Şüpheli kadın ölümlerinde ciddi bir artış söz konusudur.
Oysa kadınların toplumdaki yeri ve saygınlığı medeniyetin göstergesidir.
Kadına yönelik şiddet, “kadının elinden yaşama hakkının, onurunun, güvenliğinin, özgürlüğünün ve bedensel bütünlüğünün, sırf kadın olduğu için alınması durumu” olarak tanımlanmaktadır.
Kadınlar aile içinde kendilerinden fiziksel olarak güçlü olan erkekler tarafından farklı şiddet türlerine maruz kalırken, erkeklerin şiddet uygulama nedenleri genellikle kadını kontrol etmek, cezalandırmak, korkutmak, kadına karşı güç gösterisinde bulunmak ve baskı kurmak gibi farklı nedenler sıralanmaktadır.
Kadın cinayetlerinin işlenmesinde belki de önemli unsurlarından biri, ateşli silah sahibi olmanın yaygın olmasıdır.
Bu nedenle ateşli silah sahibi olmak zorlaştırılmalı, özellikle geçmiş suç öyküsü olan bireylerin ateşli silaha ulaşımın kısıtlanması, alınacak önemli tedbirler arasında olmalıdır.
Kadın haklarının yanı sıra temelde insan haklarının ihlali olan bu konuda kadın erkek eşitsizliğinin önüne geçilebilmesi için şiddete maruz kalan bireylerin başvurabileceği hukuki yolların farkındalığına ek olarak, psikolojik destek alabilecekleri kurumlara dair farkındalıklarının arttırılması gerektiği önemli bir unsurdur.
Bu noktada ruh sağlığı çalışanlarına önemli görevler düşmektedir.
Ruh sağlığı çalışanının öncelikle ülkemizde kadına yönelik aile içi şiddetin yaygınlığının ve bunun kadın cinayetleri için önemli bir risk faktörü olduğunun farkında olması gerekmektedir.
Psikolojik yardım sürecinde şiddet yaşantısından söz edilmese bile hem kadın, hem erkek danışanın şiddet mağduru ya da uygulayıcısı risk grubunda olup olmadığının değerlendirilmesi ve bu bağlamda bilgi almaya açık olması gerekmektedir.
Eğer kadın, şiddet mağduru ise atabileceği hukuki adımlar konusunda ruh sağlığı çalışanının bilgi sahibi olması ve bu süreçte ona psikolojik yardım sağlamaya devam etmesi önemli olduğu gibi, aile içi şiddet varsa, evde silah olup olmadığının sorgulanması ve bunun olası riskleri hakkında da bilgilendirme yapılması gerekmektedir.
Bütün bu nedenlerden dolayı kadına uygulanan fiziksel, psikolojik, sözlü, kısacası şiddetin her türlüsüne karşı durarak, insanlığa ihanet olan “KADINA ŞİDDETE HAYIR!” diyoruz.
Kadına yönelik şiddetle mücadelede İstanbul Sözleşmesi hayati bir rehberken, Türkiye’nin İstanbul Sözleşmesi’nden çekilmesi bu mücadeleye ciddi anlamda zarar vermiştir.
Tam da yazımın bu bölümünde saygı ile andığımız ve öngörüleri ile farkındalık yaratan Aziz Nesin’in çok yerinde olan şu sözü aklıma geldi: “Şiddet gören kadınları sığınma evlerine kapatmak yerine, şiddet uygulayan sığırları hayvan barınaklarına kapatın.”
Kadınlara tarih boyunca ikinci sınıf muamelesi yapılmıştır çünkü insanlık tarihinin çoğunda çocukların 2/3‘ü yetişkinliğe ulaşmadan ölmüş, bir kadının türün devamı için 6-9 çocuğu olması gerekiyordu.
O kadar çok çocuğa bakmanın ve onları beslemenin tek yolu, bu kadar çok yiyecek yetiştirebilen, yakalayabilen, bulabilen bir adamla eşleşmekti.
Kocası ölen ve işleri devralabilecek bir oğlu olmayan bir kadın, genellikle miras sırasındaki bir sonraki erkeğin himayesine alınır veya yemek-temizlik-el işi yapamadığı, çocuk yetiştiremediği, su getiremediği ve herkesi beslemeye yetecek kadar bahçecilik, tahıl hasadı, balıkçılık yapamadığı için bir hayır kurumuna devredilirdi.
Kadınların eşit statüsü, onlara erkeklere göre eşit ekonomik çıktı sağlayan sanayi devrimiyle başlamıştır.
Sanayileşmenin yayılmasına izin veren aynı bilimsel gelişmeler, kadınların daha az çocuk sahibi olmalarına rağmen iki veya daha fazla çocuk yetiştirmelerine olanak verecek şekilde sağlık ve temizlik koşullarını iyileştirmiştir.
1800‘lerden 1900‘lerin başına kadar olan dönemdeki nüfus patlaması, sanıldığı gibi kadınların daha fazla çocuk sahibi olmasından kaynaklanmıyordu; çocuk ölüm oranları yarı yarıya veya daha fazla düşerken aile büyüklüğünün çok daha yavaş azalmasından kaynaklanıyordu.
Kadınlar bir zamanlar sadece bir veya iki çocuk sahibi olabiliyor ve onları büyütebileceklerinden emin olabiliyorlardı.
Artık kadınlar da erkeklerle (ortalama olarak) eşit derecede kamusal bir hayat düşünmeye başlayabilirlerdi.
Aksi takdirde, gün içinde kullanmak üzere bir veya iki saat su taşıdıktan sonra, elektriksiz bir dünyada her öğünü hazırlamak için iki saat harcarken, aynı anda üç çocukla evde olmaya mahkûmdu kadın.
Hoş, günümüzde her ne kadar teknolojinin nimetlerinden faydalanıyor olsak da bu tür yoksun ve yoksulluk içinde hayatını sürdürmeye çalışan kadınların sayısı azımsanmayacak ölçüdedir.
…ve halen tarım işçisi kadın, mülteci kadın ve kız çocukları hem ayırımcılığın hem de emek sömürüsünün muhatabı olmaktadır.
Kadınlar, salt annelik görevi ile eve hapsedilmek istenmektedir.
Unutulmamalıdır ki toplumda kadının rolü bizim insanı gelişmişliğimizin göstergesidir. Kadına şiddet, insanlığın insanlık bakımından sınıfta kaldığının işareti olup gayri insani bir davranıştır.
Hiçbir kadın;
- Eksik etek,
- Elinin hamuruyla erkek işine karışma!
- Erkek gibi cesur (erkeğe yakışan sıfatlar) Maşallah!
- Kadının sırtından sopayı, karnından sıpayı eksik etmeyeceksin,
- Kaşık düşmanı,
- Karı gibi (sırıtmak, gülmek, konuşmak, yürümek, saçını uzatmak, giyinmek vb.),
- Kız gibi (yepyeni, taze, henüz ellenmemiş, bozulmamış vb. anlamına),
- Saçı uzun aklı kısa toplumsal algının bir çıktısı haline gelen tanımlamalar hak etmez ve en başta bu algı değiştirilmelidir.
…devam edecek