Sivas’ta Yananlar Bizimle…
Ama Madımak Oteli’nin önünde toplananların, ellerine kibrit yanığı değse canları yanacak olan o kalabalıkların, kendilerinden geçmişçesine, tekbirler getirerek insan katletmeleri, çağlar boyunca taşıdıkları nefretle ilgili değil de nedir?
Öyle büyük bir nefret ki, vahşiliği bile inançlarının aracı haline getirmelerine yol açtı.
Ateşle, dumanla bir ülkenin şiirini, türküsünü, edebiyatını, hoşgörüsünü yaktılar.
“Yakarak öldürmenin” tarihinde Sivas katilleri de yerlerini aldılar.
Sizce övünüyorlar mıdır acaba?
İnsan içine çıkacak yüzleri olmadığını, yıllarca Sivas’ta kaçak yaşayan, ülke içinde olduğu da öldüğünde ortaya çıkan firari Cafer Erçakmak sayesinde öğrendik bir kez daha.
Madımak katliamının 1 numaralı sanığı olan Refah Partili Cafer Erçakmak’ın yurtdışına kaçtığı sanılıyordu.
Oysa herkesten gizli, utanç içinde yaşadığı Sivas’ta öldü. Gizlice gömdüler.
Sivas’ta yananlar ise hala bizimle ve her biri yanı başımızda.
Sizce yüz yıllardır uyguladığı “Böl ve Yönet” politikası ile dünyayı sömüren Batılı emperyalistler bu olayın neresinde yer alıyor?
Örneğin, Almanya’ya kaçan 24 Sivas canisinden 15’i kayboldu.
Biri Alman vatandaşı yapıldı, birine sürekli oturma izni verildi, 7’si ise ilticacı pasaportu ile yaşıyor. İnsanlığa karşı suç işleyenlerin korunmaması gerekirken, Almanya şu ana kadar tek bir Sivas zanlısını bile neden iade etmedi?
Oysa Alman hükümeti Alevilerin hamisi rolünü oynarken, Seyit Rıza hainini kullanarak el altından onları Atatürk düşmanı yapmaya çalıştığı bilinmektedir.
Olay sonrasndakiı yargılanma sürecinin detaylarına gelecek olursak…
Olaydan bir gün sonra 35 kişi gözaltına alındı, daha sonra gözaltına alınanların sayısı 190‘a çıktı.
Gözaltına alınan 190 kişiden 124‘ü hakkında “laik anayasal düzeni değiştirip din devleti kurmaya kalkışma” suçlaması ile dava açıldı ve geri kalanlar serbest bırakıldı.
Kamuoyunda “Sivas Davası” olarak bilinen davanın ilk duruşması, Ankara 1 No’lu Devlet Güvenlik Mahkemesi‘nde 21 Ekim 1993 günü yapıldı.
26 Aralık 1994‘te karara bağlanan dava sonucunda, 22 sanık hakkında 15‘er yıl, 3 sanık hakkında 10‘ar yıl, 54 sanık hakkında 3‘er yıl, 6 sanık hakkında 2‘şer yıl hapis cezası, 37 sanık hakkında da beraat kararı verildi.
Müdahil avukatlar, Devlet Güvenlik Mahkemesi‘nin kararını “taraflı, hukuka ve adalete aykırı” olarak niteleyerek, ayrıntılı bir savunma ile temyize gittiler.
Yargıtay 9. Ceza Dairesi katliamın “Cumhuriyete, laikliğe ve demokrasiye yönelik olduğunu” belirterek Devlet Güvenlik Mahkemesi‘nin kararını esastan bozdu.
Ankara 1 No‘lu Devlet Güvenlik Mahkemesi, Yargıtay‘ın bozma kararına uyarak yargılamayı yeniden başlattı.
28 Kasım 1997‘de açıklanan kararda, 33 sanık Türk Ceza Yasası‘nın 146/1 maddesine göre idama ve 14 sanık 15 yıla kadar değişen hapis cezasına mahkûm edildi.
Yargıtay 9. Ceza Dairesi 24 Aralık 1998′de hapis cezalarını onadı, 33 idam cezasını ise usul noksanlıkları nedeniyle bozdu.
Şubat 1999 tarihinde usul eksikliklerinin giderilmesi için başlayan yargılama sonucunda 16 Haziran 2000‘de 33 sanık Devlet Güvenlik Mahkemesi’nce yeniden idam cezasına çarptırıldı.
2002 yılında idam cezasının yürürlükten kaldırılmasıyla idam cezası hükümlülerinin cezaları müebbet ağır hapis cezasına çevrildi.
Sanıkların avukatlığını üstlenenler arasında olan Refahyol iktidarının Adalet Bakanı Şevket Kazan, bakanlığı sırasında onları hapishanede ziyaret etmiş, geniş avukat listesinde çok sayıda Refah Parti üyesi ve yöneticisi olması eleştiri konusu olmuştu.
Bu avukatların ilerleyen yıllarda AKP ve Saadet Partisi‘ne katıldıklarını ve içlerinden üst yönetim görevlerine yükselenlerin olduğunu hatırlatmak yerinde olacaktır.
Aradan geçen bu yıllar içinde sanık sayısı tahliyelerle 33’e düştü.
Davanın firari olan 5 sanık ile ilgili kısmı, 13 Mart 2012 tarihinde zaman aşımından düşürülmüştür.
Sivas Davası, İstiklal Mahkemeleri sonrasında tek bir davada bu kadar çok idam cezasının verildiği ilk davadır.
Olayın siyasi boyutuna bakacak olursak…
- Turgut Özal‘ın ölümünden sonra Cumhurbaşkanı seçilen Süleyman Demirel‘in yerine DYP Genel Başkanı seçilen ve Başbakan olan Tansu Çiller görevi devralalı henüz bir hafta olmuştu. Çiller’in Madımak Oteli’nde yaşananların ardından söylediği sözler ise tartışma yaratacak boyuttaydı: “Çok şükür, otel dışındaki halkımız bir zarar görmemiştir.”
- Dönemin Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel ise olayın münferit olduğunu ve “Alevi-Sünni çatışmasına dönüşmemiş olmasını” vurguluyordu: “Olay münferittir. Ağır tahrik var. Bu tahrik sonucu halk galeyana gelmiş… Güvenlik kuvvetleri ellerinden geleni yapmışlardır… Karşılıklı gruplar arasında çatışma yoktur. Bir otelin yakılmasından dolayı can kaybı vardır.”
- İçişleri Bakanı Mehmet Gazioğlu ise doğrudan Aziz Nesin‘i hedef göstermişti: “Aziz Nesin’in halkın inançlarına karşı bilinen tahrikleriyle halk galeyana gelerek tepki göstermiştir.”
Aziz Nesin, ilerleyen günlerde Gazioğlu’nu bu gerçekdışı söyleminden dolayı “yalancılıkla” suçlamıştı.
- Koalisyon ortağı SHP‘nin eski genel başkanı, dönemin başbakan yardımcısı Erdal İnönü, olaylar sırasında Aziz Nesin’le telefonla görüşerek, “En kısa zamanda takviye güç gönderileceğini, kimsenin kılına dahi zarar gelmeden kurtarılacağını” söylemişti
İnönü, katliam ardından SHP‘ye ve kendisine yönelik eleştirilere, “Ne yapayım, yetkim yoktu” cevabını vermişti.
Sözün özü, Madımak ateşi yandığı ve adaletin terazisi şaştığı sürece içimiz soğumayacaktır.