Her insanın hayat yolculuğu farklıdır. İnsan kendi hayat yolculuğunu kendisi belirler.
Semra Atasoy, Samsun’dan Üniversite okumak için çıktığı hayat yolculuğu geleceğinin başlangıcı veya ilk adımları oldu. Kendisini sürekli geliştirmek, yeni şeyler öğrenmek ve üretmek hep önceliği oldu.
Öğrendikçe, ürettikçe sürekli kadınlar, çocuklar için üretimler gerçekleştirdi. Bu döngü içerisinde hiç yılmadan didinerek kendi yolcuğunu sürdürüyor. Arkeolog, Öğretmen yazar olarak pes etmiyor.
Kadınları, çocukları dinliyor, dinledikçe, dinlediklerini kitaplaştırıyor. Kurgu değil hayatın içindekileri kitap haline getiriyor.
Bu kadar üretken aynı zamanda mütevazi bir yazarın yaşadıklarını, kitaplarını portalımızda yer vermek, tanımayanlara tanıtmak istedik. Yazar Semra Kosovalı ile gerçekleştirdiğimiz bu söyleşiyi beğenerek okuyacağınızı umuyoruz. İyi okumalar.
Yaşadığınız birçok kentlerde çocuklar ve kadınlar üzerinde yapmış olduğunuz gözlemlerde karşınıza nasıl bir tablo çıktı?
Kızım doğana kadar inanın kadın ve çocukların ne durumda olduğuyla ilgili pek ilgili değildim. Kendi haklarım için mücadele etmiş ve kazanmıştım. O zamanlar bu bana yetiyordu. Kalabalık bir aileden geliyorum ve katı kuralları olan gelenekçi bir sülalem var. O sülaleye rağmen kız başımıza Samsun’dan Ankara’ya üniversite okumaya ilk gelen ben ve kız kardeşim olduk. Bizim ardımızdan kız yeğenler ve akrabalar üniversiteye gidebildiler. Yolu açmış oldum.
Ardından yine sülalede ilk araba kullanan kadınlar da ben ve kız kardeşlerimdi. Yine bizim ardımızdan sülaledeki diğer kadınlar araba kullanmaya başladı.
Bir şekilde yolu açan olmuştum. Kendi yolumu açmayı başardığım için tüm kadınları kendim gibi zannettiğimden kadın sorunları konularıyla pek ilgilenmiyordum ta ki kızım doğuncaya kadar.
Kızımı minicik bir bebeği kucağıma aldığım zaman ağlamaya başladım. Benim verdiğim mücadeleyi o da verecek ve yorulacaktı.
Ben kişiliğimden dolayı mücadele etmekten keyif alıyordum fakat ya kızım?
Ya başaramazsa, ya yıpranır yorulur üzülürse…
Günlerce yüreğime oturdu ve ilk kez yaşadığım topraklarda kadın ve çocukların durumunun ne kadar zor olduğunu fark ettim.
Bu benim için çok ağır ve tramvatik oldu.
Dünyadaki ve yaşadığım coğrafyadaki kadın ve çocukları gözlemleye başladığımda gerçekten canım yandı. Dünya üzerinde sadece benim ülkemde değil tüm heryerde kadınların yaşadığı sıkıntılar büyük.
Gelişmiş ülkeler kısmen sorunu çözebilmişler fakat dünyanın geri kalanında kadın hala büyük mücadelelerin içinde. Yüzlerce yıldır kadına yönelik artan büyük bir şiddet eğilimi var, öfke var.
New York Times gazetesine göre, 20. yy’da şiddet sonucu öldürülen kadın sayısı, 19.yy’da savaşlarda ölen erkeklerden daha fazla.
Görünürde topla tüfekle bir savaş yok belki ama daha fazla kayıp var.
Yüzlerce yıldır tüm dünyada kadın büyük sorun olmuş nedense ve gereksiz bir öfke var kadınlara karşı.
Durum vahimdi kısaca…
O an ki; duygularınızı anlatırmısınız? Çıkan tablo karşısında neler düşündünüz? Ve çözüm için neler yapabildiniz?
O an hissettiğim yalnızca panikti. Gerçekten panikledim. Kızımı nasıl büyüteceğim telaşı sardı. Bir oğlum da vardı ama nedense o doğduğunda bu panik duygusunu yaşamamıştım. Sonuçta erkek egemen bir dünyada yaşadığımız için hayat ona daha kolay olacaktı fakat ya kızım için?
