Bugün, 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı…
“Ben çocuk haftasını, çocuklara hürmet edilmesini temin ve onların zaafından yararlanarak çok defa yapıldığı gibi onlara eziyet ve hayvan gibi muamele edilmesini önlemek için meydana getirdim. Bu tedbirim, milletin geleceğine karşı gösterilen bir saygı olarak görülmelidir.” demişti Mustafa Kemal Atatürk.
Günümüze ise çocuk olmanın sevincini mi, yoksa büyükler olarak çocukluklarını güvencesiz, yokluk içinde gereğince yaşayamayanların burukluğunu mu yazmalıyım? Bilemedim.
Sıklıkla;
–Biz gidiyoruz. Artık tanınmaz halde olan, doğduğumuz bu topraklardan, doyacağımız topraklara göç ediyoruz.
–Her gün ayrı bir katliamın yaşandığı, insan hayatının beş para etmediği, üstüne bir de ülkenin yarısının inancınıza, doğduğunuz yere, ideolojinize, düşüncenize göre “Oh olsun, iyi ki geberdi” dediği bir yerde daha fazla yaşayamıyoruz. Belki tesadüfen o gün denk gelmeyip, patlayan bir bomba ile ölmüyoruz ama bu da pek yaşamaya benzemiyor doğrusu.
–Biz Eski Türkiye‘nin insanları, Yeni Türkiye‘yi terk ediyoruz.
Bu sözler, ülkede duyulan güvensizlik duygusundan dolayı topraklarımızı terk etme kararı almış olan sadece bir aileye ait.
Üzülerek bu ve bunun gibi daha pek çok ailenin her gün benzer kararlar aldığına tanık oluyoruz.
Çocuklarımıza dair bir başka acı gerçeği de paylaşmak istiyorum…
Bir soğan tarlasında çalışan çocuk işçiler…
O çocuklar boylarını aşan otların, soğan sıralarının arasından yere çöküp, ördek yürüyüşü ile yürüyerek geçiyor ve o küçücük elleriyle saatlerce soğanların yanı başında biten büyük otları yoluyorlar. Hemen ardından sıra soğan hasadına geliyor. Onu da elle koparmak gerekiyor. Güneşin altında saatlerce bu şekilde yürüyerek soğanlar toplanıyor.”
O çocuk işçiler, güvencesiz çalıştırılıyor.
O çocuk işcilere düşük ücret veriliyor.
O çocuk işçiler sosyal haklarından, en önemlisi çocuk haklarından mahrumlar.
Türkiye’de çocuk işçiliği yaygınlıktan öte, ağırlıklı bir yaşam biçimdedir.
Çalışan çocuklarımız bir yana, ülkenin en kara tablosu ise istismar edilen çocuklarımızdır.
Kars’ta bir İmam Hatip Ortaokulu’nun öğrencileri, koridorda üzerine şu notun yazılmış olduğu bir defter yaprağı bulmuştu: “Niye bana herkes kötü davranıyor” diye başlayan notu kaleme alan kişi kirlendiğini, altı kişinin tecavüzüne uğradığını, büyüyünce evlenemeyeceğini ve “İnşallah hamile kalmam. Kalırsam ailem tarafından öldürülürüm. Ölmek istiyorum” diye yazıyordu.
Başka bir örnekte ise; Antalya‘nın Finike ilçesinde 7 yaşındaki kız çocuğu G.E.G. ve 10 yaşındaki ağabeyi İ.E.G.‘nin ailesi tarafından cinsel istismara uğradığı öne sürülmüştü.
Çocuklar için başlatılan davada, çocukların öz annesi ve annenin evli olduğu adam baş şüpheli olarak tutuklanmış; ancak üçüncü duruşmada zanlılar serbest bırakılmıştı.
İzmir‘de, üvey babası Bülent S. (43) tarafından 4 yıl boyunca birçok kez cinsel tacize uğradığı iddia edilen 13 yaşındaki İ.T.‘nin tuttuğu günlük, yaşadığı tramvayı gözler önüne sermişti.
Önce kaybolan ve sonra cesedi bulunan küçük kızın dedesi tarafından tecavüze uğradığı olay, gündemi uzunca bir süre meşgul etmişti.
Kayseri’de, cesedi buğday ambarında bulunan 12 yaşındaki Kadir D.‘nin, tecavüz edildikten sonra boğularak öldürüldüğü ortaya çıkmıştı.
Erken yaştaki evlilikler ise Türkiye’nin diğer önemli toplumsal sorunlarından biridir.
Sivil toplum kuruluşları bu konuda her ne kadar çalışmalar yapsa da halen kendini “evlilik oyunu” içinde bulan çok sayıda kız çocuğu var.
Birkaç altına satılan, oyun yaşında kucağına çocuk alan kız çocuklarımız olduğunu üzülerek görüyoruz.
Diğer yanda annesinin kucağında dilendirilen pek çok bebek, elinde güçlükle taşıdığı boya sandığı ile ayakkabı boyamak için gelen geçene yalvaran çocuklar, trafik ışıklarında arabalara yanaşarak mendil satmaya uğraşan çocuklar görmezden gelmiyor muyuz?
Türkiye’de kadına şiddet tartışılırken, neredeyse her evde, her okulda, her ortamda alabildiğine devam eden çocuğa şiddet neden tartışılmaz?
Unutulmamalıdır ki yasalar önünde, 17 yaşına kadar olan her birey çocuk kabul edilmektedir.
Çocuk henüz bedensel , ruhsal, sosyal yönlerden erginliğe ve olgunluğa ulaşmamış bireydir.
Çocuk Hakları Sözleşmesi’ne göre; “Çocuğa uygulanabilecek olan kanuna göre daha erken yaşta reşit olma durumu hariç, on sekiz yaşına kadar her insan çocuk sayılmaktadır.”
Her ne kadar “Bugün 23 Nisan, neşe doluyor insan” dense de, o neşe ile dolan insanları/çocukları görmek zorlaştı.
Kısacası Mustafa Kemal Atatürk, Cumhuriyetin geleceğini gençlere ve yarının sahipleri çocuklara emanet ettiğine göre, bu emaneti korumak da bizlerin asli görevidir.
Bugün 23 Nisan…
Bütün çocukların ve içlerindeki çocuğu hiç öldürmemiş bütün yetişkinlerin bayramı kutlu olsun.
Çocuklar mutluysa, toplum mutludur.
aakimtan@yahoo.com