Geceden yağan yağmur damlalarıyla bezenmiş dalları yolun iki yanını kaplardı, baharda yemyeşil sonbaharda sarının bin tonu kışın sadece kuru dallar zaman zaman da bembeyaz bir tünel gibiydi okulumun yolu.
Yolun sonunda küçük bir meydana kurulmuş gibi oturan kocaman bir çiklembik ağacı ve o çok korktuğum kazlar karşılardı bizi her sabah, akşamüstü de uğurlardı. Sinirlenmiş bir kaza rastladınız mı bilmem, şu an bile korkarım onlardan.
Çiklembik; Küçük,siyah top top kalın kabuklu az etli ama tatlı bir meyvedir, bu gün çok az kişinin bildiği. Geçenlerde göztepe parkının caddeye doğru çıkan yolun kenarında rastladım küçük çiklembik ağaçlarına, yere düşen meyvelerinden attım ağzıma ve o anda oniki sene gittiğim okulumun yolu belirdi gözlerimin önünde ve simsiyah 1960 model bir Dodge araba, hani orta sırası dar ve kapanan koltukları olan. Normalde sekiz kişilik arabaya oniki çocuk ve bir öğretmen; Samiye öğretmen, oldukça da kiloluydu, nasıl sığardık o arabaya anlaşılır gibi değil.
Samiye öğretmen Moda da otururdu cumbaları ferforje olan bir evde. Kırmızı yanaklı kocaman mavi gözleri vardı. Zaman zaman çok sert, çoğu zaman da bizden daha çocuk gibi davranırdı. Bir çocuğu daha çok sever bizi kıskandırırdı. Korkardık ondan ama aynı zamanda da çok severdik ki yüzü hala gözlerimin önünde çok taze. O benim hiç öğretmenim olmadı ama serviste senelerce beraberdik. Liseyi bitirdikten sonra onu ziyarete gitmiştim, artık emekli olmuş ve daha da çok şişmanlamıştı.
İlk okul öğretmenleri asla unutulmaz.
Orta okul ve lise öğretmenleri ise size ne kadar dokunduysa o kadar kalır akılda.
Biyoloji öğretmenim, benim en sevdiğim ders olduğundan 9 numara aldığımda üzüldüğüm ve niye dokuz aldım diye sorduğum bir dersti çünkü, bir de Türkçe öğretmenim Şefik Can bey.
Şefik Can bey aslında Mitoloji kitapları olan bir araştırmacıydı ama aynı zamanda da çok iyi bir eğitimciydi.
Okumak ve yazmakla olan ilişkimi ona borçluyum.
Şöyle derdi Şefik hoca; “ çocuklar mutlaka bir akıl defteriniz olsun yanınızda, düşündüklerinizi, okuduğunuz kitaplardan beğendiğiniz alıntıları, beğendiğiniz şiirleri, zaman zaman anılarınızı yazdığınız”
Evet; o akıl defterlerim hep oldu benim ortaokuldan bu yana. Bir kitap okuduğumda hep yanımdadırlar. Çok üzüldüğümde, sevindiğimde o anı yazmak sağaltır beynimi.
Tazeliğinde yazmak; sonra okunduğunda o ana dönmektir.
Tazeyken yazmazsan bir çeşit kurmacaya dönüşür anılar, sonradan okunduğunda o ana değil düşündüklerine dönersin.
Bir çeşit beyin akışıdır o ve sadece o ana aittir.
“ akıl defteri” bir çeşit “Bellektir”.
Bu gün, bir kütüphane rafı kadar defterim var. Zaman zaman onları açıp okuduğumda zamanın içinde bir yolculuğa girerim. Zaman zaman hüzünlü, zaman zaman neşeli. Ne kadar taze yazılmışsa o kadar kolay gelir o ana ait duygular, kokular, resimler gözümün önüne.
“eski defterleri karıştırma” diye olumsuz gibi duyulan bir cümle kullanılır bazen.
Bence eski defterler hep karıştırılmalı.
Karıştırılmalı ki zamanın içinde, o hain akışta kaybolmayalım. Kaybolmayalım ki bu günün farkındalığında düşünelim.
Düşünmeyi bırakmayalım!
Gurbet yıllarımda çok mektup yazdım, anneme, sevgiliye, arkadaşa. Hepsi duruyor. Anneme yazdıklarımı bir daha okuyamadım.
Belki bir gün okurum ya da okumadan onları en az benim kadar özenle saklayacak ve de belki onlardan başka bir şey yaratacak bir arkadaşıma daha doğrusu çok sevdiğim aklına güvendiğim birine vereceğim yakın zamanda.
Hani demişler ya “ söz uçar, yazı kalır”, işte tam bu nedenle.
Herkes biricik ve tektir.
Her yaşam da biricik ve tek.
Önemliyiz, çünkü bu köhne dünyada bir zaman geçirmişiz, zamanımızı bir akışa terk etmemek için bir “akıl defteri” edinin bence bir an önce.
Ve hep o eski defterleri karıştırın.
İnanın daha kolay tahammül edeceksiniz bu dünyaya ya da işiniz daha da zorlaşacak düşündükçe!
Bilmem, bu sizin yolunuz…