İlişkiler… Sadece iki insanın birbirini sevmesiyle mi yürür? Keşke o kadar basit olsa! Ama çok çızgisel ve “sonsuza dek mutlu” hikâyeler genellikle peri masallarına mahsus. Gerçek hayatta ise duygusal bağlarımızın alt metninde sosyo-ekopolitik yapıların büyük etkisi var. Kiminle, ne zaman, nasıl ve hatta neden bir ilişki yaşadığımız, ekonomi ve politika gibi “büyük” konuların gölgesinde şekilleniyor.
Ekonominin Tılsımı Bozan Yüzü: Şu klasik espriyi bilirsiniz: “Sevgilinizi tanımanın en iyi yolu, birlikte seyahate çıkmak.” Ama yeni dönemde bir ekleme yapmak gerek: “Ve bütçenizi hesaplarken tartışmak.” İlişkilerdeki büyük tartışma konularının %70’i maddiyat üzerine; bu, bilimsel olarak kanıtlanmış bir oran! Ekonomik krizler, artan enflasyon ve geçim derdi, partnerlerin birbirine olan sabrını test ederken “Beni seviyor mu, yoksa elektrik faturama mı aşık?” sorusunu da beraberinde getiriyor.
Özellikle Türkiye’de son dönemde evlenme oranlarının düşmesi, bu bağlamda oldukça anlamlı. Yükselen kira fiyatları, artan düğün masrafları ve belirsiz ekonomik koşullar, “Önce iş, sonra aşk” dedirtiyor. Birlikte yaşama karışı artan talep ise geleneksel normlara meydan okuyor, fakat bu da kendi içinde toplumsal bir stres kaynağı yaratıyor.
Politik Farklılıkların Çığkışlı Sesleri Siyaset, ilişkilerde bir tabu gibiydi eskiden. “Aman, siyaset konuşmayalım.” Ama günümüzde bu tabu, masanın tam ortasında oturuyor. Türkiye gibi kutuplaşmış toplumlarda, çiftlerin aynı ideolojiyi paylaşmıyor olması, ilişkinin dengelerini sarsabiliyor. Siyaset konusundaki farklılıklar, tıpkı “Bulaşıkları kim yıkayacak?” meselesi gibi çözülmesi gereken günlük bir problem haline geliyor.
Bir taraf daha geleneksel değerlere yakınken diğer taraf daha modern bir yaklaşım benimsiyorsa, bu durum sadece siyasi tartışmalarını değil, ailenin ilişkiye bakışına da yansıyor. Bu da “aile baskısı” ve “toplumsal yargıların” ilişkilere ne kadar yoğun bir şekilde nüfuz ettiğini gösteriyor.
Kadınlar ve Ekonomik Bağımsızlık Kadınların iş gücüne katılım oranı arttıkça, ilişkilerde de eşitlik arayışı yükseliyor. Geleneksel rolleri sarsan bu dönüşüm, zaman zaman “ekonomik gücün ilişkideki yerini” de tartışma konusu haline getiriyor. İşte tam burada devreye şu soru giriyor: “Kim daha fazla katkı sağlıyor ve bu ilişkide ne kadar önemli?”
Narsistlik ve Sosyo-Ekopolitik Yapıların Etkisi Narsist kişilik bozukluğu, bireylerin kendi çıkarlarını ön planda tutmasıyla ilişkilere zorlayıcı bir dinamik getirir. Ancak bu bozukluğun, sosyo-ekopolitik koşullarla tetiklenme ihtimalini düşünelim. Sürekli ekonomik belirsizlikler, toplumsal baskılar ve artan bireysel rekabet, narsistik eğilimleri besleyen bir zemin oluşturabilir mi? Araştırmalar, toplumlarda kriz dönemlerinde narsisizm gibi kişilik özelliklerinin daha sık ortaya çıkabileceğini öne sürüyor.
Bir birey, ekonomik sıkışıklıklar ya da sosyal stres altında kendini önceliklendirme davranışını daha doğal bir hayatta kalma refleksi gibi görebilir. Bu da ilişkinin güç dengesini altüst edebilir. Partnerlerden biri, kendini ekonomik ya da duygusal anlamda “yetersiz” hissetmeye başladığında, bu durum karşı tarafta suçluluk ya da memnuniyetsizlik gibi negatif duygulara yol açabilir. Aynı şekilde, toplumsal beklentilerin baskısı altında sürekli “daha fazlasını yapma” çabası narsistik eğilimlerin artmasına katkı sağlayabilir.
Narsisizmi yalnızca bireysel bir bozukluk olarak değil, sosyo-ekopolitik yapının ilişkilere nüfuz eden bir etkisi olarak okumak hem çözüm yollarını hem de ilişkilere bakışımızı derinleştirebilir.
Aşk, tüm karmaşıklığıyla var olmaya devam ediyor, ancak sosyo-ekopolitik yapılardan bağımsız düşünmek artık mümkün değil. Bir ilişkide duygusal uyum çok önemli olabilir, ama ekonomi ve politika, sessizce masanızda oturan “görünmez konuklar” gibidir. Kimin kazandığını, kimin oy verdiği partiyi, hatta kimin buzdolabını doldurduğunu konuşmadan uzun vadeli bir ilişki sürdürmek neredeyse ütopik bir hayal.
Narsisizm gibi bireysel bozuklukların, toplumsal ve ekonomik krizlerle nasıl daha görünür hale geldiğini fark etmek, ilişkilerin sağlığını korumak adına önemli bir adımdır. Sosyo-eko-politik yapılar, bireysel dinamiklerimizi şekillendirirken, sevgi ve anlayış gibi temel değerlerin gücünü küçümsememek gerekiyor. Belki de çözüm, önce bu “görünmez konukları” fark edip, sonra masadan nasıl kaldırabileceğimizi düşünmekte yatıyor.
Dr. Bahar Zeynep BARUT
Sitede yayınlanmış tüm yazılarım telif hakkı içerir.