Savaşıyorum
tedavülden çoktan kalkmış değerlerin uğrunda.
Don Kişot bile gülüyor halime.
Çoktan kaybedilmiş bir savaşta
Bir siperin arkasında yalnızım.
Cephanem yetmiyor,
Onca insana bu değerleri anımsatmaya.
Vefa vardı bir zamanlar, sevgiler geçici değildi. Unutmazdı insanlar çabucak sevdiğini iddia ettikleri kişileri. Bağlı olurlardı sevdiklerine, saman alevi gibi geçici değildi ilişkiler. Biten bir ilişkiden sonra bir yas dönemi yaşardı çiftler, ikici günde yeni bir ilişkinin kollarına atılmazlardı. Vefa vardı, İnsanlar inkâr etmezlerdi zamanında onlara iyilik yapan insanları, o bağlılık duygusuyla zamanı geldiğinde onlar da yardımcı olanların destekçisi olurlardı. Yok oldu hep bu değerler bir bir.
İnsanlar dinlerdi dostlarının; arkadaşlarının dertlerini, tasalarını. Çözüm bulmaya çalışırlardı. Sözde dostlar gibi; yani zamane dostları gibi, tasasını paylaşanların dertlerini dinlememek için “Psikoloğum negatif enerji veren durumlardan uzak durmamı tavsiye etti. Yardımcı olamayacağım” demezlerdi. “Özür dilemek” vardı. Birisi hata yapıp birini kırdığında pişmanlığını özür dileyerek belirtildi. Umursamaz olmazdı; herkes her olayda kendisini haklı görmezdi, hatasının üstüne yatmazdı, yağ gibi üste çıkmazdı. Merhamet vardı insanların yüreğinde. İnsanlar sadece kendilerinin mutluluklarını değil, diğerlerinin mutluluğunu da önemserlerdi. Çünkü sevginin göstergesi buydu. Bencillik hoş görülmeyen bir değerdi. Şimdi “önce kendini düşün” sloganı kural oldu. Sevgi dedim ya işte o da tedavülden kalkan değerlerden biri. Sevgi deformasyona uğramış ve genel geçer sevgi tanımından çok farklı bir şekilde yaşanıyor ve anlaşılıyor günümüzde. Neredeyse herkes narsist ve herkes en çok kendini seviyor. Kendisini sevmesi, sevgi sonsuzken diğerlerini de sevmesine engel değil oysa. Önce çıkarlar geliyor. Örneğin bir sivil toplum kuruluşu adına proje geliştirsen, birinden yardım istesen, iyilik rica etsen ilk olarak bu işte benim çıkarım ne olacak diye soruluyor. Karşılıksız kimse kimseye destek olmuyor, yardım etmiyor.
Böylesi bir dünyada benim gibi insanların nefes alanı daralıyor. Hayal kırıklıkları birbiri ardına yaşanıyor. Bozulmadan; yozlaşmadan, yaşayan insanların sayısı azalıyor. Umursamazlık içindeki insanlar sadece kendilerini düşünerek, maddi kazanımlarını ençoklama derdindeler. Kapitalizmin acımasız çarklarında değerler un ufak oluyor. Daha önceki kapitalist dönemlerden çok daha acımasız bu çarklıların dişlileri. Sosyal adaletin olmadığı, milyonların açlık sınırında yaşadığı bu dönemde, buna itiraz eden kuvvetli örgütlü güçler yok. Bu duruma isyanlar olmadıkça; artık inancını ve direniş umudunu kaybetmiş milyonlar, kaderlerine mahkûm olmayı kabulleniyor. Değerlerden bahsederken merhamet demiştim. İnsanı insan yapan empati yaparak başka birinin acısına ortak olmaktır. Ne bizi yönetenlerin, ne de ülke gelirinin %90’na sahip %10’lik hiper zengin kesimin bizi insan yapan bu değerlerden nasibini aldığına inanıyorum. Büyük bir yozlaşma içinde toplumu bir arada tutan bağlar gevşiyor ve her geçen gün bu durum artarak devam ediyor.
Vicdanın yokluğunda yaptıklarını sorgulayan insanlar da yok oluyor. İyi-kötü terazisi hep kötüden yana ağır bassa da kişiye doğruyu ve iyiyi yapma yükümünü yükleyen içsel güç, yani “vicdan”nın yokluğunda her şey değersizleşiyor. Vicdansızlığın hâkim olduğu, maddi çıkarların ve beklentilerin el üstünde tutulduğu, vicdani değerlerin hasıraltı edildiği etikten yoksun bir toplumda vicdanın tanımında yer alan “kişiyi kendi davranışlarıyla ilgili olarak bir yargıda bulunmaya yönelten, kişinin kendi ahlak değerleri üzerinde dolaysız ve kendiliğinden yargılama yapmasını sağlayan, kişiye doğruyu ve iyiyi yapma yükümünü de yükleyen içsel güç” de yok oluyor.
Gidişat gösteriyor.
Biliyorum ki yarınımız bugünümüzü de aratacak.