Bu yazımda sizlere 23 Nisan’ı anlatmayacağım, bu yazımda sizlere belki de Atatürk’ün hiç duymadığınız şiirini anlatacağım.
“Türkler, Orta Asya’ya nereden, nasıl ve ne zaman gelmişlerdir?”
Atatürk’ün bu sorunun cevabını çok merak ediyordu ve araştırılması için tüm olanakları sağlamıştı. Türklerin kökeninin bulunması için yaptığı araştırmalar onu Mu kıtasına kadar götürmüştü. Onun isteğiyle birçok bilim adamı ve araştırmacı bu alanda araştırmalar yaptı. Yabancı bilim adamları Türkiye’ye davet edildi. Arkeoloji bölümleri açıldı, Türk Tarih Kurumu ve Türk Dil Kurumu kuruldu.
Türk tarihi ile ilgili araştırma yapması için Tahsin MAYATEPEK’i Meksika’ya elçi olarak gönderdi.
Tahsin Bey, burada Maya ve Kızılderili kültürlerini inceledi ve Türk kültürü ile aralarındaki şaşırtıcı benzerlikleri derledi. 130’dan fazla kelimenin Maya, Kızılderili ve Türk dillerinde aynı veya çok benzer olduğunu gördü ayrıca Maya’lara ait yazıtlarda yazan M.Ö. 200.000 ile M.Ö. 70.000 yılları arasında Pasifikte batan Mu kıtası ile ilgili araştırmalar yaptı.
Maya, Aztek ve İnka uygarlıklarının Türklerin kullandığı eşyalara benzer eşyalar kullandıklarını, davullar ve kalkanların üstündeki ay yıldız sembollerinin benzerliklerini belge ve fotoğraflarla 3 ciltlik defter olarak toplayarak Atatürk’e gönderdi. 1937 yılının sonlarında çok hasta olmasına rağmen Atatürk 3 ciltlik bu belgeleri altını çizerek ayrıntılı incelemiş ve notlar almıştı. Bu defterlerden iki tanesi 1970′lere kadar Türk Dil Kurumu kütüphanesinde idi. (No:7-No:56) Üçüncü defter ise kayıptır.
Bu kadar zaman ötesi konulara meraklı Atatürk’ün tarihle ilgili yazdığı bir şiiri vardı.
1932 yılında Mustafa Kemal Atatürk’ün yazdığı HAKİKAT NEREDE adlı şiiri neden görmezden gelinir hiç anlamış değilim.
HAKİKAT NEREDE
Gafil, hangi üç asır, hangi on asır?
Tuna ezelden Türk diyarıdır.
Bilinen tarihler söylememiş bunu.
Kalkıyor örtüler, örtülen doğacak,
Dinleyin sesini doğan tarihin,
Aydınlıkta karaltı, karaltıda şafak
Yalan tarihi gömüp, doğru tarihe gidin.
Asya’nın ortasında Oğuz oğulları,
Avrupa’nın Alplerinde Oğuz torunları
Doğudan çıkan biz, Batıdan yine biz
Nerde olsa, ne olsa kendimizi biliriz
Türk sadece bir milletin adı değil,
Türk, bütün adamların birliğidir.
Ey birbirine diş bileyen yığınlar,
Ey yığın yığın insan gafletleri!
Yırtılsın gözlerdeki gafletten perde,
Dünya o zaman görecek hakikat nerede,
Hakikat nerede?”
Mustafa Kemal Atatürk, Türk tarihi ile ilgili olağanüstü bilgilere sahipti, sadece bunları ispata ihtiyacı vardı ve bu yönde çalışmalarını sürdürüyordu. Yapılan araştırmaların sonuçlarının hiç açıklanmaması çok manidardır.
Türklerin kökenleri ortaya çıkarsa bize anlatılanların masal olduğu anlaşılacağı için diğer milletler buna müsaade etmeyecektir.
Bir kitabıma Mustafa Kemal Atatürk’ün açıklayamadığım ve bir arkeolog olarak en ilgimi çeken olayını da yazmıştım, şimdi o kitabımdan alıntı yaparak bu olayı anlatayım;
MUSTAFA KEMAL ATATÜRK’ÜN HASTA YATAĞINDA İMZALADIĞI BELGE NEYDİ?
(ATATÜRK’Ü GÖRDÜM adlı çocuk öykü kitabımdan alıntıdır. Öğrenci Poyraz İle Atatürk karşılıklı sohbet eder.)
“Poyraz, şaşkınlıkla baktı. Atatürk’ün attan düştüğünü hayal etmeye çalıştı. Tüm savaşları atının üzerinden yönetmiş bir askerin attan düşmesi şaşırtıcı geldi. Atatürk, Poyraz’ın şaşkın halini görünce gülmeye başladı.
-Ne o çocuk, pek şaşırdın. Ben de insanım elbette attan düşebilirim.
-Ama siz hep atınızla dolaşmışsınız. O yüzden şaşırdım. Babam beni birkaç kez binicilik okuluna götürdü. Ben de attan düştüm. Binicilik zormuş.