Karşımda duran tablo inanın korkutucuydu. Kızımın çocukluğunu düşünüyorum, ortalıkta pedofili sapıklar var. Kızımın gençliğini düşünüyorum, etraf taciz tecavüz olaylarıyla dolu. Evlense ve eşi şiddet eğilimli çıksa, kısaca her yaşı için tehlike büyüktü.
Çözüm olarak o anlarda pek bir şey yapamadım. Gece gündüz gözetimim altında büyütecektim ve okula başlar başlamaz kadınlar ve çocuklar için neler yapabilirim düşüncesiyle harekete geçtim.
O esnada düşüncem, kadın ve çocukların hayat şartlarını düzeltmenin en hızlı yolu siyaset olduğu için siyasete girdim.
Milletvekilliği adaylığım oldu. Siyasette kadınların uğradığı psikoljik şiddet inanılmaz boyutlarda.
Hayatın her alanında bir sıfır erkeklerin gerisindeysek, siyasette yüz sıfır gerideyiz. Asla bir kadını o turuncu koltuğa oturtma gibi bir düşünceleri yok ve gerçekten gizli bir erkek anlaşması var sanki aralarında. Hangi siyasi parti olursa olsun önceliği daima erkeklere verip göstermelik olarak birkaç kadına az sayıda koltuk veriyorlar.
Bakın burada önemli bir ayrıntı var, kadınlar olarak temsil hakkımızı alamıyoruz, beyler kendi düşüncelerine göre birkaç koltuğu lutfedip kadınlara bırakıyor. Bunu lütufmuş gibi yapıyorlar.
Yani siyasette daha büyük sıkıntılarla karşılaştım.
Geçmiş dönemde İstanbul Beylikdüzü’nde kadın ve çocuklarla ilgili gerçekleştirdiğiniz projenin önemini, başarı oranından bahseder misiniz?
Beylikdüzü’nde Kent Konseyi Kadın Meclisi Başkanlığı yaptım yaklaşık beş yıl sürdü bu gönüllü görevim.
Siyasette çok büyük savaş olduğunu görünce bu kez sivil toplum olarak bir şeyleri düzeltebilir miyiz derdine düştüm.
Beylikdüzü’nde değil bu hareketi tüm İstanbul’a yayalım dedim ve İstanbul’da dokuz ilçe bir araya geldik. Kadınlar ve çocuklarla ilgili ortak projeleri hayata geçirdik.
Önceliği, şiddete çözüm sağlayabilmek basamağına verdik.
Bulunduğumuz bölgede mahallelere semt pazarlarına gittik. Şiddetin ne olduğunu, şiddete tecavüze uğradıklarında nerelere başvurmaları gerektiğini anlattık. Lokal seminerler düzenledik. Yanımızda avukat, psikolog veya doktor bir konuğumuz oluyordu. Kadınlar soruyordu biz ve konuklarımız anlatıyorduk.
Şiddet dediğimizde yalnızca dayak akla geliyor fakat daha tehlikelisi var, bedende iz bırakmayan ama ruhu ağır yaralayan şiddetin adı psikolojik şiddet, ekonomik şiddet.
Biz; eşe hakaret etmenin, ihtiyaçlarını karşılamamanın, ihtiyaçları için para vermemenin de şiddet olduğunu anlatınca kadınların verdiği tepki inanılmazdı.
Hepsi, “bu anlattıklarınıza göre biz hepimiz şiddet görüyoruz Semra Hanım,” diyorlardı.
Aileden gelen kültürümüz şöyle; dövi mi sövi mi, kocandır! Derdin ne, kır bacağını otur!
Bizim coğrafyada kadını mahveden düşünce budur bana göre…
Ne kadar başarılı oldunuz sorusuna gelince; şöyle bir benzetme yapayım, altı delik kayıkla kürek çekip sahile yanaşmaya çalıştık.
İnternette anıt sayaç diye bir site var, orada öldürülen kadınların rakamları var. Ben bu röportajdan önce baktım, Haziran ayındayız ve öldürülen kadın sayısı 92
Bir ülkede hala şiddet tecavüz gibi nedenlerle kadın öldürülüyorsa biz başarılı olduk sayılmayız.
