşı gayrı meşru askeri kuvvet kullanımı, bu devleti tam bir imhaya götürdü ve devasa bir uluslararası terörizm odağının doğmasına yol açtı.
Dahası, Libya trajedisi, Kuzey Afrika ve Yakın Doğu’dan Avrupa’ya kitlesel bir göçe de yol açtı.
Suriye için de benzer bir kader hazırlamışlardı. Batı koalisyonunun bu ülke topraklarındaki, Suriye hükümetinin ve BM Güvenlik Konseyi‘nin rızasını almadan yürüttüğü askeri faaliyetler, saldırganlık ve askeri müdahaleden başka bir şey değildir.
Hiç kimsenin, ülkemize yapılacak doğrudan bir saldırının bozguna ve her tür potansiyel saldırgan için korkunç sonuçlara yol açacağından kuşkusu olmamalıdır.
Dünya hakimiyeti iddiası güdenler, açıkça, karşılığını görmeksizin, ve altını çiziyorum, hiçbir temeli olmaksızın bizi, Rusya’yı düşman ilan ediyorlar.
Gerçekten de büyük mali, bilimsel-teknolojik ve askeri olanaklara sahipler. Bunu biliyoruz ve iktisadi sahada bize yönelik devamlı seslendirilen tehditleri de tıpkı bu küstah ve kesintisiz şantaja karşı kendi olanaklarımız gibi objektif şekilde değerlendiriyoruz.
Bunları ilüzyona kapılmaksızın, son derece realist şekilde değerlendiriyoruz. Askeri sahaya gelince, çağdaş Rusya, SSCB’nin dağılmasından ve onun potansiyelinin önemli bir bölümünün harcanmasından sonra bile, bugün, dünyanın en büyük nükleer güçlerinden biridir ve dahası, bir dizi yeni tip silahta da belirgin bir üstünlüğe sahiptir.”
…ve sonunda oldu. Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, Ukrayna‘nın doğusundaki Donbas‘a özel askeri operasyon başlattıklarını böylelikle duyurmuş oldu.
Ukrayna sınır muhafızları tarafından yapılan açıklamaya göre de “Rus kuvvetleri Kiev bölgesine girdi” ve Putin‘in açıklamalarından sonra Kiev‘de siren sesleri duyulurken halk kenti terk etmeye çabasına girdi.
Bundan sonra gerek enerji, gerekse başta buğday olmak üzere gıda ürünlerinde dünyayı, dolayısı ile Türkiye‘yi zor günlerin beklediğini söylemek için kahin olmak gerekmiyor.
Bu olayın başlangıcı ile birlikte Türk Lirası en çok değer kaybeden para birimi olurken piyasalar 2 ay önceki duruma geriledi ve ham petrolün varil fiyatı 105 doları gördü.
Elektrikte 1 Mart’ta indirimli tarifeye gidileceğine dair umutlar başka Martlara mı kaldı dersiniz?
“Turizmde güzel bir 2022 beklentisi” de hayal olmuşa benziyor.
Kısacası, bu gelişmeler dünya düzeni ve dengelerini bir hayli etkileyeceğe benziyor.
Ülkemiz sadece enerjide değil gıdada da dışa bağımlı iken hangi tedbirleri alıyor?
Göründüğü kadarı ile bu meseleye halkın dışında başka kafa yoran da yok gibi.
Tarım arazilerimiz ise gözümüzün önünde yabancılara peşkeş çekiliyor.
Felaketzedelere evler teslim edilmezken, geçtiğimiz ayda Türkiye’den en çok İranlıların ev aldığı duyurulur!
Bu gidişle farklı ülkelerin vatandaşlarının kiracısı olmamız pek yakın gibi görünüyor.
Göz göre göre yoksulluğa ve açlığa mahkûm edilen ülkem insanının hala kendilerini bu kara tabloya mahkum eden iktidara sempati duyması hangi zekanın türüdür diye kafa yormaya hiç gerek yok.
Ömer Hayyam’ın buyurduğu gibi;
“Celladına aşık olmuşsa bir millet,
İster ezan, ister çan dinlet,
İtiraz etmiyorsa sürü gibi illet,
Müstahaktır ona her türlü zillet.”
Müstahak olmasına müstahaktır da kurunun yanında yaşın da yanıyor olması durumun inciten yanı.
Bugün iktidar kendi cennetini yaşarken halkına cehennemi yaşatıyorsa, devletin varlık sebebinin;
- Türk Milletinin bağımsızlığını ve bütünlüğünü,
- Ülkenin bölünmezliğini,
- Cumhuriyeti ve demokrasiyi korumak,
- Kişilerin ve toplumun refah, huzur ve mutluluğunu sağlamak,
- Kişinin temel hak ve hürriyetlerini, sosyal hukuk devleti ve adalet ilkeleriyle bağdaşmayacak surette sınırlayan siyasal, ekonomik ve sosyal engelleri kaldırmaya,
- İnsanın maddi ve manevi varlığının gelişmesi için gerekli şartları hazırlamaya çalışmaktır.
Olduğunu hatırlatmak gerekir.
Ama nerdeeee…
Hesabı verilmeyen 128 milyar dolar gibi nice hesaplar varken devletin varlık sebebini ısrarla sürdürmek kime ne fayda sağlar?
Devletin temel amaç ve görevlerinin yerine getirileceği günlerin yakın olması temennisi ile devletle…