“karart göklerini zeus,
duman duman bulutlarla;
diken başlarını yolan çocuk gibi de
oyna meşelerin, dağların doruklarıyla.
ama benim dünyama dokunamazsın,
ne senin yapmadığın kulübeme
ne de ateşini kıskandığın ocağıma.
Şu evrende siz tanrılardan
daha zavallısı var mı bilmem:
kurban vergileri
dua üfürükleriyle beslenir
haşmetli varlığınız zar zor.
size umut bağlayan budalalar,
çocuklar, dilenciler olmasa
yok olur giderdiniz çoktan.
(GOETHE)
Zeus’un Demeter ile birlikteliğinden doğan Persephone (Kore), zamanla Zeus’a güzel görünmeye başlamıştır. O bir tanrı ya her istediğiyle o ya da bu şekilde birlikte olma hakkını kendisinde görür. Öz kızı da olsa Persephone’den vazgeçmez. Hera gibi kıskanç bir eşi olmasına rağmen bu ilişkiden bir çocuk meydana gelir. Zagreus… Zeus’un en sevdiği, melek ruhlu çocuğudur Zagreus. Ve Zeus’un oğlunu sevdiği ölçüde Hera’nın nefretini üzerine çekmiştir. Bu nefretin sonuçlarından korkan Zeus, oğlunu bir mağarada gizlice yetiştirmektedir ama Hera gibi bir tanrıçanın hışmıyla baş edemeyeceğini kızsa süre sonra anlayacaktır. Titanlarla anlaşan Hera, Titan devleri çocuğun üzerine salar ve Zagreus’un sadece kemikleri kalacak şekilde onu parçalarlar. Bunu duyan Zeus bütün şimşeklerini Titanları yakacak şekilde gönderir ve Kötü Titanlarla, iyiler iyisi Zagreus’un kemikleri kül olur. O sırada gökler ağlıyordur. Küller birbirine karışarak, yoğun bir çamur oluşturur.
İşte burada Prometheus devreye girer. O çamurdan minik bir insan heykeli yapar. İyilik ve güzelliğin timsali olan Zagreus’la, kötülük ve gaddarlığın timsali olan Titanlar’ın küllerinden yaratılan ilk insandır bu… Ve tanrıça Athena bu yaratıma hayran kalır ve ilk insana ruh üfler. Böylece iyilikle kötülük beraberce can bulmuştur.
Prometheus kendi yaratımı olan insanoğluna yardım etmek adına, Hephaistos’un ateşinden bir kıvılcım çalarak gelişmesi için insanoğluna verir. Ve insanlar ateş sayesinde yemeklerini pişirebilir, soğuktan korunabilir hale geldiklerinde kendilerini tanrılarla eşdeğer tutmaya başlarlar. İnsanoğlunun şımaracağını önceden görmüş olan Zeus, zaten bu yüzden onlara ateşi en başından beri vermek istememiştir. Ve elbette bunun cezası Prometheus’a kesilecektir.
Defalarca kez kendisini kandıran ve en sonunda tanrılardan çaldığı ateşi insanoğluna veren Prometheus’u, Kafkas dağlarının en yüksek kayalıklarına Hephaistos’un zincirleriyle bağlatır. Ölümsüz olan Prometheus’un ciğerini her sabah bir kartal gelip yiyecektir. Ertesi gün tekrar ve tekrar…
Oysa bütün bu yaşananlara rağmen, insanoğlu aynı şımarıklığına devam etmiş ve kendisini tanrılarla eşdeğer tutmaktan asla vazgeçmemiştir. Her ne kadar bir tanrının, hem de güzellik ve iyilik timsali bir tanrının küllerinden hayat bulmuş olsa da içindeki Titan’ı aşamamıştır. Tanrılarla yarışı asla bitmek, tükenmek bilmemiştir. Ölümlü olduğunu unutacak kadar acizdir esasında. Keşke kötü tarafına değil de iyiliğe ve güzelliğe yönelebilseydin dedirtecek kadar şımarık olan insanlıktan ümidi kesmemek mümkün müdür? Kendisine bahşedilenlerle yetinmeden, hep daha fazlasını arzulamak insanlığın laneti midir yoksa? Yaşadığı felaketlere bile gözünü kapatacak kadar, ne yaşadığının farkında olmaması tanrıların gazabı mıdır?
En nihayetinde, Tanrıların bile baş edemeyerek kendi haline bıraktığı insanlığın düzeleceğine dair inancı olanlara da benden selam olsun! Belki bir gün silkelenirsin insanoğlu ama o gün; ne kestiğin, yaktığın ormanlar ne hunharca yok ettiğin doğa ne de kirinden dibi görünmeyen denizler bil ki sana geri verilmeyecek!