Uğraştık, direndik, çabaladık ve başaramadık.
Görev aldığınız sivil toplum örgütlerinde ne gibi faaliyetlerde bulunuyorsunuz?
Gençlere çocuklara ve kadınlara farkındalık kazanmaları için eğitimler veriyorum. İnsanlarla iletişim kurmanın yollarını anlatıyorum. Kadınlara; şiddeti ve şiddetle karşılaşıldığında neler yapılması gerektiğini anlatıyorum.
Çocuklar çok çok önemli, onları şimdiden doğru yetiştirirsek ilerde karşılaşacağımız sorunlar daha az olur, bu yüzden çocuklarla sürekli söyleşiler yapıyorum.
Yazarlık atölye çalışmalarım var, yazar olma hayali olanların katıldığı eğlenceli çalışmalar yapıyoruz. Atölyeme katıldıktan sonra kitaplarını yayınlayanlar oldu ve bu beni çok mutlu etti.
Benim bu dünyada görevlerim var, yaşamak nefes almak için burada değiliz, bir şeyler yapmak, bir şeyleri düzeltmek için dünyadayız. Bu düşüncemden dolayı ömrüm hep toplum çalışmalarıyla dolu dolu geçti.
Ve bu kadar çok dezavatajlı kesimde olunca, karşılaştığım olaylar kitaplarıma konu oldu. Malzeme sıkıntısı hiç çekmedim. Güzel bir manzaraya karşı oturup hayalgücümden faydalanarak yazmadım, gerçek hayatların içindeki öykülerden beslenerek yazdım.
Cezaevindeki çocuklar “Bizim hayalimiz yok bu dört duvar arasında” diyorlar
Cezaevine gençlerle ve çocuklarla söyleşi yapmak için giden yazar Semra Atasoy, çocukları dinledikçe, çocukların sorunlarının çözülmediğini, hiç ama hiç değer verilmediğini bir kez daha anlar. Çocukların verdikleri yanıt “Çıkınca bizi istemeyecekler, kötü davranacaklar, büyük ihtimalle yine suç işleyip buraya geri geleceğiz,” diye cevap veriyorlar. Ülkemiz adına ne kadar açıklı bir tablo.
Cezaevinde bulunan çocuklarla yapmış olduğunuz söyleşilerde karşılaştığnız sorunlar, gözlemlerinizi ve sizin hissettiklerinizi bizimle paylaşır mısınız?
İnanılmaz bir deneyimdi benim için. Bir yazar olarak söyleşi yapmak için Maltepe Çocuk ve Gençlik cezaevindeydik. Gençleri motive etmek için “hayal kurun ve hayallerinizin peşinden gidin,” diyorum. “Bizim hayalimiz yok bu dört duvar arasında,” diyorlar.
Buradan çıktığınızda neler yapacağınızı hayal edelim öyleyse, diyorum. “Çıkınca bizi istemeyecekler, kötü davranacaklar, büyük ihtimalle yine suç işleyip buraya geri geleceğiz,” diye cevap veriyorlar.
Öyle zordu ki ve haklılardı da. Biz sorunlara çözüm bulmamışız. Sorunu görmezlikten gelmişiz. Suçlu çocuk ve gençleri cezaları bitene kadar cezaevinde tutuyoruz. Orada bir derece rehabilite ediyoruz fakat dışarı çıktıklarında yalnız parasız ve çaresiz kaldıklarında yine suç işliyorlar.
Onlarca yıldır sorunlara uzun vadeli çözümlerimiz olmadığı için sorunun kökenini bir türlü kurutamıyoruz. Zor bir söyleşi oldu, yaklaşık 100 genç beni dinledi. En güzeli 2 genç cezaevinden eğitimlerini tamamlama kararı alıp okula başladılar. Bu çok mutlu etti beni, 2 genç de olsa onları kurtardıysak ne mutlu bana.
Çocuklar üzerine birçok kitaplarınız var. Kitaplarınızda vermek istediğiniz mesajların ana teması nelerdir?
