5 Haziran Dünya Çevre Günü’nde yaptığı konuşmasında partili Cumhurbaşkanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan “Haliç’i nasıl temizlediysek ki daha büyük belaydı, müsilaj sorunundan da denizlerimizi kurtaracağız. Kirlilik kaynağı olabilecek her yerde denetimler yapıyoruz. Marmara’dan Karadeniz’e yayılmaması için hızla adım atacağız. Müsilaj sorununun üstesinden geleceğimize inanıyorum.” ifadesini kullanmıştı.
Uzmanların savunmasına göre müsilaj felaketiyle boğuşan Marmara Denizi’deki çevre felaketinin Haliç ve Kurbağalıdere temizliğinde yapılan hatalardan kaynaklanmıştır.
Çünkü bu alanlardan çıkartılan binlerce ton balçık Marmara Denizi’ne dökülmesinin sonuçlarını bir yana koyacak olursak, Bakan Pakdemirli’nin övündüğü “deniz patlıcanı ihracatı” sonucunda denizlerin akciğerini tüketmesi nedeni ile oluşan müsilajdan dolayı Haliç’in daha büyük bir bela olduğuna katılmak pek mümkün görünmüyor.
Cumhurbaşkanının müsilaj konusundaki gösterdiği iyi niyetin ardında bir Kanal İstanbul masalının yattığını da vurgulamak gerekir.
Çok uzağa gitmeye hiç gerek yok…
13 Temmuz 2020 tarihindeki gazete manşetleri ve altındaki haberler “Katar Emiri’nin annesine Kanal İstanbul piyangosu vurdu! Kanal İstanbul’un çevresinde kurulacak yeni şehrin uygulama imar planları onaylandı. Katar Emiri’nin annesi Şeyha Moza’nın Baklalı’da satın aldığı 44 dönümlük tarla, turizm + ticaret alanı oldu.” şeklinde idi.
Katar Emiri Şeyh Temim bin Hamed el-Sani’nin annesi Şeyha Moza bint Nasır el-Missned, 8 Kasım 2018‘de 100 bin Lira sermaye ile Triple M Gayrimenkul Turizm Ticaret Anonim Şirketi‘ni kurmuştu.
Şirket kurulduktan 1,5 ay sonra Kanal İstanbul güzergahında yer alan 44 bin 702 metrekare araziyi satın aldı. Arazi, o tarihteki imar planlarında “tarla” olarak görünüyordu.
Oysa Kanal İstanbul‘un Montrö Sözleşmesi’ni tartışmaya açabileceğine ilişkin endişeleri emekli amirallerin öncesinde emekli büyükelçiler de dile getirmişti.
Emekli 126 büyükelçi Ocak 2020‘de yayınladıkları bildiride, 1936 tarihli Montrö Sözleşmesi‘nin Türkiye için Lozan’dan sonraki “en büyük kazanım” olduğunu vurgulamıştı. Montrö‘yü Rusya‘nın güvenliğinin de temel bir belgesi olarak gördüklerini belirten büyükelçiler, Montrö Sözleşmesi’ne taraf olmayan ve sözleşmeyi Karadeniz‘e dilediği gibi çıkmasının önünde engel olarak gören ABD‘nin yıllardır Montrö‘yü ortadan kaldırmaya çalıştığını savunmuştu.
“Kanal İstanbul ve ÇED raporunda söz edilen Çanakkale Kanalı, ABD’nin Montrö’yü tartışmaya açmak amacına hizmet edecektir” diyen büyükelçiler, Montrö Sözleşmesi‘nin tartışmaya açılmasının Türkiye‘nin bütün kazanımlarını kaybettirebilecek “yaşamsal bir egemenlik, gerçek bir beka sorunu” olacağına dikkat çekmişti.
