Barışı, hepimiz istiyor ve dualar ediyoruz. Dünyada en çok barışa ihtiyaç duyulan bir dönemden geçiyoruz belki de… Salgının içinden çıktık. Covitten sonra zaten insanların ruh halleri bozuk. Kayıplar çok maalesef. Hep birlikte bir korku filminin içinde bulduk kendimizi. Hayatta ve sağlam bir beden ve psikoloji ile kalmak, ” Normal” hissetmek özlenen bir olgu oldu uzun süredir. Bazı sohbetlerde bilim kurgu filmlerindeki gibi, “bir uzaylıların işgali kalmıştı”, deniyor…
Gündemde küresel ısınma, yitip giden doğa, enerji savaşları, ekonomik sıkıntılar, siyasilerin bitmek bilmeyen polemikleri, büyük güçlerin restleşmeleri, savaşanlar, savaş çığlıkları atanlar, savaşlarda canını yitiren insanlar, gözyaşı, çaresizlik, sığınmacılar, sürgün edilenler, denizlerde boğulan çocuklar, savaşın içinde çocuklukları kayıp giden çocuklar, anasız babasız kalan yetimler, evinden, sıcak yuvalarından kaçmak zorunda kalan aileler, gelecekleri belirsiz gençler…
Yalnızlaşan insanlar, doğal felaketler, orman yangınları, depremler… Akıp giden zamanda ,2023 yılı belirsizliklerle kapımızda, tünelin ucunda ışık var mı, yok mu bilemiyoruz. Barışı özlüyoruz. Huzuru özlüyoruz.
Barış nerden gelmiş? Nasıl gelmiş? Kimler kimler aramış da bulamamış…
Barış sözcüğü Türkler ve Azeriler tarafından kullanılıyor. Bar kökü ” varmak” anlamını taşıyor. Etimolojik açıklamaya göre barış, birilerine gitmek, varmak manasında.
Rusça, Sırpça, Boşnakça ‘da ve Hırvatlar ‘da barış yerine ” mir” sözü var. Bazı kaynaklara göre mir kelimesi, bar kök sözüyle aynı etimolojik kökene dayanmış olabilir.
Uygurca, Türkmence ve Özbekçede barmak fiili mevcut. Orhon Yazıtlarında da bar sözü varmak, gitmek karşılığındadır. Yusuf Has Hacip ve Kaşgarlı Mahmut, bar kökünü aynı şekilde kullanmışlardır. Nereye gitmek? Nereye varmak?
1899 da İlk Barış Konferansı 26 devletin katılımıyla, İkinci Barış Konferansı Lahey’de 44 devletin katılımıyla…
Evrensel Barış arayışı Birinci Dünya Savaşı sonrasında Milletler Cemiyeti ile, İkinci Dünya Savaşı’nın ardından Birleşmiş Milletler Teşkilatı ile yapılandırılmaya çalışılmıştır.
1 Mart 1961 de Barış Gönüllüleri Teşkilatı kurulmuş, ancak esas faaliyet amacından saptığı için çok eleştiri almıştır. Hep savaş, hep savaş… Hep bir barış arayışı, hep bir barış çağrısı… Barış ve İnsan Hakları Dernekleri savaşa karşı ” sulh” ve ” selamet” için bölgesel ve evrensel ölçüde ” istikrar” için çalışmakta… Sonuç?
Filozoflar da ” Barış” olgusu üzerine epey felsefe üretmişler, çıkış yolunu, “varmayı” araştırmışlardır. Örneğin, bu konuda en çok adı geçen, Alman Filozof İmmanuel Kant” Ebedi Barış Üzerine Felsefi Bir Tasarı” isimli kitabında, ebedi bir barışın sağlanması için yapılması gerekenleri madde madde dile getirmiştir.
6 ön koşul ve 3 sonuç madde ile 18.yy. da kendi fikirlerini” barışın anahtarı” olarak ifade etmiştir. Kant’a göre barış tüm düşmanlıkların sona ermesidir. Sadece saldırgan tutumların sonlandırılması değildir söz konusu olan.