Aslında yetişkinler için yazarken, çocuklarım okula başlayınca onların hangi kitapları okuyacağını araştırırken ben yazayım dedim. Arkeoloji bölümünden mezun olduktan sonra öğretmenlik meslek sertifikam da olsun düşüncesiyle Eğitim Fakültesinden Pedagoji ve Öğretmenlik Meslek Eğitimi almıştım. Çocukların yaş gruplarına göre davranışlarını ve ihtiyaçlarını biliyorum, kitaplarımda da çok faydasını gördüm.
Çocuk kitapları yazanların bana göre mutlaka pedagoji eğitimi almaları gerektiğini düşünüyorum. Herkes çocuk kitabı yazmamalı.
Bu şuna benziyor, avukat doktorluk yapamaz. Dişçi otomobil dizayn edemez. Önüne gelen ne çocukların hangi yaş aralıklarında nasıl tepkiler gösterdiğinden haberi var ne de çocuğun gelişiminden ama kalkıyor çocuklara kitap yazıyor.
Çocukların zihinleri ekilmemiş boş tarlalardır. Ne ekersek küçüklüklerinde onu göreceğiz büyüdüklerinde.
Öyle yazılan her kitap, çocuklara uygun değildir. En çok özen göstermemiz gereken grup çocuklarken, hiç özen gösterilmeden büyütülenler de yine çocuklar maalesef.
“Güneş Tente Doğar mı?” Romanınızda aşk ve iç hesaplaşmaları anlatıyorsunuz. İç hesaplaşmalardan biraz bahseder misiniz? Sizinde iç hesaplaşmalarınız oluyor mu?
Yetişkinlere yazdığım kitaplar, gerçek hayatların yansımalarıdır. Senelerce ağır tramvalar yaşayan kadınlarla iç içe olunca o hayatlar kitaplarıma da yansıyor. Kadınların ruhları ve yürekleri ne kadar narinse, yüzlerce yıldır hayat o kadar acımasız ki kadınlara karşı maalesef ve bu da kitaplarıma yansıyor.
Diğer sorunuza cevabım ise, evet benim de iç hesaplaşmalarım oluyor. Yaşadığım her olumsuz olayda önce kendimle yapıyorum muhakememi sonra karşımdakilere geçiyorum.
“Gölge” Romanınızda ise ruh eşini arayanları konu ediyorsunuz. Her insan ruh eşini arar mı? Veya ruh eşini bulamayan insanlar mutlu olamaz mı?
Her şey zıttıyla bütündür. Bu yüzden kadın zıttı olan erkeği, erkek de aynı şekilde kadını arar tam olmak için tamamlanmak için. Bu aranılan işte ruh eşi oluyor. Ruh eşi, kendini tamamlanmış hissettiğindir.
Mutsuzluk, günümüzün en popüler konusu! Zamanın yoğun temposu, sosyal medyalar, iletişimsizlik herkesi büyük yalnızlıklara itiyor ve yoğun mutsuzluklar yaratıyor.
Kısaca mutlu olamıyoruz, ruh eşimi arıyorum derken aslında mutlu olacağımız anı ve kişiyi arıyoruz.
Atatürk ile ilgili seri kitaplarınız var, yurt içi ve yurt dışında karşılaştığı ilgi, aldığınız tepkileri anlatırmısınız?
Bu topraklarda bir kadın olarak dimdik ayakta durabiliyorsam bunu Mustafa Kemal Atatürk’e borçluyum. Bana göre kadın konusunda devrim yapan iki erkek var; Birisi geniş bir coğrafyada kadınların üzerindeki korkunç baskının birazcık azaltılmasını sağlayan Hz. Muhammed diğeri ise Türkiye’de birçok Avrupa ülkesinden çok daha önce kadınlara haklarının verilmesini sağlayan Mustafa Kemal Atatürk’tür.
Bu derece etkili radikal kararlar alan başka isim var mı?
Maalesef yok!
Bu yüzden çocuklara öykü içinde bir öykü kahramanı olarak Kurtuluş mücadelesini anlattım. 2017 yılında okurla buluştu. Çok ilgi gördü. Okuyanların yazdıkları yorumları beni inanılmaz mutlu etti.
Benden sonra bazı ünlü kişiler ve gazeteciler de hemen Atatürk ve çocuk serileri çıkarmaya başladı ve ben bunu şöyle yorumladım; sen zaten ünlüsün Atatürk adını kullanmaya ihtiyacın mı var?