-Oluyor işte, bak anlatayım da nasıl düştüğümü öğren! Düşman şu an üzerinde durduğumuz bu tepenin karşılarına kadar gelmişti. O zamanlar buralarda bir çiftlik vardı. Karargâhımızı oraya kurmuştuk. İsmet İnönü ile birlikte mevzileri gezmeye çıktık. Bir topçu birliğinin bulunduğu yeri beğenmedim. Düşman hepsini yok edebilirdi. O birliği oraya yerleştiren subayı yanıma çağırdım ve yerlerini değiştirmesini istedim fakat ben de yerimde duramayıp o hırsla atıma atladım. Hop atımın diğer yanından yere düştüm. Nasıl olduğunu hiç anlayamadım. Ayağa kalkıp tekrar atıma bindim fakat ağrım var, nefes alamıyorum. Yanımda duran Ali Çavuş’a dönüp nefes alamadığımı söyledim. Hemen araba çağrıldı, doktorlar geldi. Meğer attan düşünce kaburga kemiğim kırılmış. Beni hastaneye götürmek istediler. Nasıl gideyim, itiraz ettim etmesine de ağrılarım artmaktaydı. Eğer oradan ayrılırsam savaşı kaybedebiliriz ve geri çekilebiliriz. Sonunda razı oldum Cebeci’deki hastaneye gittim. Kaburga kemiklerim kırılmış. Doktorlar yirmi gün yatmam ve hiç konuşmamam gerektiğini söylediklerinde itiraz ettim. Yattığım sedye ile cepheye geri döndüm. Birkaç gün konuşmadım, isteklerimi yazdım, saldırı başladığında o yasağı da unuttum. Bu Sakarya Taarruzunu da böyle atlattık ve düşmanı Eskişehir’e kadar kovaladık. Benim attan düşme maceram da budur çocuk!
-Atam, iyi ki cepheye geri dönmüşsünüz. Ya siz hastanede yatarken savaş kaybedilseydi o zaman neler olurdu?
-Bir asker, her durumda görevini yerine getirir. Ben de hastanede kalamadım ve sedyede yatarak cepheye geri geldim. Savaş esnasında moral çok önemlidir. Burada kaybetseydik Ankara’yı da kaybedebilirdik. Zaten burada düşmanı durduramasaydık meclisi daha içeride bulunan başka bir şehrimize taşıyacaklardı.
Ankara’da herkes telaş içindeydi. Ben o sıralarda Ankara Garı içindeki küçük bir lojmanda kalıyordum. Aynı zamanda makam odası olarak da kullanıyordum. Ertesi sabah cepheye hareket edecektik. Gece hemen Özel Kalem müdürümü yanıma çağırdım ve hazırlanan kararnameleri imzaladım. Savaşa gidiyor olsak da devlet ve millet işlerini ertelemedik.
-Atam, ya savaş kaybedilseydi. O zaman imzaladığınız belgeler geçerli olmayacaktı ki.
-Haklısın çocuk fakat ben hiç kaybedeceğimizi düşünmedim ki.
-Atam, çok merak ettim. Bu kadar önemli olan kararname neydi?
-Ankara’da bir Etnografya Müzesinin Kurulması ve Eski Ankara Evlerinin Korunması Hakkındaki Kararnameydi.
Poyraz, şaşkınlıkla baktı.
Atatürk’ün bir müze kurulması için bu kadar acele etmesine şaşırmıştı.
Ya savaş kaybedilseydi, o zaman bir müze kurulamayacaktı belki de.
Atatürk, kendine o kadar güveniyordu ki, savaşı kazanacağını düşünerek kararnameyi imzalıyordu.
-Sustun çocuk, neden şaşırdın?
-Atam, şey, yani, savaşı kaybetseydiniz o zaman bu kararnamenin bir anlamı kalmayacaktı. Ben olsam savaş bittikten sonra imzalardım, hem her şey ortaya çıkmış olurdu.
-İşte devlet adamlığı böyle anlarda ortaya çıkar. Hep kazanacakmışsın gibi düşünüp işleri ertelemeyeceksin. Kararnameyi imzalayarak bir yandan da müze kurulması için gerekli çalışmaları başlatmış olduk. Sen, Etnografya müzesini gezdin mi?
-Hayır Atam, öğretmenimiz bizi bugün götürecek.
-Orayı mutlaka görmelisin çocuk. Biz hem savaştık hem de memleketi ayağa kaldırmaya çalıştık. Halkın elinde hiçbir şey kalmamıştı. Şehirlerimiz yıkılmıştı. Ne fabrika vardı ne de okul. Hastane desen o da yoktu. Halkı o zor günlerden çıkarmak için acele ettik. Tarih dersinde okumuşsundur mutlaka, en son düşmanı Ege denizine kadar takip ettik ve vatanımızı temizledik. Sonra yepyeni bir ülke kurduk.
Atatürk sustu ve masmavi gözlerini uzaklara dikti. Bu vatanı ne zorluklarla kurtarmıştı.”
Şimdi tekrar sormak istiyorum; hangi yönetici, savaşın tam ortasındayken ve kaybetme ihtimali varken müze kurulması talimatını verir?
Bunun cevabı bulunduğu gün, Mustafa Kemal’in kim olduğu anlaşılacaktır.
Kurtuluş savaşından yeni çıkmış bitik haldeki bir ülkede arkeoloji bölümlerini kurduran, Türklerin kökenlerini ve Anadolu’nun arkeolojik olarak araştırılmasını sağlayan ve kadınlara arkeolog olmanın yolunu açan Mustafa Kemal Atatürk’e sonsuz saygılarımla…