Sıra dışı üç kadın var bu günlerde benim gündemimde. Hayatlarını merak edip araştırdığım üç kadın. Üçünün de yaşamları ibret verici. 1900’ lü yıllarda kendince, kendi alanlarında, bence devrim yapmış savaşçı kadınlar. Günümüz Türkiye’sinde hala kadınlar eve hapsedilmeye çalışılırken, o devirde özgür düşünceleriyle dar zihniyetlerle mücadele eden kadınlar. Bu mücadelenin bedelini en ağır şekilde ödeyen istisnai kadınlar.
Öncelikle Afife Jale’den, onun trajik yaşamından, ünlü bestekâr Selahattin Pınar’la olan büyük aşkından, “Huysuz ve Tatlı” kadından… Dramından söz edelim.
1902 yılında İstanbul’da doğan Afife Jale ” Tiyatro Sahnesine çıkan ilk Müslüman Türk Kadını” ünvanını taşıyor. Bu ünvanı almak için epey zorlu yıllar geçiriyor, bedelini ağır ödüyor. İlk olmak kişinin kendisi için önemli olduğu gibi yaşadığı toplum açısından da çok önemli.
1918 yılında Darülbedayi, yani Şehir Tiyatroları öğrenci almak için sınav açar, Müslüman kadınların sahneye çıkması o dönemde hiç te hoş karşılanmaz ancak okula kabul edilen beş kızdan biridir Afife. Arkadaşları sahneye çıkamayacaklarını bildikleri için tiyatroyu bırakırlar, Afife ise azimle ısrarla bütün derslere provalara devam eder. Babası bu durumdan hiç memnun değildir. Onun ‘ hafif’ bir kadın olmasından endişelenmektedir.
1920 yılında Hüseyin Suat’ın Yamalar adlı oyununda Eliza Binemeciyan topluluktan ayrılınca sahneye “Jale” takma adıyla Emel rolünde Afife çıkar. Polisle karşı karşıya gelmesi işte bu olay ile başlar. Tiyatro yöneticileri uyarılır. Ama ne fayda! ” Tatlı Sır” adlı oyunda tekrar tiyatro sahnesine çıkar. Bu kez polis onu tutuklamak üzere gelir. Fakat Afife arka bahçeden kaçar.” Odalık” oyununda polis baskını olunca makine dairesinden kaçar ancak sokakta tutuklanır karakolda hırpalanır. Gözdağı verilir. Babası da Afife’yi reddederek evden kovar. İçişleri Bakanlığı’nın yayınladığı bildiri üzerine Darülbedayi yönetimi resmen Afife Jale’yi kadrodan çıkarmak zorunda kalır.
Tiyatro tutkusundan asla vazgeçmeyen Afife sahneye ilk çıktığı geceyi ‘ yaşamımda ilk mutlu olduğum gece ‘ olarak tanımlar.
Darülbedayi kadrosundan çıkarılmak onun gibi güçlü bir kadını durdurmaz. Aksine Seniye, Mebrure ve Leman adlı Türk kızlarını tiyatroya özendirir, Burhaneddin Tiyatrosunda sahneye çıkmalarını sağlar. Daha sonra da katıldığı tiyatro topluluklarında birçok Türk kızını cesaretlendirerek sahneye çıkmalarına ön ayak olur.
Ancak bu bitmek bilmeyen savaş, sıkıntılar, polis baskıları, tutuklanmalar, içinde bunalır ve korkunç baş ağrıları çeker. Ağrılarını morfinle tedavi yoluna giden doktorun kurbanı olur. Artık bağımlıdır.
Hafız Burhan’ın bir konserinde ona tamburuyla eşlik eden Selahattin Pınar’la tanışır. Bir süre sonra evlenirler. Onun birçok eserine ilham kaynağı olur. ” Nerden Sevdim O Zalim Kadını” ” Anladım Sevmeyeceksin Beni Sen Nazlı Çiçek gibi eserler hep onun için bestelenmiştir.
Bu dönemde Türkiye Cumhuriyeti’ nde sahne yasağı kalkar. Kadınlar sahneye çıkabilecektir. Ama Afife için çok geç kalınmıştır. O artık bağımlıdır ve sahneye dönemez. Morfin sağlamak için Eczacı ile ilişkiye bile girer. Buna Selahattin Pınar odanın anahtar deliğinden şahit olur. Afife onu da bu yola sürüklememek için ayrılmak ister. Altı yıl süren evlilikleri sonlanır, Selahattin Pınar tekrar evlenir Fakat büyük aşkının yerini yeni eşi tutamaz. Mutlu değildir. Afife ise kendisi için bestelenen eserleri taş plaklardan dinlemekte, gözyaşlarını içine gömmektedir.
Afife İstanbul’da çok kötü şartlarda yaşamaya başlar, parklarda yatar. Parasızdır. Birkaç kere çıkıp girdiği Bakırköy Sinir Hastalıkları hastanesinde morfinmanlar koğuşunda hayatı son bulur. Cenazesine sadece dört kişi katılır.
Selahattin Pınar’la olan aşkları üstüne belgeseller yapılan, adına Türkiye’nin en prestijli tiyatro ödüllerinden biri konan, hayatına dair filmler yapılan, fotoğraf sergileri düzenlen, baleden, müzik albümüne kadar bir çok esere ilham kaynağı olan Afife’nin hayatı böyle dramatik bir şekilde bitmiştir.
Kadınlar için perdeyi açan Afife Jale’nin hayatı bence bir hayalin, bir Tutku’nun peşinden koşan azimli bir kadının hırsından öte bir şeydir. İmkânsızı tanımayan insanlar için adeta bir ders niteliğindedir. Hastaneye kendisini ziyaret gelen gazete muhabire söyledikleri yaşadığı acıların bir özetidir:
” Beni unutmuşlar, Sahneye çıktığımda alnımdan öpenler, beni teşvik edenler, büyük adamlar, hayranlarım, seyircilerim arkadaşlarım hepsi beni unuttu. Ne çabuk. Kapımı çalan hatırımı soran yok. Hepsi hepsi unutmuş. Burada boğuluyorum, bu tımarhane köşesinde ölmek istemiyorum. Beni buradan çıkarın nereye atarsanız atın…”
Acı ama gerçektir ki bir sanat fedaisi olan bu istisna kadının kısa hayatı böyle çok acı bir şekilde son bulmuştur. ” Beni acıyarak değil, düşünerek severek kucaklayarak hatırlayın. Tiyatro varsa ben de varım !” diyen bir Afife…
Kadınların tiyatroda, sinemada yer alması için sonsuz bir mücadele veren, bunun için en ağır bedeli ödeyen Afife, öncü bir kadındır. Afife Jale bir ilktir. Son da olmayacaktır.
Kadınların yerinin hala tartışıldığı, eğitimde fırsat eşitliği tanınmadığı, sözde özgür kadınların hala şiddetle boğuştuğu, sokak köşelerinde bıçaklandığı, evde dayak yediği, katliama dönen kıskançlık, töre cinayetlerine kurban gittiği, çocuk yaşta evlendirildiği, alınıp satılabildiği bir ülkede; baskıya direnmenin, gerçek özgürlüğün, iradenin, azimli ve bildiği yoldan dönmeyen, bunun bedelini de ödemeyi tek başına göze alan güçlü medeni kadının sembolüdür Afife.