Ulan şiir yazan adamdan kötü adam olur mu?
Can Yücel usta “Mare Nostrum” şiirinde ne güzel yazar…
En uzun koşuysa elbet
Türkiye’de de Devrim
O, onun en güzel yüz metresini koştu
En sekmez luverin namlusundan fırlayarak…
En hızlısıydı hepimizin,
En önce göğüsledi ipi…
Acıyorsam sana anam avradım olsun
Ama aşk olsun sana çocuk, aşk olsun…
Evet, aşk oldu. Ölümsüz bir aşk. O günden sonra daha çok sevildi onlar. Üç bereketli başak oldular her baharda anıla anıla ürün verdiler.
Şimdi açın Ahmet Kaya‘yı ve Attila İlhan ustanın kaleme aldığı o Mahur Beste’yi dinleyin, gözlerinizin önüne önce o 3 gül fidanını sonra o adi kararı verenleri getirin…
Evet, bir acı idam 6 Mayıs 1972’de 3 fidanı boğar.
Eğer okumadıysanız lütfen Erdal ‘ün “Gülünün Dolduğu Akşam”ımını okuyun.
Tüm dünyada farklı kültürlerde kutlanan Hıdırellez‘de insanların dilekleri vardı gül ağacına bıraktıkları, onların tek dileği tam bağımsız bir Türkiye olmaktı.
Benim/ bizim için ise Turgut Uyar’a, “Toprak, sevdiklerimizi aldığı için mi böyle güzel kokar,” dizelerini terennüm ettirip; Deniz Gezmiş’e, “Parkamı, botlarımı çıkarmayacağım. Ölüm gömleğini giydirecekler, giymeyeceğim.
Traş olmayacam.
Bir sigara yakacam, üstüne demli bir çay içeceğim.
Haa… bak, Rodrigez’in o ünlü gitar konçertosunu dinlemek isterim. Urganı kendim boynuma geçireceğim.
Sonra dönüp beni seyredenlere sesleneceğim.
‘Ölen bedenimdir, düşüncem yaşayacak’ diyeceğim,” dedirten 6 Mayıs‘tır bugün.
Tam 52 yıl oldu; ama onlar hep 20’li yaşlarındaydılar.
En iyilerimizi kaybettik…
Onlar, “Kutup Yıldızları”mızdı; çelik aldığı suyu unutmadı; bedelini ödeyerek yarattıkları aidiyet duygusu bizleri var etti.
Hep minnet, hayranlık, saygı duyduk onlara; sona dek fazlasıyla hak ettikleri için.
Ne yalan söyleyeyim!
Yaşayan hiç kimseyi imrenmedim. Lakin dünyayı değiştirme yolunda geçip giderken ardında iz bırakan ölümsüzlere hep gıpta ettim…
Bu işin bir yanıydı…
Ötekine gelince:
52 yıl önce onlar 20’li yaşlarındaydılar; ben ise -o zamanlar- onlardan da çok çok küçüktüm.
Şimdi onlar hâlâ 20’li yaşlarında; ben ise 60’ıma merdiven dayadım.
52 yıl sonra onlardan her söz edildiğinde yüreğimin başı eziliyor; utanıyorum
Vladimir Mayakovski’nin, “Susun artık konuşmacılar, savdınız sıranızı.
Söz şimdi mavzer arkadaşta, şimdi o konuşacak…”
dizelerini anımsıyorum.
…ve birden aklıma Louis Ferdinand Céline’in, “Değer taşıyan tek hikâye vardır, o da bedelini sizin ödediğinizdir” sözleri geliyor…
Evet
“O sözler ki kalbimizin üstünde
Dolu bir tabanca gibi
Ölüp ölesiye taşırız
O sözler ki bir kere çıkmıştır ağzımızdan
Uğrunda asılırız” demişlerdi Attilâ İlhan’ın dizelerinde…
Onurla yürüdüler idam sehpasına.
Yüreklice geçirdiler urganı boyunlarına.
Hükmedenler boşuna baktılar gözlerine, korkudan eser yoktu.
Cellada bırakmadılar son hamleyi, kendileri tekmelediler sehpalarını.
Son sözlerinde, bir bıçak gibi vurdular kelimeleri dişleri arasından.
Vatanın bağımsızlığına, ülkenin özgürlüğüne, halkların kardeşliğe dair söylediler son şarkılarını.
…ve gülerek gittiler ölümün üzerine…
Aristoteles’in,
“Tehlike ile cesurca yüzleşemeyenler kendilerine saldıranların köleleri olurlar” saptamasından bir an dahi tereddüdü olmayan onlar, bir manifesto idi:
5 Mayıs’ı 6 Mayıs’a bağlayan gece, saatler gece yarısını biraz geçtiğinde, Ankara Ulucanlar Cezaevi’nin avlusunda gece karanlığını yırtan, aydınlığı çağıran bir manifesto okundu.
“Yaşasın tam bağımsız Türkiye!
Yaşasın Marksizmin Leninizmin yüce ideolojisi!
Yaşasın Türk ve Kürt halklarının devrimci bağımsızlık mücadelesi!
Yaşasın işçiler, köylüler!
Kahrolsun emperyalizm!”
Deniz Gezmiş’in idam edilmeden önceki son sözleri bunlar oldu.
Yani arkalarında Manifesto’larını bırakıp gittiler ve o Üç Fidanı ölüm yıldönümlerinde özlemle ve sevgiyle anıyoruz…
Üç Fidana ve yaşadığı sürece 68 kuşağının devrimci ruhundan bir an olsun vazgeçmeyen değerli eşim, hayat arkadaşım Murat Tan’a selam olsun…
askimtan@yahoo.com