” Bir insan birini yalnızken hatırlıyorsa sevmemiştir, ansızın aklına getirip yalnızlaşıyorsa, işte o zaman sevmiştir. ”
Turgut Uyar
Babacığım, seni ben bir anneler gününde kaybettim o zamandan beri yalnızım. Şairi deyişle ‘ansızın’ değil daima aklımdasın, hayatımdasın. Biricik yakışıklı babamsın.
Yalnızlığımın içinde, merkezindesin… İşte yine bir ölüm yıldönümün geldi çattı.
Sensiz kaldım, çok erken bir vedaydı bizimkisi… Veda bile edemedik kopup gittin tarif edemediğim bir yerlere. Çocuk aklımla gözlerimi yumup bir gün tekrar gelebileceğini hayal etmekle geçti uykuyla uyanıklık arasında savaş verdiğim geceler…
Kırmızı paltomu bir daha hiç giymedim, öylece askıda kaldı. Seninle beraber olduğum son gün giymiştim. Pınarbaşı’na gitmiştik. Elimi tutmuştun, sevgi ve hayranlıkla bakmıştın, hala hatırımda. ” Kırmızı sana çok yakışmış ” demiştin. Bir daha hiç kırmızı giymedim. Bana sensizliği hatırlattı. Kırmızı siyah gecelerdeki çaresiz sensizliğimi.
Bir de beyaz çizmelerim vardı, birlikte Kemeraltından almıştık. Özenle seçmiştik.
Titiz babam benim… Sonra ne oldu o çizmeler bilmiyorum. Giyip giymediğimi hatırlamıyorum. Sen gittikten sonra hatırlayamadığım birçok şey gibi… Beraber yürümediğimiz yollar çok. Paylaşamadığımız sevinçler, mutluluklar, başarılar, düş kırıklıkları, yaşamın sorunları ve nice ufak tefek ama çok önemli şeyler. Hiçbirinde yanımda değildin.
İşte onu hiç unutmuyorum. Kendimle baş başa kaldığım her anımda babam, babacığım diye içim ağlıyor. Elim kolum bağlı hiçbir şey yapamıyorum. Arkandan ağlayan, her gece eve dönmeni bekleyen küçük kız hala kapının eşiğinde oturuyor sabırla.
Seninle ben ayrılamıyoruz, hep ruhumun en içlerinde bir yerdesin. Sadece orda buluşabiliyoruz. Bu bile bana yetiyor kimi zaman.
Bir pınarın başındayken ayrıldık ve hayallerimiz, baba-kız yapacaklarımız, umutlarımız, yaşayabileceğimiz o ikili mutluluklar, her şey ama her şey sulara karıştı gitti.
Sadece unutamadığım ufak tefek anılarım kaldı senden bana. Hayatla ilgili erkenden verdiğin derslerin, örneğin ” yarım iş yapma güzelim” deyişin…” Kendine güven kızım, başka da hiç kimseye değil “ya da ” düzenli olmak önemlidir ” … Bilmem ki senle daha uzun bir zaman geçirme şansım olsaydı neler yapardık? Ya da sen bana neler öğretirdin?
Bu günkü ben, ben gibi mi olurdum? Olmazdım diye düşünüyorum. Bir başkası olurdum. Babası olan bir kız olurdum… Hayatla ilgili daha az düğümlerim olurdu, beni meşgul eden daha az düşüncelerim.
Solgun ışıkların aydınlattığı gecelerde babam yaşasaydı nasıl bir yaşamım olurdu diye kafamı olmayacak şeylere yormazdım en azından. Onun gülüşünü, sesini, hatırlamak için boşuna sarf ettiğim çabalar…Dışarda karanlıkta, bilinmez hangi gölgelerde köpekler havlıyor. İşte gerçek bu, geçmişten bana seslenen bir ses yok. O, sadece beynimin içindeki bir fısıltı… Orada bir yerlerde yaşı yüze yaklaşmış bir nine ” Tanrı ömür veriyor, yaşıyorum derken; elli iki yaşında beni babasız bırakıp gitmek zorunda kalan babama Tanrı’ nın haksızlık ettiğini düşünüyorum. Hiçbir felsefe, hiçbir kitap bu fikrimi değiştiremiyor…Bana bisiklete binmeyi öğretmiştin. Evet, evet o anı, paylaştığımız nadir anlarımızdan birini dün gibi hatırlıyorum. Bana aldığın turuncu bisikletim ve onu sürmeyi başaran küçük kızın olarak duyduğum sevinç…
Kimi zaman, yoldan Mavi bir araba geçtiğinde babamla, çok sevdiği arkadaşının, Chevrolet Marka arabasına binip dolaşmamızı anımsatıyor bana. Arabanın radyosunda çalan müzikler, dikiz aynası, koltuk döşemeleri bile aklımda.
Pazar gezmelerimizi hatırlıyorum, pencereden yüzüme esen o tatlı rüzgârı hissediyorum.
Aradan geçen kırk yıla rağmen ben hala o arabayı görmenin beni ne kadar mutlu ettiğini anımsıyorum saf çocuğun duyduğu heyecanın sarhoşluğu dün gibi aklımda. Koyu Altay tutkunu olan bir babanın kızı olarak ben, hala Altay gol attığında, maçı kazandığında için için seviniyorum. Futbolla yakından uzaktan ilgisi olmayan ben, o an babam adına seviniyorum aslında sanırım…
Ne zaman güzel sofralarda yiyip içen eğlenen birtakım insanlar görsem, babam aklıma geliyor. Arkadaş gruplarının neşe kaynağı, nüktedan, espri dolu, zaman zaman yaşamı ti ‘ye alan babam. Etrafındakilere cuk oturan lakaplar bulan, hayat dolu bir adam. Düğünlerde, nişanlarda, davetlerde baş aktör. Danslar, şarkılar, takılmalar, şakalar, neşe kaynağı bir insan. Gerektiğinde de gayet ciddi ve vakur duruşlu biri.
Askerlik fotoğrafları geçti elime geçenlerde. Hazine bulmuş gibi sevindim. Çünkü onun ne askerlik hikâyelerini ne de çocukluğunda yaşadıklarını dinleyebildim. Maalesef öyle bir şansım olmadı. Fotoğrafın arkasında şahane bir el yazısı ile anne ve babasına hitaben yazdığı sözler… Ne kadar saygılı ne kadar sevgi dolu…
Babamı kaybetmemin üzerinden tam kırk dört yıl geçti. Hala onun en sevdiği çiçek olan yaseminlere bakmaya kıyamıyorum. Yaseminlerde tıpkı babam gibi, ince ruhlu ve narin… Esin Engin’in söylediği ” Papatya gibisin beyaz ve ince” tangosunu duyunca, babamın bu şarkıyı mırıldandığını duyar gibi oluyorum, gözlerim doluyor. Giydiği dik yakalı kazaklara benzer kazaklar giyen birini gördüğümde ister istemez bakıyorum. Aynalarda, kendimde ondan izler arıyorum. Kısa birlikteliğimizden bana kalan prensipleri, öğrettikleri ile yolumu yordamımı bulmaya çalışıyorum.
Atlatmaya çalıştığım her zorlukta, başarmam gereken her işte, ondan bana kalan küçük ipuçlarının peşinden koşuyorum.
Babamı her gün bir öncekinden daha fazla özlüyorum. Onu aklıma getirip yalnızlaşıyorum ve hiç kimseyi bir daha onun kadar sevemeyeceğimi biliyorum.