Atatürk ve çocuk, ünlü adıyla birleşince satıyor, o kitaplar sadece yayınevine ve yazarına para kazandırdı, çocuklara ne öğretti, hangi bilgileri kazandırdı?
Popüler akıma kendini kaptıranlara hem kızıyorum hem üzülüyorum. Ben bir öykü anlattım, sizler tarih kitaplarından kopyala süsle yapıştır yaptınız ve para kazandınız.
Atatürk’le ilgili bir çalışma yapılacaksa eğer, Atatürk adını onore etmeli, birilerini Atatürk ismiyle zengin etmemeli.
Atatürk adının üzerinden prim yapanlara inanılmaz öfkeliyim. Ben öykülerimi sessiz sedasız çocuklara ulaştırdım. Atatürk’ün adından faydalanıyor demesinler diye reklam bile vermezken ünlü gazeteciler boy boy reklamlarla para kazandılar.
Bizim gelecek kuşaklara; Atatürk nasıl yaşadı, hangi okula gitti gibi klişe şeyleri değil Atatürk’ün mantığını, düşünce tarzını, yenilikler yapma, mücadele etme ruhunu anlatmalıyız. Bir devlet kurma aşamalarını anlatmalıyız.
Kaç kitap bunu anlatıyor? Benim çocuklara yazdığım Atatürk öykülerimi bir okusunlar ve ne anlattığımı görsünler isterim.
“Yarım Kalan Hikâye” Kitabınız çok duygusal olmalı ve sorumluluk gereği bir görevi yerine getirmiş gibi olmalısınız. Kitabınızın yazma sürecini ve kitabın kahramanını ve sizin içerisinde bulunduğunuz duygularınız nelerdir?
Yarım Kalan Hikâye, bana ilahi sistemin göreviydi. 11 yaşında lösemiye yakalanıp 10 gün içinde ölen Büşra kızımızın tek hayali yazar olmakmış. Tesadüfen vefatını öğrenip Kadın Çalışmaları Başkanı olarak başsağlığı ziyaretine gittiğimde babası kızının hayalini söyleyince benim neden orada olduğumu anladım ve yarım bıraktığı kendisinin yazdığı öyküyü tamamladım, Büşra’nın da yaşamını anlattığım kitabı yazdım. Ailesi, kitaptan gelen gelirle Büşra’nın adını yaşatacak çok güzel işler yaptı.
İşin ilginç yanı Büşra’nın defterini açtığımda gördüklerimdi. Büşra ile hiç tanışmadım ve benim fotoğrafımı dahi görmemiş bir çocuk olmasına rağmen okul defterine beni çizmiş. Turuncu uzun saçlarımın arasında sarı saçım vardı o yıllarda. Aynı saçı çizmiş.
Büşra, yarım bıraktığı hayalini benim tamamlayacağımı biliyormuş.
Şimdi daha büyük ve geniş bir çalışma hazırlıyorum. Kitabını yeniden basacağız.
Ve “İzci Kampı” Çocukların bu kitaba ilgisi nasıl oldu?
İzciliği sevdirmek için kurulan bir derneğe hazırladım. Küçük izcilerin kampta yaşadıklarını ve izciliği kurallarını macera içinde anlattım. Çok beğenildi.
Bu iki proje benim insanlığa çocuklara armağınımdır. Hiçbir maddi karşılık almadan hazırladığım maneviyatta beni huzura kavuşturan kitaplardır.
Çocuklara armağanımdır.
Şu ünlü yazarları da alalım sahneye, hiçbir karşılık ve menfaat beklemeden bir şeyler yazsınlar insanlığa armağan bıraksınlar.
Kalemin de zekâtı vardır. Herkes zekâtı para vermek sanır oysa zekânın da, bilginin de zekâtı vardır.
Kaç kişi ödüyor?
Kaç kişi karşılık beklemeden bir şeyler yapıyor?
Kaç doktor ayda üç hastayı ücretsiz bakıyor?
Kaç avukat, parasız birini savunuyor?
Bunlar hep zekâttır.
Hayatta her şey para değildir.
