Resimle çok ilgilenen bir kişi olarak ben, büyük ressamların hayatlarını da merak ederim. Dünya çapında ün yapmış bu insanların nasıl bu noktaya geldiklerini, bir imzanın üzerinden yüzlerce yıl geçse bile ne kadar değerli olabileceğini, yaşamlarını, etkilendikleri kişileri, yaşadıkları dönemde gelişen tarihi olayların resimlerine nasıl yansıdığını, dahil oldukları akımları, kısaca onlar hakkında her şeyi öğrenmekten büyük bir haz duyarım. Ressamı tanımak ve anlamak beni yaptığı resme dahil eder, onun içsel yolculuğuna adeta eşlik ederim. Ressamın çizgileri, renkleri, tasvirleri, sembolleri, aslında onun hislerinin söz içermeyen şiirsel bir ifadesidir.
Biyografilerine baktığımızda birçok ressamın yaşam boyu maddi, manevi sıkıntılar çektiklerini görürüz. Öldükten sonra değerleri anlaşılan ve ünlenen ressamlardır çoğu…
Bu gerçeğin dışında kabul edilen ressamlarda var tabii. İşte kendine has dünyasına girmek istediğim ressam, Marc Chagall, hayalin sınırlarını zorlayan, büyülü bakış açısını her tablosunda yansıtan 20. yüzyılın en büyük sanatçılarından biri… Aynı zamanda yaşadığı dönemin en beğenilen ve hayranlık duyulan ressamlarından. Asla” acı çeken sanatçı” olmaması onu diğerlerinden ayıran başlı başına özelliklerinden.
Modern Sanat hareketinin en özgün isimlerinden olan Chagall 1887 yılında, Beyaz Rusya Belarüs’te Vitebsk Şehrinde Yahudi bir ailenin çocuğu olarak dünyaya geldi. Chagall’ın bu Rus- Yahudi kişiliği fantastik, gerçeküstü resimlerinde baskın bir unsurdur. Tüm sanatsal yapıtlarında İçinden çıktığı toplumun günlük yaşamına, örf ve adetlerine, bayramlarına özel günlerine adeta bir ayna tutar. Sovyet Devriminin baskıcı politikalarından hoşlanmayan Chagall ,1914 yılından sonra eşiyle birlikte Fransa’da kalmasına rağmen Vitebsk insanları, onların yoksullukları, basit mutlulukları, ölümleri doğumları resimlerinin baş kahramanlarıdır.
Uzun yaşamının sonuna kadar çocuksu iyimserliğini ve yaşama sevincini korumuştur.
Chagallin ışıkları hep yanar. Sanatsal etkinliği, resim, heykel, desen, baskı, mozaik, duvar halısı ve sahne tasarımları gibi geniş bir yelpazeyi içerir. Ayrıca güçlü bir üslupla yaşamı boyunca yazılar, şiirler yazmıştır. Kusursuz bir renk ustası olarak anılmasının yanı sıra bir çizgi ve yüzey ustasıdır. Eskizler, aside yedirme baskılar ve taş baskılar gibi sayısız grafikler de üretmiştir. Kitap illüstrasyonları özellikle çok ilgi çekicidir. Örneğin La Fontaine Masallarındaki kahramanlara verdiği biçimler olağanüstü dür. Adeta bir çocuğun gözünden canlandırılmış gibi… İllüstrasyonlarında yalnızca belli sahneleri resimlemekle kalmaz, metne eşlik eden imgelerle teatral sahneler yaratır.
Kullandığı imgeler çok farklı ve özgündür. Örneğin, İnek hem hayatın mükemmeliyetini hem de süt, et, deri, güç boynuzu sembolize eder. Ağaç ta hayatı. Sevimli horozlar verimliliği temsil ederler ve sevgililerle birlikte çizilmiştir. Yeşil rengi zalimliği yansıtır.
Kemancı ise Chagall’ın kasabasındaki önemli anlarda, doğum, evlilik, ölüm gibi hep vardır. Pek çok resminde bulunan, gökyüzünde uçan ya da bir çatının kenarında oturan
“Chagall’in kemancı figürü” ünlü müzikal Damdaki Kemancının ilham kaynağı olmuştur.
Atları özgürlüğü çağrıştırır, Eiffel Kulesi de öyle… Sarkaçlı saatleriyse zamandan farklı olarak mütevazi yaşamı da işaret eder. Birçok resminde kullandığı sirkten manzaralarla insanın içindeki yaratıcılığa gönderme yapar. Chagall, Yahudi olmasına rağmen Hristiyan ikonografisinden çok etkilenmiş bir avangard ressamdır. Kendini hiçbir akımın içine yerleştirmez. Kutsal Kitap sevgisini illüstrasyonlarında dini objeler ve melekler yoluyla tasvir eder. Sanat yapıtının kökeni itibariyle Tanrısal olduğunu, sanatçının eserinin bir Tanrı armağanı olduğunu, hatta ressamın eline Tanrı’nın yön verdiğini düşünür.
Halk yaşamını anlatırken özellikle dinsel temaları işlemiş, 1960 ve 70 ‘lerde Kamusal alanda belediyeye ait mekanlarda ve dini binalardaki birçok projeye katılmıştır.
Chagall mutluluk ve iyimserliği canlı renkler kullanarak ifade eder. Kendisini ve eşini renkli bir dünyaya boyalı camlar arkasından bakan izleyiciler gibi betimler.
Oto portrelerini çizerken bazen ” makyaj” yapmış olsa da maskelerin ardına sığınmaz, zaaflarını, kaygılarını, korkularını gizlemeye çalışmaz. Kendisini yüceltmek gibi bir sorunu yoktur. Sanatçının tartışılmaz özgünlüğünü oto portrelerinden rahatlıkla fark ederiz.
Resimlerine hayranlıkla bakarak, hayallerini ve iç dünyasını keşfetmeye çalışan sanatseverlere Chagall’in söyleyecekleri vardır:
“Bütün renkler, komşularının arkadaşı ve zıtlarının sevgilisidir. Beni sadece sevgi ilgilendirir ve sadece sevdiğim şeylerle ilişkiliyim. Yaşamımızda tıpkı bir ressamın paletinde olduğu gibi tek bir renk vardır ve bu renk yaşamın, sanatın anlamıdır” der
Chagall tek renk diyerek sevginin renginden bahsetmektedir.
Gerçekçi olmayan bir tarzla, şekilleri ölçeği çarpıtarak yaptığı resimlerle kendine özgü bir dünya yaratmıştır. Yaratısının anahtarı ise kökleri ve yaşamıdır.
Yaptığı resimlerle birçok müzisyene ilham kaynağı olmuştur.” Chagall’in resimlerindeki aşıklar gibi akıyoruz, yerden çok yüksekte yaşıyoruz” der bir şarkı sözü…
Dünyayı kendince giydiren muhteşem ressam Chagall, iki dünya savaşında ve insanlık tarihinin en kara günlerinde yaşama sevincini kaybetmeyen, çok yönlü bir sanatçı olarak sevginin rengiyle büyülü tuvallerde yaşamaya sonsuza kadar devam edecektir.