Bunun Türkiye için önemini Uluslararası Hukuk Uzmanı emekli Büyükelçi Hüseyin Pazarcı “Montrö’yü kaldırsak ya da Montrö feshedilse yine ‘Boğazlar’dan geçişi Türkiye kontrol eder‘ diyemeyiz. Türkiye’nin yetkisi, egemenliği elinden gider” açıklaması ile getirmişti.
Uluslararası ilişkiler uzmanı Prof. Serhat Güvenç ise; “Boğazlar sözleşmesi özellikle Karadeniz’e sahili olmayan yabancı devletlerin Karadeniz’e çıkarabilecekleri savaş gemilerine tonaj ve süre sınırlaması getirmektedir. Bu, deniz hukukunda bugün uygulanan haliyle istisna oluşturuyor ve Karadeniz’in bir gerginlik durumunda yabancı savaş gemilerinin durmasının önünde bir fren işlevi görüyor.” demiş ve şu eklemede bulunmuştu: “Eğer Kanal İstanbul’a ek olarak Kanal Çanakkale açılırsa o zaman Montrö’deki kısıtlamalara tabi olmadan yabancı ülkeler savaş gemilerini Karadeniz’e istedikleri tonajda ve istedikleri süreyle çıkartabilecektir. Bu da Rusya’nın arzu etmeyeceği bir durumdur. Rusya’nın arzu etmediği bir durum ortaya çıktığında Rusya’nın provoke olma ya da kendisini tehdit altında görüp saldırganlaşma ihtimali vardır. Türkiye’den baktığınızda bu da bölgesel istikrara ve güvenliğe hizmet etmeyecek bir durumdur.”
Montrö Sözleşmesi’nin tartışma konusu yapılmasına neden olacak her türlü eylemin arkasında duracaklarını ifade eden amirallerin bildirisinin yankıları unutulmuş gibi görünse de Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, Kanal İstanbul ile Montrö Sözleşmesi arasında bir bağ kurulmasının yanlış olduğunu “Türkiye, Kanal İstanbul sayesinde İstanbul Boğazı’ndaki ağır deniz trafiği yükünü hafifletirken Montrö’deki sınırlamaların dışında tamamen kendi egemenliğinde bir alternatife kavuşmuş olacaktır. Bu bizim egemenlik mücadelemizdir” belirtmesi yukarıdaki maddelere göre tartışmaya açık ve şüpheli bir konudur.
Nedenine gelecek olursak, Montrö Sözleşmesi’nden 85 yıldır memnun görünmeyen tek devlet ABD’dir. Zira bu sözleşme, 1718 Pasarofça Antlaşması’ndan bu yana Türkiye’nin tüylerini ürperten Rusya tehlikesini ortadan kaldırmış ve Rusya’yı da tatmin eden bir antlaşma olmuştu.
Aralık ayında Rusya’dan S-400 füze savunma sistemi satın alındığı için ABD Dışişleri Bakanlığı Hasımlarına Yaptırımlar Yoluyla Karşılık Verme Yasası (CAATSA) yaptırımları yürürlüğe girdi ve bunun uygulanmasını Trump engellemişti. Ayrıca ABD’nin elinde Halkbank ve Reza Zarrab kozlarının olduğu da unutulmamalıdır. Biden ise Trump’ın Türkiye’ye sunduğu rahatlığı sunmuyor. Bu nedenle de Erdoğan, Biden’a yanaşmak için birtakım girişimlerde bulundu ve bu girişimlerin bir numarası Kanal İstanbul aracılığı ile Montrö’yü tartışılır hale getirmektir.
Kanal İstanbul ne 3434 olan bir uydu frekansıdır, ne de sadece bir kanal projesidir.
50 km uzunluğunda 25 metre derinliğinde 145 metre eninde olması planlanan ve muhtemelen çıkacak hafriyat ile Dubai’deki yapay Palmiye Adaları projesinin bir kopyası olacaktır.
Bu bir Katar-İstanbul masalıdır ki gökten üç elmanın kimlere düşeceği herkesin malumudur.
Bu nedenle müsilaj bahane Kanal İstanbul şahane!