Beynimde her an yazmak, yazmak, yazmak var…
Ünlüler kitap yazar bol bol para kazanır diyen Atasoy “Bir kitap yazmakla YAZAR olunmaz, yazan olunur” diyerek ciddi bir konuya işaret ediyor ve yazarlığı tartışmaya açıyor. Oysa nice ünlü olmayan yazarların yazdıkları içerik olarak çok ve değerlidir. Önemli olan ünlü veya ünsüz yazarların yazdıkları topluma ne verdiği değilmidir? Sizce hangisi değerlidir?
Yazarlığa yolculuk atölyesindeki çalışmalarınız ne gibi sonuçlar veriyor?
Yazmak, kişinin kendine yaptığı yolculuktur aslında. Herkes içinde birikenleri yazarak boşaltmak istiyor. Yazar olmakla yazan olmanın arasındaki farkı anlatıyorum.
Bir kitap yazmakla YAZAR olunmaz, yazan olunur sadece veya kitabınız birkaç yıl sonra okunacak kişiye katkı sağlayacak değer taşımıyorsa yine yazan olursunuz. Popüler kitapların kaç tanesi yıllarca okunuyor?
Bazı kitaplar sessiz sedasız yıllarca okunur.
Yazarla yazan arasındaki farkları, yazmanın tekniklerini, okurun karakterini anlatıyorum ve benim atölye çalışmalarıma katılanlar, diğer atölyelerden farklı olduğunu çok bilgi edindiklerini söylüyorlar.
Çok güzel geri dönüşler alıyorum.
Ya, Arkeolog olarak da çalışmalarda bulundunuz. Size göre bu konunun önemi nedir? Bu çalışmalar içerisinde nelerle karşılaştınız? Unutamayacağınız anılarınız var mı?
Arkeoloji başlı başına anlatılması gereken bir olay. Türkiye, arkeolojik açıdan hazine değerinde. Şimdi bir arkeolog olarak yaşadığımız olayların da içinde olduğu keyifli bir kitap hazırlıyorum. Hem yazar olmak hem arkeolog olmak öyleyse arkeoloji ile ilgili bir kitap yazmak bana düşer dedim ve başladım. Unutamayacağım anıları da kitaba koyuyorum. Hazırladığım kitapta çok anılarım olacak.
Atatürk’ün Samsun’a çıkmış olması ve sizinde hayat yolculuğunuzun Samsun’da başlamasını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Mesaj gibi geliyor bana. Vardır bir sebebi bence. Kurtuluş mücadelesinin başladığı, güneşin doğduğu şehrin insanı olmak benim için büyük gurur. O mücadele ruhu bana da geçmiş. Türkiye çok kıymetli, Anadolu binlerce yılın sırlarıyla dolu çok değerli bir bölge. Şimdi anlatmaya kalkışsam sizin sayfalarınızı işgal edebilirim. Öyle şeyler var ki anlatacak, benim ülkem çok kıymetli çok. Bu bilinsin yeter!
Yazar Semra Atasoy’un beyninde sürekli her an kitap yazma düşüncesi var mı? Ya da başka şeyler mi düşünüyor?
Gerçekten her an kitap yazma projesi var. Her an not alırım, sanırım ömrümün sonuna dek yazacak konularım var.
Burcunuzla karekteriniz örtüşüyor mu?
Burcum Kova ve evet tam bu burcun insanıyım. Yakınlarım çılgın olduğumu bilirler. İçimde çılgın fikirler uçuşurken ben herkese sakin yüzümü gösteriyorum. Herkesin tanıdığı Semra ile, yakınlarımın tanıdığı Semra birbirinden çok farklıdır. Ben deliyim, toplum sevdalısıyım. Bireysel olarak tek tek insanlar için çabalamaktansa tüm toplumu etkileyecek çalışmalar yapmayı seviyorum. Belki bu yüzden yazıyorum.
Benim tek derdim gelecek zamanlar! Yazdığım tüm kitaplarım binlerce yıl geçmişten, yüzlerce yıl geleceğe aktarılan mesajlarla dolu.
Hobileriniz var mı?
Yazmak yazmak yazmak!
Balkan kökenlerim yüzünden mutfakta da hamur işleri yapmayı severim. Boya yapmayı, evde tadilat yapıp bir şeyleri değiştirmeyi severim. Ben pek sabit durabilen biri değilim. Yeğenim beni Jetgiller çizgi filmindeki robot hizmetçiye benzetirdi. Sürekli hareket halinde ev işleri, yemek, kitap yazmak, sosyal çalışmalarım acayip yoğun bir tempo.
