Karşıma çıkan bir yazıyı okurken, “hiç mi bir şey değişmez,” dedim kendi kendime. En yavaş sürede büyüyen canlı türü olan insan, duygusal ve zihinsel gelişimini de çok yavaş tamamlıyor maalesef…
Eskiden savaşlar ve bulaşıcı hastalıklar doğal seleksiyon görevi görüyor ve insanlar ölüyordu, kitleler halinde ölen insanların yerine yenileri doğuyordu. Teknolojinin ilerlemesiyle ölümler azaldı ve insanlar hızla çoğaldı. Tüm dünya insanlarının dünyaya doğaya toplumlara faydaları tartışılsa oranı %40’ları geçmez. Geri kalanlar “ye iç seviş” güdüleriyle yaşayan düşünmeyen üretmeyen sorgulamayan sadece tüketen itaat eden ve kendini en muhteşem varlık zannedenlerdir.
İnsan arıyorum insan! diye M.Ö. 404’lerde haykıran Sinoplu Diyojen’den, faydalı insan olanlara cenneti vaat eden semavi dinlere kadar ve oradan günümüze dek insanlık adına zirvelere çıkmış olmamız gerekiyordu lakin bu kadar öğüde öğretiye kulaklarını tıkamış garip bir türle karşı karşıyayız.
Beni bu kadar karamsarlığa savuran yazı, Hitler dönemi Almanyasını anlatıyordu. Nazilere şiddetle karşı çıkan Dietrich Bonhoeffer, insanların neden bu kadar AHMAK ve APTAL olduğunu sorgulamış ve vardığı sonuçların hala günümüzde de geçerliliğini koruması çok üzdü okurken.
“Almanya tarihinin en karanlık döneminde masum insanların dükkânları taşlanıyor, kadınlar ve çocuklar aşağılanıyordu. Genç bir teolog olan Dietrich Bonhoeffer bu zalimliğe yüksek sesle itiraz edincehapse atıldı. Hapisteyken bu konu üzerine uzun uzun düşündü.
Sayısız filozof, şair, fikir ve bilim adamı çıkaran Alman kültürü, nasıl organize kötülüğün, zalimliğin, korkaklığın, cehaletin ve suçun merkezi haline gelmişti?
Bonhoeffer, “Sorunun kökeninde kötülük değil, aptallık yatıyor” dedi. Hapisteyken yazdığı mektuplarda aptallığın ve ahmaklığın yarattığı kötülüğün diğer tüm kötülüklerden daha tehlikeli olduğunu fark etti. Kötülüğü protesto edebilirdiniz, karşı argümanlarla kötülükle mücadele etmeniz mümkündü.Oysa organize olmuş ahmaklar sürüsüne karşı yapabileceğiniz hiçbir şey yoktu. Ne protestolar, ne zorlama onlara etki ediyordu. Mantıklı gerekçeler sunduğunuzda önce reddederler, reddedemeyecek hale geldiklerinde ise önemsizleştirirler. Aptal insanlar, hallerinden memnundur fakat saldırıya da hazır haldedirler. Saldırıya geçtiklerinde kötü insanlardan çok daha tehlikelidirler…”
Bonhoeffer, aptallıkla mücadele edebilmek için önce onun doğasını anlamaya çalıştı.
Aptallık ve ahmaklık, bir zekâ problemi değildi, ahlaki problemdi.
Entelektüel birikimi olduğu halde aptal olan insanlar vardı. İlk etapta aptallığın doğuştan gelen bir maraz olduğu düşünülür, fakat bu da yanlıştı. İnsanlar belli şartlar altında aptallaşıyorlardı, daha doğrusu başkalarının kendilerini aptallaştırmasına müsaade ediyorlardı.
Aslında yalnız insanlarda bu maraz daha az görülüyordu. Buradan yola çıkarak aptallığın psikolojik değil, sosyolojik bir problem olduğu sonucuna vardı.
Güçlerin birisinde toplanması arzusuna politik ve dini hareketlerde çok rastlanırdı.
Aptallık hastalığının bulaştığı yerler, böylesi gruplardı. Ahmaklar ve diktatörler arasında muazzam bir bağ vardı, ikisi de birbirine ihtiyaç duyuyordu.
İnsanların ahlaki ve entelektüel birikimleri bir anda yok olmuyordu. Diktatör, gücünü artırdıkça aptallar o gücün büyüsüne kapılıyor ve bağımsız düşünme yetisini ele geçiriyordu. Otonom biçimde hareket ediyorlardı. Gözüne sokulan gerçekleri inatçı bicimde reddediyorlardı.
Onlarla konuştuğunuzda bir insanla değil, sloganlarla konuşan bir robotla konuştuğunuz hissiyatına kapılıyordunuz. Büyülenmiş gibiydiler, kötülük yaptıklarının farkında değillerdi…
Ne yaptıklarının farkında bile değillerdi, kullanıldıklarını ve kötülük yaptıklarını onlara anlatarak bir yere varamıyordunuz. Onları bu uykudan çıkarmanın tek yolu bağımsız-özgür olmalarını sağlamaktı.
9 Nisan 1945 günü sabaha karşı Bonhoeffer’i bir toplama kampının darağacına asarak öldürdüler.
Kaynak: Nezevanun – 10/10 Philosophy.”
Ve yazıyı okuduktan sonra etrafıma baktım, dünyaya baktım, tüm farklı ülkelerdeki insanlara baktım, aynı aptallığın ve ahmaklığın hala sürdüğünü görmenin derin hayal kırıklığının tarifi yok.
Goethe’nin hala geçerli olan cümlesinde dediği gibi;
DÜNYA HASSAS İNSANLAR İÇİN BİR CEHENNEM!!!