Yazar: Pascal Mercier
Yazar hakkında:
1944 Bern doğumlu İsviçreli felsefeci ve yazar. Asıl adı Peter Bieri.
“Lizbon’a Gece Treni” ile 2007’de İtalya’da verilen Grinzane Cavour Ödülünü kazandı.
Yazar 27 Haziran 2023’de aramızdan ayrılmıştır.
Roman, “ Raimund Gregorius’un hayatında her şeyi değiştirecek olan gün, öteki pek çok gün gibi başladı” cümlesiyle başlıyor.
Dünyada 3,5 milyon okuru olan roman, antik diller öğretmeni Raimund Gregorius’un Portekizli bir kadından duyduğu Portekizce bir sözcük ve o sözcüğün büyüsüne kapılarak gittiği bir sahafda bulduğu kitapla tümüyle değişmesini anlatıyor.
Yüreklere dokunan bu roman şimdiden bir klasik olmuş durumda.
Kitaptan bir alıntı:
( Portekizli kahramanımız Amadeu Prado’nun lise mezuniyet töreninde yapmış olduğu konuşma )
“ Katedralsiz bir dünyada yaşamak istemem. Onların güzelliğine ve görkemine ihtiyacım var. Dünyanın sıradanlığına karşı ihtiyacım var bunlara. Başımı kaldırıp kiliselerin ışıl ışıl camlarına bakmak istiyorum, uhrevi renklerinden gözlerim kamaşsın istiyorum. Onların pırıltısına ihtiyacım var. Üniformaların kirli, tek tip rengine karşı o pırıltıya ihtiyacım var. Kiliselerin keskin serinliği beni sarsın istiyorum.
Oradaki zorunlu sükûnete ihtiyacım var. Kışla avlusundaki ruhsuz haykırmalara ve partinin pasif üyelerinin keyifli gevezeliklerine karşı ihtiyacım var bu sükunete. Oraların hışırtısını, uhrevi seslerin selini dinlemek istiyorum. Bando müziğinin cırlak gülünçlüğüne karşı org sesine ihtiyacım var. Dua eden insanları seviyorum. Onlara bakmaya ihtiyaç duyuyorum. Yüzeyselliğin ve düşüncesizliğin tehlikeli zehrine karşı ihtiyacım var bu bakışa. İncil’deki güçlü kelimeleri okumak istiyorum. Onlardaki şiirin ulvi gücüne ihtiyaç duyuyorum. Dilin ihmal edilmesine ve sloganların diktatörlüğüne karşı ihtiyacım var bu güce. Bunlarsız bir dünya, içinde yaşamak istemeyeceğim bir dünya olurdu.
Ama yaşamak istemediğim bir başka dünya daha var: Bedenin ve bağımsız düşüncenin kötülendiği, başımıza gelebilecek en iyi şeylerin günah diye damgalandığı bir dünya. Diktatörleri, gaddarları ve katilleri sevmemizin istendiği bir dünya, ister onların kanlı çizmeleriyle attıkları adımlar kulakları sağır edercesine sokaklarda yankılansın, ister kedi gibi sessizce korkak gölgeler halinde sokaklardan gizlice süzülsünler ve parlayan çeliği kurbanlarının kalplerine arkadan saplasınlar. Kilisede vaaz verenlerin, insanlardan bu yaratıkları bağışlamalarını, hatta sevmelerini istemeleri, dünyadaki en garip şeylerden biridir. Bunu gerçekten yapabilecek biri çıksa bile: Benzeri olmayan bir gerçekdışılık ve kendini acımasızca inkar sayılırdı ki bu, bedeli tam bir sakatlık olurdu. Şu emir, düşmanını sev diyen şu delice, anormal emir , insanların gücünü çökertmek, bütün cesaretlerini ve özgüvenlerini kırmak ve onları diktatörün elinde hamur haline getirmek içindir, getirilsinler ki diktatörlere, gerekirse silahla, karşı koyma gücünü bulamasınlar.”
“ Katedralsiz bir dünyada yaşamak istemiyorum. Onların pencerelerinin pırıltısına, serin sessizliklerine, hükmedici suskunluklarına ihtiyacım var. Orgların borularına ve Tanrı’ya yakaran insanların kutsal dualarına ihtiyacım var. Sözlerin kutsallığına, büyük şiirin ulviligine ihtiyacım var. Bütün bunlara ihtiyacım var. Ama özgürlüğe ve bütün gaddarlıklara karşı düşmanlığa duyduğum ihtiyaç da bundan az değil. Çünkü biri olmadan ötekinin hiçbir anlamı yok.
Ve kimse beni seçmek zorunda bırakmasın.”