Şu Corona sebebiyle biraz durdum fakat bu kez de eve sardım. Sürekli bir şeyler boyuyorum.
Yemeklerle aranız nasıl? En iyi yaptığınız yemekler hangileridir?
İyi yemek yaparım. Misafir ağırlamayı severim ve bizim evimizden yemek yemeden çıkamaz misafir. Geleneklerimiz böyle. En zor yemekleri dahi yaparım.
En sevdiğim ise tatlıya olan düşkünlüğüm sebebiyle un helvasıdır.
Son olarak eklemek istedikleriniz var mı?
Hayat uzun bir yolculukmuş gibi gelse de aslında dünya yüzeyinde ilahi kitaplara göre üç dakika kalıyoruz. Anda yavaşlatılmış zaman simülasyonu içinde tekâmülümüzü gerçekleştiriyoruz. Evrensel yasalara göre tüm canlıların yaşama hakkına saygı duymalıyız. Bunu yaptığımızda zaten tüm kutsal kitapların emri olan iyi insan olmayı başaracağız.
İnsan en vahşi ve acımasız varlık oldu maalesef, bir an önce Allah’ın nefesinden ruhumuza üflediğini ve özümüzü hatırlamalıyız. Yaşayacağımız kısacık ömür için dünyayı cehenneme çevirmeye değmez.
İnsan insana yük olmamalı şu dünyada, yol olmalı yol arkadaşı olmalı, mutluluk olmalı.
Kitaplarımı okuyanlar diğer kitaplardan farklı olduklarını anlayacaklar. İddialı değilim yalnızca gerçek hayatın içinden ve gelecekten yazıyorum. Arkeolog olduğum için de 450 bin yıl öncesinden gelen aşkı günümüze taşıyorum.
Benim kitaplarım sırlarla ve gelecekte açılacak olan mesajlarla doludur. Sizler bir aşk romanı okuduğunuzu zannedersiniz fakat zaman ne okuduğunuzu size anlatır.
Bu keyifli röportaj için çok teşekkür ediyorum. Var olan tüm her şeyi seviyorum sahibinden ötürü, herkese sevgilerimle…
Semra Atasoy
Samsun’da doğdu. Samsun, 50.Yıl İlköğretim Okulu ve 19 Mayıs Lisesi’nde okudu.
Ankara Üniversitesi Dil Tarih Coğrafya Fakültesi Arkeoloji Bölümü’nden mezun oldu. Arkeolog unvanı aldı.
Mesleği ile ilgili çeşitli kazılara, yüzey araştırmalarına ve seminerlere katıldı.
Öğretmenlik yapabilmek için Gazi Üniversitesi Eğitim Fakültesinden Pedagoji eğitimi aldı.
Bir oğlu ve bir kızı var.
Birçok şehirde yaşadı; buralarda kadınların ve çocukların yaşam koşullarını gözlemleme olanağı buldu.
Birçok sivil toplum kuruluşu üyesidir.
2015-2019 Dönem Beylikdüzü Kent Konseyi Kadın Meclisi Başkanlığına seçildi ve kadınlarla çocuklarla ilgili birçok projeye başarıyla imza attı. Cinsel istismar ve şiddetle ilgili seminerler eğitimler verdi, kadın ve kız çocuklarını bu konuda bilinçlendirmeye çalıştı.
2019-2021 Dönemi SAMDEF (Samsun Sivil Toplum Kuruluşları Federasyonu) Yönetim Kurulu üyeliği yapmaktadır.
19 Mayıs Vakfı Yönetim Kurulu üyesidir.
Milli Eğitim Bakanlığının “Yazarlar Okullarda” projesi kapsamında birçok okulda çocuklarla yazarlık ve kitaplar üzerine söyleşiler yapmaktadır.
Adalet Bakanlığından alınan özel izinle İstanbul Maltepe Çocuk ve Gençlik Cezaevinde de mahkûm çocuklarla söyleşi yaptı.
Çeşitli dergilerde ve gazetelerde kadınları bilinçlendirmeye yönelik köşe yazıları yazdı; hâlen yazmaya devam etmektedir.
Çocuklara olan sevgisi yüzünden çocuk hikâyeleri yazmaya başladı.