Düşünce ve yaklaşım olarak da barışı benimsemeyi toplumsal barışın oluşması için yalan söylemeyi, kesinlikle reddederek, gizli amaçlar, çatışma yaratabilecek anlaşmalar ile arzulanan barışın imkansızlığından söz eder. Kant’ a göre devletler de insanlar gibi ahlaklı olmalı, alınmamalı, satılmamalı, devredilmemelidir. Çünkü devlet eşya değildir. Ne bağışlanabilir ne de mirasla geçer. Sömürgecilik, bağımsızlığın ve egemenliğin baş düşmanıdır. İdeal bir dünyada Kant’a göre daimî ordular karşı tarafta sürekli bir tehdit olarak algılanır, çatışma halini hızlandırır.” Ordular barışı korumak için değil, yeni bir savaş çıkartmak için bulunur” der.
Devletlerin borçlanması onları siyasi ve ekonomik açıdan zayıflatır, borç batağına saplanmış bir insandan farkı yoktur. Bu durumdan kurtulmanın en güzel yolu Kant’a göre borç veren devlete karşı ittifak oluşturmaktır. Devletler diğer devletlerin iç işlerine karışmayacak, iç savaşları tetiklemeyecektir. Bağımsızlık hiçbir koşulda çiğnenemez. Savaş çıksa bile hukuk daima ön planda olmalıdır.
Cumhuriyet ebedi barışı sağlayacak tek yönetimdir. Gerçek anlamda işleyen Cumhuriyet rejimleri dünyayı daha yaşanabilir kılacaktır. Uluslararası hukuk kuralları,
” dünya vatandaşlığı “yeryüzünün bütün insanlığa ait olması, savaşlarda veya kriz durumlarında sığınmacıların ölüme terk edilmemesi, ” dünya vatandaşlığı anayasası” gibi olgular ideal dünyaya açılan bir kapıdır Kant’a göre…
Kant mutluluğun resmini çizmeye çalışmış, ancak anarşi ve terörün kol gezdiği bu kaos ortamını belki de tam olarak öngörememiştir.21.yy. da olan bitenler, hepimizi üzmeye, tedirgin etmeye, korkutmaya, gelecek endişelerine kapılmamıza neden olmaktadır.
Ne yapmalı? Ne yapmalı?
Zihni’mizi meşgul eden cam fanusları kırmalı… Karamsarlığı bırakmalı. Çalışmalı çalışmalı, azimle yürekten çalışmalı. Çabalamalı…
Barışı istemek, inanmak, bireysel olarak sorumluluklarımızın bilincinde olmak, bize verilen süre içinde iyi bir dünyalı olmak, çocuklarımızı temel ahlak kuralları ile büyütmek, önce kendimizi sonra da çocuklarımızı eğitmek, öğretmek, hayata hazır nesiller yetiştirmek, bize ait olana sahip çıkmak, vatana sahip çıkmak…Geleceğe umutla bakarken elimizden geleni yapmak, elimizden gelene dokunmak…
Anlamak, anlaşılmak, uzlaşıp yol arkadaşlığımızı sürdürmek. Böyle güzel bir coğrafyada olmak; olmanın tadına varmak. Bizden sonra bu dünyada misafir olacaklara temiz bir dünya bırakmak için kolları sıvamak.
Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu, Ulu Önderimiz, Mustafa Kemal Atatürk şöyle der:
“Cumhuriyetimiz öyle zannolunduğu gibi zayıf değildir. Cumhuriyet bedava da kazanılmış değildir. Bunu elde etmek için kan döktük. Her tarafa kırmızı kanımızı akıttık. İcabında müesseselerimizi müdafaa için lazım olanı yapmaya hazırız”
29 Ekim Cumhuriyet Bayramı kutlu olsun.
Barış içinde, saygıyla, sevgiyle.