“Sandıktaki Sır” adlı çocuk öykü kitabı yayınlandı. Bu öykü kitabında, çocukları arkeolojik ve tarihi değeri olan alanlarda bir sır peşinde dolaşırken anlattı.
“Korkusuz Pilot” adlı çocuk öykü kitabı yayınlandı. Çocukların okulda yaşadıkları maceralardan oluşan kısa öyküleri bu kitabında bir araya getirdi.
“Hayal Dünyası Gezginleri” adlı çocuk öykü kitabında, ormanda kaybolan çocukların yaşadığı maceraları anlattı.
“Kayıp Yakut Taşı” adlı çocuk öykü kitabında, arkeolojik kazı esnasında kaçırılan bir tarihi eseri ve çocukların yaşadığı maceraları anlattı.
“Uzaya Yolculuk” adlı çocuk öykü kitabında, uzay gemisine gizlice binen çocukların maceralarını anlattı.
“Hayalet Savaşçıları” adlı çocuk öykü kitabında hayal gücünün insanı nelere inandırabileceğini anlattı.
“Uçan Balonlar” adlı şiir kitabı ise, belirli gün ve haftalarla ilgili kendi yazdığı çocuk şiirleridir.
“Can ile Sude Macera Peşinde” adlı okumayı yeni öğrenen çocuklara değerlerimizi anlatan beş öyküden oluşan okuma setidir.
“İsis’in Tılsımı” zaman boyutları içinde kaybolan çocukların maceralarını anlattı.
“Güneş TENDE Doğar mı?” adlı yetişkinler için yazdığı romanında ise bir aşk üçgeninde kalan kadının yaşadığı acılardan kaçtığı Mardin’de, kendini bulma yolunda yaşadığı iç hesaplaşmaları ve Mevlana öğretileri ile ulaştığı aydınlığı anlattı.
“Gölge” adlı romanında ruh eşini arayanları anlattı.
“Atatürk’ü Gördüm” adlı çocuk öykü kitabında Atatürk ile öykü kahramanı Poyraz’ın geçmiş ve günümüz arasında yaşanılanları birbirlerine anlattıkları çocuk öyküsüdür.
“Ödevimiz Anıtkabir” Çocuk öykü kitabında Dört Çılgın Arkadaş Ödev Peşinde yaşadıkları macera anlatılmaktadır.
“Öğrencinin Hedefe Varış Defteri” Öğrencilerin motivasyonunu arttıran hedef cümlelerin olduğu çalışma defteridir.
Beş ayrı kitaptan oluşan Atatürk serisinde çocuklara Atatürk’ü öykülerde anlattı ve tüm dünyada satışa çıktı. Ayrıca çocuklarla ATATÜRK’Ü ANLAMAK konulu atölye çalışmaları yaptı ve halen yapmaya devam etmektedir.
“Yarım Kalan Hikâye,” bir sosyal sorumluluk projesi olarak hazırladığı kitap, lösemi hastalığından 11 yaşında ölen ve tek hayali yazar olmak olan Büşra’nın hayalini vefatından sonra ailesinden aldığı izinle gerçekleştirdi. Büşra’nın yarım bıraktığı öyküyü tamamlayarak, okuyanları lösemiye karşı bilinçlendirmeyi hedefledi ve çocuklara hayallerinden vazgeçmemeyi anlattı.
“İzci Kampı” ise sosyal sorumluluk projesi olarak hazırladığı diğer kitap oldu. Bu Kitabı BİDOSK Beylikdüzü İzci Derneği’ne destek olmak ve çocuklara İzciliği sevdirmek amacıyla dernek için yazdı.
Birçok atölye çalışmalarıyla birlikte YAZARLIĞA YOLCULUK ATÖLYESİ de yapmaktadır. Bu Atölyede yazmanın ve yazarlığın ayrıntılarda gizli sırlarını, nefes teknikleri ve kişisel gelişim eğitimleriyle harmanlayarak bir kitabın ilk cümlesinden yayınevine gidiş sürecini anlatmaktadır.
NLP, Kişisel Gelişim, Yönetici ve Liderlik, Motivasyon, Öğrenci Koçluğu ve Yaşam Koçluğu uzman eğitmen sertifikalarına sahiptir.